078 – ÇAY – KAHVE


1 Ağustos 2008

Çay içmeyi çok severim, yalnız çay da değil su da dahil olmak üzere tüm meşrubat çeşitleri için yorum yapmadan ve nazlanmadan tümünü tüketebilme yeteneğim vardır. Yalnız nedense kahve konusuna gelince işler biraz çetrefilleşir. Nedense herkeslerin pek bir sevdiği Nes veya Türk kahvesine bir türlü alışamadım. Acaba küçükken bize içirmedikleri için mi diye düşünüyorum ama tam olarak hatırlayamıyorum. Kahve gibi sevemediğim tek bir meşrubat ise Coca-Cola’dır. Kendimi hatırlayabildiğim ilk yaşlarımda bizim eve Coca_Cola girmezdi. Babam kolanın zararlı olduğunu söyler ve yerine renkli veya sade gazoz içmemiz yönünde telkinlerde bulunurdu. Aynı çevrede yetişmiş olmamıza rağmen büyük ve küçük kardeşlerim daha sonra kola sevmeme konusuna ihanet etmiş olsalar da ben baştan sevmeyerek başladığım kola beğenimi aynı mantara yaptığım uygulama benzeri “erkek adam sözünden dönmez” düsturunu en son noktasına kadar uygulayıp bugünlere geldim.

Çay konusu ile başlamıştım. Özellikle sallama olmayan demleme çayı içmeyi, hele ki çokça içmeyi tercih ederim. Fabrikada sabah seansında 2, akşam seansında 2 defa yapılan servise ek olarak, sadece bana özgü ekstra birer çay hakkım daha oluyor. Ola ki fabrikada olamazsam ve dışarıda bir meşguliyetle iştigal ediyorsam, o sabahki çayları fena halde arıyorum. Sanki bağımlı misali bir hoşnutsuzluk, bir adam sendecilik, hafiften bir baş ağrısı içimi için için gıdıklıyor. Ancak her ne hikmetse, fabrikada olayım ya da olmayayım, Ramazan geldiğinde niyetliyken bu söz konusu olmuyor.

Çay konusunda enteresan deneyimlerim olmuştur. Bir kere, hala daha çayı “paşa çayı” olarak içmeyi tercih ediyorum. Kaynanamın kaynar çayları aklıma geldiğinde veya yanlışlıkla dilime değdiğinde bir tuhaf olurum. Sıcak çayı, o haliyle içersem bir gün boyunca ağzımın içinde anlamsız tedirginlikler yaşarım. Özellikle kahvaltıda çayı yumuşatıcı olarak kullandığımdan kaynar olmamasına özen gösteririm.

Şeker konusuna gelince küçükken her çocuk gibi bol şekerli içerken, yaş ilerledikçe bende şekere karşı bir “üç beyaz karşıtı hareket” hesabı bir azaltma gözlendi. Bir ara tam bir kararlılık eseri, hangi boy bardak kullanırsam kullanayım, çayıma mutlaka tek kesme şeker atardım. Daha sonra bir iş gezisi için Ankara garında sabah çayımızı yudumlarken, gezi arkadaşım olan bilgisayar programcısı Özgen’in bana günde kaç çay içersem, kaç tane kesme şekerden toplam kaç tane tükettiğimi hesaplamasından sonra belki de bir hafta içerisinde önce tekten yarıma, daha sonra çeyreğe derken sonuçta çaya şeker atmayı tamamen bıraktım. Herkeslere de tavsiye ederim.

Rafine şekeri zaten tatlı nevi şeylerde vücudumuza alırken bir de çayla alıp pankreasımızı boş yere yormamak adına alınmamasını şiddetle tavsiye ediyorum. Şekeri bıraktıktan sonra yanlışlık eseri bile olsa şekerli çayı yudumladığımda, artık nankörlük mü denir bilemiyorum ama, ağzımın tadı kaçıyor.

Çay ile ilgili bir anımı daha önce sizlerle paylaşmıştım okumamış olanlar için de ekte ayrıca veriyorum. Ama çay içerken, hele ki Fuad ile beraber içerken, aynen kardeşi Cüneyd’in Mahmut yüzünden gol yemiş olması gibi durumdan vazife çıkarırmışçasına adı konulmamış bir zafer hissini yaşamıyor değilim. Bakınız; İLK YAZI: demli mi dediniz

Seneler önce Yeni Dünya ziyaretim esnasında kuzenim Aziz’in çayı buzlu olarak hazırlamak üzere Oralet benzeri suda eriyen tozu alıp onu sulandırdıktan sonra buzdolabında içime hazır halde bırakıp onu tüketme yolunu seçse de ben nedense sallama çay hazırlamayı yeğlerdim.

