082 – Salatalık


29 Ağustos 2008

Geçen gün bir arkadaşım babasının kendi elleriyle dikip yetiştirdiği ve organik tarım olarak adlandırdığı mahsullerden bir elma ve salatalık getirdi. Yeme teferruatı daha kolay olduğu için önceliği salatalığa verdim. Normalde pazar ve manavlarda satılan salatalıkların özel olarak turşuluk olarak yetiştirilen dikenli olanlarındandı. İlk lokması gayet çıtır ve hoş geldikten sonra diğer uca ulaştığımda ağzıma tatlı olmayan, hatta eskiden olsaydı tükürerek ağzımdan çıkartacağım bir tat ile karşılaştım. Eskiden olmadığı için ne yaptın derseniz, afiyetle ve tadını duyumsayarak yedim. Yani hakikaten özlemişim bu tadı.

s
Seneler önce annemin bir arkadaşının eşi olan Erdoğan Amcaların bostanından kendi ellerimizle topladığımız yıllardaki salatalıklar aklıma geldi. Salatalıkları yemeden önce her iki tarafından birer ısırık veya bıçakla lokma alıp tadardık. Eğer acı değilse ya yerdik ya da salataya doğrardık. Salataya konacak salatalıkları tatmak şarttı çünkü acı salatalıklı salatanın tadı pek fena olurdu, yani bir bakıma salata murdar olurdu. Ama salatalığı dişleyerek yerken, hele bir de kabuklarını soyup ortadan diklemesine ikiye böldükten sonra içine dökülen tuzların eşit olarak yayılması için her iki parça salatalığı birbirine sürttükten sonra tuzun açığa çıkardığı suyu kenarlardan parmaklar üzerinden yere akmaması için yalayıp temizledikten sonra bu tuzlanmış salatalığı yerken acı kısma rast gelinirse insanın tüm keyfi kaçar, salatalığı yediğimize yiyeceğine pişman olurduk.

Kenar kontrolu yapılıp da acı çıkan salatalıklar atılmaz, mutlaka acı olan kısmı dışarıda kalacak şekilde kesilip ayrıldıktan sonra acı olmayan diğer tarafı mutlaka kullanılırdı. Yani israf olmazdı. Acı olan kısmı da alına ve yanaklara sürülüp o zamanlar henüz çok gelişmemiş olan kozmetik sanayine alternatif olarak yüz bakım malzemesi olarak kullanılırdı. Ama gene de acı olduğu için yenmezdi ve ben bu kez organik olanını acı-macı demeyip afiyetle mideye indirdim. Hatta biraz da yüzsüzlük yapıp bu durumu ballandırarak anlatınca bir ümit aynı tadı yeniden alırım diye “bir tane daha almaz mısınız?” sorusunu ikiletmeyip yeni bir tane alıp yeniden denedim ama olmadı, yani salatalığı yedim ama acı çıkmadı.

s
Salatalık deyince ve yukarıda Erdoğan Amcadan bahsedince onu bir hatırlatma yapmadan geçmeden olmaz diye düşünüyorum. Kendisi Tayyip beyden çok önceleri İstanbul Belediyesinde çalışmış ve nihayetinde Taşıtlar Daire Başkanlığına kadar yükselmiş bir Küçük Çekmece’li hoş bir insandı. Baba toprakları olan Çekmece’de bir de bostanları vardı ve biz hafta sonları veya dedemin devre tatili zamanı geldiğinde gittiğimiz Büyük Çekmece’deki Kara Kuvvetleri Kampındayken mutlaka ziyaret ederdik. Bostandan da toplaması benim için yemesi en zevklisi olanı salatalık olduğu için sadece onu hatırlıyorum ama yanında muhtemelen patlıcan, biber gibi diğer bostan ürünlerinden de toplardık. İşte bu bostan seferlerinden birinden dönüşte Erdoğan Amcanın baş lafı olan ve kendisi o lafla anılan bir adam olduğundan bana çok ilginç gelmiş. Erdoğan amcam, nur içinde yatsın, ister sevgi için yüceltmeye, isterse kızgınlıkla küfür olarak “p_zevenk” lafını çok kullanırdı. P_zevenk aşağı, P_zevenk yukarı. Hatta kızının ilk öğrendiği kelime de p_zevenk olmuş. İşte o bostan seferlerinden birinin dönüşünde ben

Yahu bu Erdoğan amca da çok komik adam. Salatalıklara bile p_zevenk diyor

diye bir gözlemimi anlatmışım.

