085 – iftar


18 Eylül 2008

Son zamanlarda en sevdiğin cümle nedir diye sorulsa herhalde cevabım “İstanbul için iftar vaktidir” olur. Her sene Ramazan ayı esnasında karnım olmasa da gözüm hep aç. Bu ister sabahın ilk saatlerinde olsun, hani “sahurunu yemişsin be adam, onu kahvaltıya say da bu her gördüğünü isteme” denebilecek bir durum, ister günün ilerleyen ama iftardan önceki herhangi bir anında olsun görmek bile gerekmeden aklıma geldiğinde zannedersiniz ki aşeriyorum derecesinde canım yemek istiyor. Ama bu yeme isteği normal değil de kıtlıktan çıkmışçasına yumularak.

Kendimi bildim bileli Ramazan ayında oruç tutarım. İzmir’de daha henüz ilkokulda iken bile her Ramazan bir ya da birkaç gün oruç tutardım (puan ya da puanlar almaya gidiyoruz). Daha sonraları bu hep Ramazan’ın ilk ve son günleri ile Kadir gecesi tutup toplam sayının yanına bir sıfır ilavesiyle sanki otuz günün tamamında tutmuş gibi olurdum. Gerçi son senelerde Ramazan’ı bu sene olduğu gibi 29 sayıp insanlara az oruç tutturuyorlar ya neyse.

Üniversitenin son senesinde artık kendimi büyümüş olarak hissedip oruçta tulum çıkarmaya, yani Ramazan’ın tamamını oruç tutarak geçirmeye başladım. Bu arada eğer sağlık veya seyahat gibi sebeplerden tutamıyorsam, bayramın hemen ertesinde kaçırdığım günleri telafi etmek üzere orucumu tutup ibadetimi tamı tamamına ifa ediyorum. Bu arada ninemin teyzeme dediği “Eşeği de bağlayıp yem-su vermezsen o da oruç tutar. Makbul olanı namazla beraber tutmak” lafını nedense pek kaale almamış gibi olup sadece açlık susuzlukla mücadele edip bir de nefsimi kontrol altına almakla yetiniyorum. İstanbul trafiğinde de bu nefsi kontrol altına almak çok kolay olmuyorsa da diğer zamanlara göre daha sakin ve toleranslı olduğum bir gerçek.

Tulumun ilk çıktığı üniversitenin son senesine gidersek, o zamanlar Ramazan haziran ayına denk gelmişti. Yani yılın en uzun günlerinin yaşandığı zamanlar. Ben de artık finalleri tamamlamış bitirme projeme çalışıyorum. Hayatımda bu kadar verimli geçen günlerim olmamıştı. Meğer yemek yemek insana ne kadar zaman kaybettiriyormuş. Sunumumu yapacağım günün önceki akşamı iftarımı yedikten sonra başladığım proje sunum yazımı yazmaya annemin arada getirdiği çayları saymazsak, “hadi yemeğe gel” seslenmesiyle irkildim.

Meğer ben çalışırken sahur vakti gelmiş. Aceleyle kalkıp yemeğimi yedikten sonra gene devam edip sabahı bulmuştum. Bu işi daktilo kullanarak yaptığım için de muhtemelen komşulardan pek çok kulak çınlatıcı tepki almışımdır ama o kadar dalmıştım ki duyumsamadım. Sabah yazmış olduğum yazıyı fotokopi ile çoğalttıktan sonra okulda jüriye projeyi anlatıp onların sorgulamasını başarıyla geçtikten sonra, her ne kadar projeyi tam olarak bitirmediğim için neticelendirememiş olsam da, en azından savunmam kabul edildiği için mutlu, mesut ve bahtiyar olarak günü tamamlamıştım.

Yalnız akşam eve dönüş yolculuğu benim o zamana kadarki en zor dönüşüm oldu. Akşam saat altı civarı Zincirlikuyu’dan köprüyü geçmek üzere otobüslerin köprüyü geçmeden önceki son durağı olan Köprülü Kavşak durağına gidişim esnasında zaten uyumayı çok seven ve Üniversiteye hazırlandığım zamanlarda bile akşam dokuz buçuk, bilemediniz ondan daha geç saatte uykuya geçmemiş olan benim için bir önceki akşam sıfır uyku ile geçirmiş olduğum için gözlerimde oluşan uyku basıncının etkisi ile yürüdüğüm yol sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Akşam da iftar yemeğini yiyip bir uykuya daldım ki ertesi sabah sahura zor kalktım.

Şimdi işte orucun en zevkli tarafı olan iftar kısmına geldim. Biliyorum tüm Cuma okurları bu satırları okurken ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaklardır. Saatlerdir aç ve susuz olarak ve tüm gün bir şeyler yemenin ve içmenin hayaliyle yaşayan oruçlular için günün (ve tabi bu yazının) en zevkli kısmı.

Bulunulan ile göre değişiklik gösterse de “saat 19:23 İstanbul için İftar vaktidir. Allah kabul etsin. Afiyet olsun” lafı duyulduğunda hele ki zaten sofra başında iseniz, ezan sesini bekledikten sonra insan ilk anda neye saldıracağını, nelerden tadacağını, neleri anında mideye indirip hangisini daha sonraya saklayacağının planını bile yapamaz halde olur.

