170 – CUMA kuruları II


21 Mayıs 2010

Hatırlanacağı gibi geçen hafta servise gitmiş ve Allahın şanslı kulu olduğumdan bahsetmiş ve öğle yemeğinde fasulye yediğimi ve yemeğin de olabildiğince ve alabildiğince lezzetli olduğunu belirtmiştim.

Enteresandır, evde yapılan fasulye ile dışarıda yapılan farklı yemekler gibi geliyor bana. Evde mutlaka malzemeden çalmadan, zeytinyağı ile yapılıyorsa halis ve sızma olanıyla, etli ise kuşbaşı değil de parça etli, horoz ya da bodur fasulyeden değil de en azından Dermason fasulyeden yapılır. Pişmesi ise diri kalmayacak şekilde iyi pişmiş olur. Suyu parlaktır ve sıçrama kabiliyeti yüksektir. Ola ki elinize aldığınız ekmek parçası elinizden kayarsa mutlaka sulu yerine rastlar ve havaya sıçrayan su ne hikmettir ki yeni giyilmiş ve normal olarak giymeye kıyamadığınız gömleğin tam göğüs kısmına ve üzerinizde hırka olsa bile onun kapatamayacağı şekilde herkesin göreceği bir yeri kırmızı leke yapacak biçimde gelerek adamı fasulye yediğine yiyeceğine pişman eder. Gerçi bu olay dışarıda yediğiniz fasulyenin her ne kadar suyu daha mat ve daha az akışkan olan suyunun üzerine düşmesi şeklinde tezahür ederse de aynı etkiyi yaratır. Bu durumda tabi herkesin ne hikmetse mutlaka bildiği yara üzerine tuz basmaya benzeyen leke üzerine tuz basma olayını doğurur. Ama herkesin bildiği bu olay nedense gömlekteki yağ lekesini asla geçirmez. Belki de yağın gömlek tarafından, reklâmdaki gibi emilimini arttırıp, dolayısıyla daha bir emilip iyice dokuya nüfuz etmesine yol açar. Artık akşam, üzerinizden gömleği çıkarana kadar bir azap olur ki sormayın gitsin. Kiminle görüşürseniz görüşün ve ne kadar saklamaya çalışırsanız çalışın muhatabınızın gözü mutlaka lekeye takılır. Önce yer yarılsa da içine girsem moduna girip mahcup bir şekilde öğle yemeğinde fasulye olduğunu, elden düşen ekmeğin arkasından çaresiz gözlerle bakınırken sıçrayan suyunun bunu yaptığını anlatmak zorunda kalırsınız.

Piyasa fasulyesinin, yani bir lokanta veya kantinde yediğiniz fasulyenin taneleri iyice pişmiş olur. Hani çatalın arkası ile bastırıp püre haline gelebilecek kıvamda, İngilizcede et için kullanılan iyi pişmiş “well done” halinde pişirilmiş olarak önünüze gelir. Üstelik daha ucuz malzemeyle yapılmış fasulyenin neredeyse suyuna vermiş olduğu özüyle taneler iyice kurumuş, suyu ise iyice derişmiş yani derişik olur. Yalnız bunun bir istisnası pilav üzerine fasulye suyu konan lokantalarda karşımıza çıkar. Pilav garibanı en iyi doyuran yiyecek olduğundan çok tüketildiğinden üzerine konan fasulyenin suyu da tabi mümbit olabilmesi için pişmiş fasulyenin üzerine kaynamış su eklenerek su her zaman pilava hazır olarak tencerede üretilir. Böyle olunca da o tür lokantalardaki fasulyenin suları olabildiğine duru olur.

Sizlere evvelki haftalarda haziran ayının ikinci yarısında çoluk, çombalak ve baldız Almanya merkezli olmak üzere küçük bir Avrupa turuna çıkacağımızdan bahsetmiştim. Yıllık izin planımı yapacağım zamanlarda Almanya’da geçici ikametle oturan kuzenim de uzun süredir bizi yanına davet etmekte idi ve Temmuz ayında geri dönecekleri için bizim, büyük kızımın SBS sınavından sonra ama temmuzdan önce gitmek üzere biletlerimizi daha Ocak ayı bitmeden edinmiştim. Artık vakit iyice azaldığından da pasaportlarımızın süresini uzatmak ve vize almak zamanı gelmişti. İşte o yüzden dün sabah Emniyet Müdürlüğüne gitmek üzere planı yaptım. Günlerden 20 Mayıs olduğundan da 19 Mayıs sonrası okulların tatil olması sebebiyle çocuklar okullarından da kaybetmeyeceklerdi.

Daha kısa bir süre önce annem pasaport almak üzere aynı yolu takip ettiğinden kendisinden ne gibi evraklar lazım olduğunu ve ne zaman gitmem gerektiğini öğrendim. Günde yaklaşık 150 kişiye hizmet verebilen Emniyet Müdürlüğünden pasaport işlemi yaptırabilmek için sabahın köründe gidip kuyruğa girmek gerekiyordu. Ben de sabah altıda yola çıkıp altıyı çeyrek geçe vardığım müdürlüğün önü gene bir hayli kalabalıktı. İnsanlar daha kapılar açılmadan gidip yerlerini sağlama almak üzere doldurdukları listeye adımızı yazdığımda elli ikinci sırada olduğumu görünce biraz bozulmadım değil hani. Ama yapacak bir şey yoktu ve kapıların açılması için saatin sekizi beklemeye başladım. Bu arada evle konuşup sekizde kapının açıldığında çoluk ve çocukların sırada olmaları için gerekli ayarlamayı yaptık. Veeee, saat sekize beş kala kapı açılıp insanlar içeri alınmaya başladığında içim bir fena oldu çünkü ben ola ki içeri girersem kızlar dışarıda kalacak, belki de onlar ruhen hep kalbimde olsalar da fiziken orada olmayacakları için sıra numarası verilmeyebilirdi. Ama benim kapıdan girişime iki metre kala caddede duran taksiden atlarcasına inen kızlarım ve sevgili eşim sıraya vaktinde yetişmişlerdi. Listede her ne kadar elli ikinci sırada olsam da bir şekilde araya girenler yüzünden elli yedinci sıradan fiş alabildik.

Uzunca bir beklemeden sonra, ki kızlarımın ucunda gezi olduğu için muhteşem bir sebat göstermelerinin sonunda saat on ikiye yirmi kala pasaport dairesindeki işimizi bitirebildik. Sabah erkenden çıkıp çayımı bile içemediğimden ve beklemekten yorulduğumdan midem kazınıyor, başım da hafiften dönüyordu. Eve çocukları bırakıp da işe dönmek üzere vardığımda evde beni muhteşem bir sürpriz bekliyordu.

Tabi bunca girişten sonra ne olduğunu anlamak çok kolay. Tabii ki nohuttu bu beni bekleyen. Pilav, beyaz peynir ve taze ekmek eşliğinde yediğim nohut da tam hakkı verilerek pişirilmişti. Fasulye pişirilirken her ne kadar çok pişirilerek tabağa konulsa da nohut pişirilirken biraz daha diri bırakılması gerekir. Pilav ile yerken ağızda pilavın yumuşaklığı, peynirin yapışkanlığı ile nohudun diriliği farklı lezzetlerin farklı sertlikte damakta hissedilmesiyle daha farklı bir lezzet cümbüşü yaşamanın keyfini pek bir şeye değişmem diyorum ama buna çok da söz veremiyorum çünkü farklı lezzetlere karşı olan zaafım beni başka bir menü karşısında da aynı zevki yaşamaya davet edecektir.

169

171

Yorum bırakın