Çocukluğumdan hatırladığım özel ve güzel tadların başında evde babamın hazırladığı havuç suyuna eklenmiş limon suyu ile bütünleşmiş, Feng Şui’ye uygun turuncu rengiyle insana farklı üstünlükler katan meyve suyu gelir.

Uçağa binince de nedense insana domates suyu içme hissi geliyor. O domates suyunu içenlere sorsanız acaba kaç tanesi ayakları yere basarken o nefis, hele ki karabiber ile zenginleştirilmiş saf domates suyunu içmiş olabilirler.

Yeni Dünyada iken özellikle SubWay sandwich dükkanlarında o güzelim sandviçe eşlik etmek üzere bizim bildiğimiz normal limonatayı tercih ediyordum. Öncelikle gazlı içeceklere karşı tatlı içecekleri daha fazla seviyorum. İkincisi kolaya göre daha ucuz oluyorlardı, yani körün istediği bir göz, Allah vermiş hem de yeşilinden iki göz. Üçüncüsü ve en önemlisi limonatada “free refill” olarak adlandırılan, içebildiğin kadar iç misali bitirdikçe yeniden doldurabilme imkanı.

Tabi bu arada SubWay sandviçlerine de ayrı bir paragraf açmanın gereğiyle olayı anlatmalıyım. Ekmekler tam olunca “1 foot” yani bir ayak boyunda, 33 santim, isterseniz yarısını kestirip “6 inch” yaptırabiliyorsunuz ama ben orada bunu yaptıranı görmediğim gibi insanın iki tanesini yiyesi bile gelmiyor değil. Tezgahın arkasında aportta beklemekte olan tezgahtara istediğiniz boyu ve et cinsini söylüyorsunuz. Ben orada genellikle “Roast Beef” seçiyordum, tadı bizim salam ve sucuk benzeri et aynı ekmek boyunda olup içi fazla hamurlu olmayıp yarılmış olan ekmeğin içine yatırıldıktan sonra tezgah boyunca karşılıklı olarak ilerlerken oradaki içeriklerden hangilerinin ekmeğin içine gireceğini belirtiyorsunuz. Ben her seferinde her malzemeyi işaret edip koyduruyordum. Farklı çeşitlerde peynir, her renginden zeytin, envai çeşit yeşillik konduktan sonra eklenen tuz ve zeytinyağı ile tamamlanan dünyanın sekizinci harikasını öyle uygun bir naylon torba içerisine koyuyorlar ve siz yedikçe üstten aşağıya doğru kıvırıyorsunuz ki, içerik ilk konduğu yerdeki pozisyonunu kaybetmiyor ve alttan da pörtlemediği için insani yediğine pişman etmiyor. Bu nefis lezzeti o kadar çok sevmiştim ki, insanları kendilerinden yemeleri için promosyon amaçlı dağıtılan ve her alışverişte kasada damgalatılan kartı hepten doldurunca beleş yeme fırsatını birkaç kağıdı doldurarak birkaç ekstra lezzet, ama daha lezzetli olan beleş lezzet haliyle kullanmıştım.

Yeme kısmını bırakıp içeceklere dönüp diğer meşrubatlara gelince soğuk olarak içilen, yukarıda da bahsetmiş olduğum, kola harici tümüne karşı bir yakınlığım vardır. Sağlığın el verdiği şartlarda sıkça kan verdiğimden vücuda sıvı almanın yararına inandığımdan günde muhtemelen en az üç dört litre sıvı tüketirim.

Farklı lezzette olup da her yerde bulunmayan lezzetleri de tatmaktan ayrı bir zevk alırım. Bu konuda farklı olarak tabir edebileceğim en önemlisi Ali Muhiddin Hacı Bekir mağazalarında satılan ve başka yerde görmediğim Demirhindi gelir. Mayhoş olmasının yanı sıra tatlı da olan ama içildiğinde ağızda kekremsi bir tat bırakan bu sıvıyı en az bir kez tadılması gerekir deyip yolunuzu AMHB dükkanlarına uğratacağınıza eminim.

Seneler önce SEK mağazalarında satılan MANGO suyu da bir zamanlar en favori içeceklerimdendi. Yalnız içindekiler kısmını okuduktan sonra nedense biraz soğuduğum bu mango içeceğinin içeriğindeki “fermente peynir altı suyu” benim iştahımı kaçırmaya yetmişti.

Bu hafta da ne yazayım derken gene istiap haddimi doldurup yolun sonuna gelmişim. Haftaya gene Allah Kerim.

77

79

Yorum bırakın