Benim favorim, bir zeytin tanesiyle orucu bozduktan sonra hemen bir pide dilimi alıp, ki pide mümkünse son yarım saat içerisinde özellikle en az yarım saat kuyruk beklenip fırından çıktığı halde ellerinizi yakacak kıvamda olmalı, içini yardıktan sonra önce içine beyaz, tulum, kaşar yani Allah ne verdiyse peynir çeşitlerinden birini serdikten sonra hazır salatanın varsa domatesli ve yeşillikli kısmını bolca koyup bol limonlu ve zeytinyağlı suyu ile de pidenin içi ıslatılıp, eğer ki salata yoksa sofrada bulunabilecek pastırma, salam, sucuk, ola ki şarküteri malzemesi yoksa da hiç olmazsa helvayı peynire eşlik ettirerek hazırladığım sandviç misali karışım çorbanın katığı olur.

pide

Bu terkibi iftar topu patladıktan sonra hazırlamakta sonsuz fayda vardır çünkü pidenin yanından akacak olan salatavari sos parmaklara bulaşacağı için iftardan önce yapılması gereken eli peçeteye silmek olacaktır. Halbuki iftar topundan sonra bu sos parmaklardan akmak üzereyken yalanarak katresi ziyan edilmemiş olur.

Her çorba lokmasından önce ağız dolusu alınacak bu gıdayı eğer ki çorba bitmeden bitirirseniz hiç paniklemeden mümkünse bir başka tadı da almak üzere başka katıklarla, eğer mümkün değilse aynı içerikle bir başka hazırlamanın hiçbir sakıncası yoktur. Çorbanın son lokması kaseyi eğerek kaşığa alınıp bitirildikten sonra bir pide lokması ile sıyrılırsa da gene damlası ziyan edilmemiş olur.

Çorbadan sonra hemen ana yemeğe geçmeden önce sofraya konmuş olan yan yiyeceklerin tadına doya doya bakmakta fayda vardır. Sofradaki yiyeceklerin hepsinden tadılmazsa da tadılmayanın hatırı kalabileceği için her nanenin tadılması gerekir. Bu arada eğer ki tatlı sofraya evvel emirde konulmuşsa, çorba sonrası bir tur yemiş olmak, onun yemekten sonra tatlı olarak yenmesinde kesinlikle engel oluşturmaz.

Karnı fazlaca şişirmemek için sıcak ana yemeği tabağa fazlaca doldurmamak gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken normal zamanda alınacak porsiyonun en çok bir buçuk katı kadar miktarı yemeye çalışmaktır, daha fazlası şişkinlik yapabilir. Bu sıcak ana yemeğin yanındaki zeytinyağlıları da tüketilirken soğuk olarak tükettirmek, sofrayı hazırlayanların dikkat etmesi gereken önemli bir noktadır.

Sıcak yemek zaten bulunacağı için zeytinyağlıları soğuk servis ederek damakta ayrı bir tat ve ayrı bir konsept yaratmak adına atılması gereken bir adımdır. Tabi her zaman tavsiye edeceğim zeytinyağlının taze sıcak pide eşliğinde beyaz peynir ile tüketilmesidir. Velev ki sofrada diğer peynir çeşitlerinden bulunsa da zeytinyağlının refakatçisi tercihan Ezine veya Edirne beyaz peyniri olmalıdır. Dilimi kalın olarak kesilmişse ağızda biraz keskin bir tat bıraksa da daha lezzetli olacaktır.

Bu arada çorba içildikten sonra, zaten bir gece önce en geç sahurda içilmiş olan çayın burunda tütmesine artık bir dur demek için çayın da servisinin yapılması lazımdır. Bu çayın küçük bardakta değil de fincanda, kupa, mug, kase hatta su bardağında verilmesi çayın hemen tüketilmesi durumunda orucunu bozan kişinin çekingen bir kişiliği olup da ev veya sofra sahibini zahmete sokmamak için isteyemeyecek durumda olması ile “varlık içinde yokluk” çekilmesine, içeride demlikte aslanlar gibi kaynayan çay olmasına rağmen bardağın boş olması durumunu yaratacaktır ki hiç de istenen bir durum olmayacaktır. Halbuki çay büyük ortamda sunulursa, bitmesine yakın zamanda ev sahibinin bir vesileyle ayağa kalktığı durumda dibi getirilerek veya olduğu gibi bardak uzatılarak yeniden doldurulması sağlanabilir.

Çay1  Çay2  çay3

Tatlı kısmını haftalık kapasitemizin sonuna geldiğimiz için kısa kesmek durumunda kalsam da güllaçsız bir Ramazan düşünülemez diyerek nihayetlendirmeliyim. Ancak burada da dikkat edilmesi gereken güllacın üzerine serpilecek olan fındık veya cevizin güllaç üzerine servis esnasında eklenmesidir. Daha önceden konmuş olan kuru malzeme güllacın sütünü emeceğinden çıtırlığını kaybedecek, dolayısıyla zaten yumuşak bir gıda olan güllacın ağızda hepten yumuşak bir hal alacağı durumunu doğuracaktır.

Güllaç

Diğer yandan yeni eklenmiş cevizin veya fındığın lokma içerisinde dişler arasında çıkaracağı sesler de iftarın yalnızca damak ve mideye değil, ayrıca kulağa ve göze hitap etmesine olanak sağlayacaktır.

Hepinize sağlıklı, mutlu, hayırlı Ramazanlar dilerim. Allah kabul etsin. Afiyet olsun

84

86

Yorum bırakın