081 – Yitirdiklerimiz


22 Ağustos 2008

ahmetsezginGeçenlerde gazetede küçücük bir haber olarak Ahmet Sezgin’in öldüğünü okudum. Kendisi teyzemin hep seyrederken başına başörtüsü takılırsa ne kadar kadına benzediğine dair betimlemede bulunduğu bir şarkıcı idi. Yanağındaki et beni de eşarbı takarsa hakikaten dişi bir hava yaratmayacak gibi de değildi. Radyonun insan hayatında önemli olduğu, televizyonun daha hayatımıza girmediği zamanlarda sesiyle öne çıkmış şarkıcılardan biriydi.


tanersenerO haberi okuyunca aklıma bir zamanlar meşhur olmuş ama hayattan ayrıldıktan sonra pek de fazla hatırlanmayan bazı sanatçılar geldi. Bunlardan aklıma ilk gelenlerden bir tanesi Taner Şener. Hoş bir adamdı. Televizyonun ilk yıllarında daha henüz furyaları başlamamış olmasına karşın birkaç bölüm bir yerli dizide dedektif rolüne soyunmuştu. Kıyafeti siyah-beyaz pötikareden bir kısa pelerin ve kafasında yuvarlak olarak kafaya geçen, tipik, dedektif şapkasından oluşuyordu. İsmi ise isminin İngilizce olarak okunduğu haliyle “Teynır Şeynır” olarak belirlenmişti. Üzücü bir kazada küçük kızını kaybettikten sonra cinsel tercihinin değiştiği ve hafiften Zeki Müren’e doğru kaydığı söyleniyordu. Ama ben kendisini hep mutlu suratı ve zor şarkılar söylediğinde biraz zorlanmaktan sanki peklik çeken bir adamın ifadesi ile hatırlıyorum.


uzayhepariSezen Aksu’nun yanında yer alan ve muhtemelen Sezen tarafından keşfedilmiş büyük yeteneklerden biri de Uzay Heparı idi. Şarkılarından Sezen’in söylediği “Küçüğüm” adlı şarkıyı hala daha ilk duyduğum andaki zevk ve huşu ile dinlemekteyim. Kendisinin evlenmek üzere seçtiği Zeynep Tunuslu hakkında ise yorum yapma işine girmeyeceğim yalnız tek diyeceğim gönül kimi severse güzel odur (ben de Zeynep hanımı nedense sevememiştim). Kasksız olarak kullandığı motosikletiyle ne acıdır ki, bizi hep güldürmüş olan Demet Akbağ’ın arıza yapmış aracına çarpıp hayatını kaybetmişti. İsmi ve soyadı ile futbol hakemlerimizi aratmayan bu genç yeteneğin zamansız göçüşü ile ortalık maalesef ki Sandal’a ve Serdar’a kaldı.


grupvitamingokhanKendisini dinlemekten mahrum olduğumuz bir başka eğlenceli kişilik de Grup Vitamin’in Gökhan’ıdır. İlk çıkardıkları kasetin başarılı olmasından sonra pek çok taklitleri çıkmış olsa da o üçlünün orijinal olmaları ve bana göre hakikaten kaliteli işler yapıyor olmaları yüzünden ve Gökhan’dan sonra iki kişi ile yürütemediklerinden grup dağıldı ama hala daha bazen şarkıları aklıma geliyor.


