039 – Balık


26 Ekim 2007

Ne güzel bir besindir, üstelik de bir hayli lezzetli. Hatta neredeyse hepsinin lezzeti de birbirinden farklı. Piştiği zaman etrafa yaydığı koku aynı olsa da “denizden babam çıksa yerim hesabı” pek çok kişinin sevdiği bir yiyecektir. Babam gençliğinde yediği bayat bir balıktan zehirlenince balığa karşı bir antipati oluşturduğundan yemezdi ama onun dışında balık sevmeyen sadece inatçılık uğruna sevmediğini ve yemeyeceğini söyleyen çocuklardır.

En vejetaryenler bile eğer ki saf otla beslenmiyorlarsa balığa hayır demezler (bkz. bundan birkaç sene öncesine kadar aniden bir zekayla vejetaryen olan ablam Mehveş).

Balık sadece yemek olarak karşımıza gelen bir şey değildir. Bazıları yemeseler bile avlanmaya bayılırlar. Gecenin bir köründe kalkıp avlanmaya gidenlerden avlanmak adına geceleyenler bile var. Arkadaşlarının beraberlerinde götürdüklerine, yakaladıkları balıkları dayımın mendil ile tutmaya çalışıp keyiflerini kaçırmasıyla pişman olup bir daha gitmediklerini hep hatırlarım.

Bundan seneler önce fabrikadan hareketle Ömerli baraj gölünde avlanmaya giden küçük patronum Serhat önderliğinde balığa çıkan Vehbi bey ve bekçimiz Salim’den oluşan üç kişilik grup gecelemek üzere gittikleri gölün kıyısında yağan yağmurda hiç ıslanmadan çadırları içerisinde gıvış gıvış eğleşirken, zamanımızın iletişim illeti cep telefonu haberleşmesinin kesilmesi nedeniyle ertesi sabah fabrikada bir kriz masası oluşturulmuştu.

Olay gece aniden başlayan yağmurun gök-gürültülü sağanak halini alması sonrasında çevredeki TurkCell anteninin dumura uğraması sebebiyle cep telefonlarına ulaşılamayınca başta Serhat beyin eşi olmak üzere abisi de olaya dahil olunca fabrikada çok elektrikli ve stresli saatler yaşandı. Önce iletişim kurulamaması üzerine eşler ve ağabeyler fabrikaya geldiler. Jandarma bölgesinde olduğumuzdan haber verilen jandarma hemen kriz merkezine ulaştılar. İlk olarak havadan helikopter ile araştırma yapılması teklif edildiyse de havanın sisli ve yağışlı olması bunu engelledi. Ne yapılacağı konuşulurken ortaya gölün haritaları çıkartıldı. Sonunda bir tekne ile gölden araştırma yapılması istendi. Bu arada tanıdık torpiller çalıştırılmaya çalışıldı. O sıralar İsviçre’de olan üst düzey bir TurkCell yöneticisi aranarak bozulan antenin tamir edilmesi istendi ancak yağmakta olan yağmur ve fırtınanın devam etmesi bu tamiratın gerçekleşmesini engelledi. Olay gittikçe dramatik bir hal alıyor ancak elden de yapılacak bir şey gelmiyordu. Fabrikada artık iş yapılmaz olmuş, herkes balığın gazabına uğradıkları zannedilen avcıların başına ne gelmiş olabileceğinin en dehşetengiz seçeneklerini birbiriyle paylaşmaya başlamıştı. Sonunda bir sürat teknesi fabrikaya ulaştı. Hemen haritalar ortaya açılıp gölün neresinin tekneyi indirmek için uygun olacağının planı yapılmaya başlandı. Bu arada bir grup Bayram ve Yavuz beyler önderliğinde arabayla gidip kazazedelere karadan ulaşmaya çalışıyorlardı. İşte tam teknenin nereden yüzdürüleceği düşünülürken kara arama grubundan balıkçıların sağ salim ortaya çıktıkları haberi geldi. Kriz masasındaki akrabalar bir anda bir duygu boşalması ile ağlaşmaya başladılar.

Biraz sonra kara araştırma grubu geri geldi ama balıkçılar ortada yoktu. Bayram bey yağan yağmurdan biraz ıslak da olsa Yavuz bey, ki kendisi Diyarbakırlı bir emekli öğretmen olup fabrikanın idari işler amirliğini yapmaktaydı, sudan çıkmış balık vaziyetlerinde idi. Meğer kazazedeleri tekneleri ile dönüş halinde görünce sevinçten ve biraz da kızgınlıktan suya doğru seyirtmiş, kaygan taşlarda kayıp yağan yağmurdan ıslanmak yetmezmiş gibi bir de gölün soğuk sularının tadına bakmış. Bir iki gün içinde Bayram bey grip, Yavuz bey ise yataktan kalkamayacak kadar şiddetli gribe yakalanmışlardı.

Kazazedeler ise yaklaşık yarım saat sonra gittikleri gibi, yani üstü açık arkasına Zodyak motor bağlı olan cipte, yirmi dakikada açık bir araçla seyahat edip ıslanabileceği kadar ıslanmış, ama yarattıkları krizin bilincinde yüzlerde hafiften mahcubiyet kızarıklığı ile fabrika bahçesine neredeyse tezahüratlar içinde girdiler. Yarattıkları krizin aksine kendileri, gerçi aksini kimse iddia edecek durumda değil ama, çok keyifli saatler geçirmişler; akşam yağmur başlayınca çadırlarında kuru kuru ve açık havada umarsızca uyumanın rahatlığında ve oltanın ucundan kaçırdıkları koca koca balıkları anlatacak kadar hoş anlar geçirmişler. Tabi, kriz masası kurmaylarından yemiş oldukları zılgıtlar nedeniyle bu av macerasından fazla bahsetmediler.

Balık deyince tüm çocuklar zorla içirildikleri BALIK YAĞI yüzünden anne ve babalarına karşı az husumet beslememiş de değillerdir.

Oğlak, Boğa gibi inatçı, yengeç-akrep gibi ısırgan hayvanların yanında burçlarda da kendine yer bulabilmiştir balık.

İlk mesajlarımdan biri olan “Ecdad Edici Ceddimizdir Balık” anısındaki yeri bile balığın her yerlere girebildiğinin göstergesidir.

Akıntıya karşı yokuş yukarı, çağlayanlardan zıplayarak giden balıklar da azimle taşın bile delineceğini ispat ederler.

Balık, baştan kokarken, kavağa çıktığında imkansız pek çok şeyin olabileceği de söylenir.

Yazımı, bilmeyenlere bildirme, unutanlara ise hatırlatma olarak Sünger Pizza’nın tadı hala damağımda olan çorbasıyla bitirmeyi uygun görüyorum. Hepinize afiyetle yiyeceğiniz balıklı menüler dilerim.

38

40

Yorum bırakın