Organik tarım olayına geri dönersek son zamanlarda bir hayli revaçta olan bir şey. Hormon ve suni gübre kullanılmadan, toprağa sudan gayrı sadece “organik” katkı verilerek yapılan bir tarım şekli. İsmine bakınca gayet iddialı ama kullanılan gübreye bakılınca çok moktan bir durum. Bir üreticinin “siz organik tarım için yapılan işlemleri görseniz bir daha yemek istemezsiniz. Bizim buralarda kimse ürettiğini yemez” lafına gönderme yaparsak çok da hoş bir şey değil. Bir organize sitenin yöneticiliğini yapmakta olan kayınbiraderimin söylediğine göre, bahçe sulama için arıtılmış suyu kullandıkları ve bahçedeki çiçek ve nebatatın normale göre iki kat daha hızlı geliştiğini belirtmesi üzerine “hatta arıtmanın rögarını açıp baktığımda berrak ve mis gibi tertemiz suyun aktığını görüyorum” dediği su için ben yeme de yanında yat tabirini kullanmak istiyorum. Suyun yükte hafif, kalitede ağır içeriği de bitkilerin coşup azmasına yol açıyor. Tabi suyun topraktan alınırken süzülmesi, bitkilerin kimyasal yollarla bu fışkıları başka şekle çevirdiğini biliyoruz ama insan kaynağını bilince düşünmemenin daha isabetli olduğu fikrine ulaşıyor.

Doğal ortamda yetişen malzemeler deyince aklıma seneler önce Orlanda’daki DisneyWorld’de “Epcot Centre” ziyaretim esnasında tüm eğlence parkının yiyecek için kullanılan malzemelerinin parkın dahilinde üretildiğini öğrenmiştim. Öte yandan, geleceğin yemek alternatifleri kısmında ise toprağa ihtiyaç duymayan sebzelerin havanın rutubetinden faydalanılarak üretildiğine de şahit olmuştum. Borulara asılmış domates fidelerinin köklerinin havada olması bir hayli enteresan gelmişti. Ama eğer ki o imalat da organik tarım şeklinde ise havada yoğun şekilde bulunan rutubetteki dışkıları soluduğumu şimdi dehşet içerisinde fark edebiliyorum. Tevekkeli o ziyaretten sonraki birkaç gün içinde hem fazla açlık duymamış hem de sanki tıraş olurken sakallarım daha çabuk uzuyor gibi gelmişti. Şimdi bu yazı vesilesiyle çaktırmadan havadan gübrelenmiş olduğumu idrak ediyorum. Acaba diyorum kullanılan gübre hayvansal mı, yoksa nasıl ki her şeyler üretilmek için kendi imkanları kullanılıyor, gübre için de ziyaretçilerin emanete bıraktıkları mı kullanılıyordu?

Aynı mekanın bir başka özelliği daha doğrusu güzelliği, kullandıkları enerjiyi de kendileri üretiyorlardı. Her binanın tepesindeki güneş pillerini güneşe doğru yönlendirip de elde ettikleri çevreci enerji o zaman beni bir hayli etkilemişti. Yalnız etraf o kadar ışıltılı ve görsel zenginlik o kadar fazlaydı ki bu değirmenin suyu nasıl oluyor da sadece kendi bünyelerinde üretiliyor diye aklıma bir kurt düşmedi değil. Ama hayranlıkla etrafı seyredip ortamın büyüsüne kaptırdığınız o zaman değil de şimdi.

Önceki yazı Cuma Yitikleri – 81

Sonraki Yazı Cuma kaydırakları – 83

81

83

Yorum bırakın