Gene zamansız gittiğine inandığım ilk Viagra şehidimizi olan BarışManço.jpg da şarkıları, televizyon programı ve ödün vermeden takındığı farklı görünüşüyle her zaman için sevgi dağarcığımda yer alan sanatçılardandır. Dünyayı gezerek meydana getirdiği televizyon programı için her Pazar sabahını iple çeker olmuşken posta kodu uygulamasının da en önemli uygulayıcısı ve destekleyicisi olması bakımından PTT tarafından madalya ile şereflendirilmesi gereken sanatçının “Barış Manço, Moda, 81300 İstanbul” adresi ne yazık ki 67 olup da alfabetik sırayla giden plaka sistemine daha sonradan ilave edilen illerle 80 ve 81 numaraları tanımlandıktan sonra üçe ayrılmış İstanbul’un 80 ve 81’li adresleri doğal sayısı olan 34’e dönünce mazi olmak zorunda kaldı. Ola ki yaşasaydı adresi “Barış Manço, Moda, 34710 İstanbul” olarak değiştirilmek zorunda kalacaktı. Kendisinin Uzak Doğu taraflarında çok sevilmesinden dolayı oraların fahri vatandaşı olması yanı sıra şarkılarını Çince, Japonca, Taice gibi seslendirmesi ve yöre sanatçıları tarafından seslendirilmesi bana hep Sezen Cumhur Önal’ın vakti zamanında radyoda yaptığı yayınlarda yabancı ne kadar artist varsa hepsine Türkçe olarak söyletmiş olduğu şarkıları hatırlatıyordu. Kendisinin hep yapmak istediği ama ömrünün yetmediği bir şey ise Cumhurbaşkanlığı idi. Kendini bu işe hem gerekli donanıma sahip olarak hazır hissetmesinden dolayı o makama talip olmasına rağmen politik olmayan kişiliği ile pek de destekleneceğini zannetmiyordum.


CemKaraca.jpgBarış Manço deyince de aklıma nedense hep Cem Karaca gelirdi. Annesi Toto’nun ismine pek bir gülerdim ama nedense hiç de yadırgamazdım. İkinci Amerika seyahatim esnasında Los Angeles civarında ünlülerin mekanı olarak bilinen Sunset Bulvarında Pasifik kıyılarını da görüp gezerken arabanın radyosunda çalan “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında” adlı şarkısıyla sıkı bir tezat oluşturmaktaydım. Bir zamanlar Nil Burak’ın da seslendirdiği “Ben ekmeğimi böldüm de yedim” diye başlayan şarkısındaki “Bbbııeeeeennnnn” diye girişi ise en sevdiğim şarkı girişlerindendir. Nasıl hissederek söylediyse insanüstü bir haykırış ile böğürüş arasında bir acayip sesler topluluğunu gırtlağından çıkartmıştı.


ÇiğdemTaluMelihKibar.jpgŞarkıcıları andığıma göre onların alt yapısını oluşturan ama gene zamansız ayrılanlardan Çiğdem Talu ve Melih Kibar’ı anmadan geçmek hem Türkçe Sözlü Hafif Müziğe hem de senelerdir aynı keyif ve beğeniyle kendisini dinlemekten asla vazgeçmeyeceğim Erol Beye ayıp olurdu diye düşünüyorum. Hatta geçenlerde almış olduğum “İşte Öyle Bir Şey” isimli albümü de, yaşı kemale ermemiş olsa bile otuz yaş üzeri dinleyicilerin kesinlikle çok zevk alarak dinleyecekler bir albüm olduğunu belirtip hararetle tavsiye ederim.


“Kan ve Gül” şarkısıyla ünlenmiş ve başka bir şarkı da yapmayarak anılarıma sadece bu şarkı ile işlemiş olan İskender Doğan ise, Allah sıhhat, afiyet ve uzun ömürler versin, belki reklam için belki de kendisinin tamamen dışında gelişen bazı söylentilerden, en meşhur olduğu sıralarda kan kanseri oldu rivayetleri dolaştığında kendisine hem acımış hem de ne zaman yolcu olacak diye gidişini bekler olmuştuk. Ama maşallahı var ya hakikaten hastaydı ve hastalığı yenebildi, ya da asılsız bir söylentiydi ve zaten kendisine de fazla yararı olmadı ki hala daha İskender Doğan deyince Kan ve Gül’den başka bir şarkıyı hatırlayamıyorum.

KemalSunal.jpgVakitsiz gidenlerin arasında gene kabullenmekte en zorlandıklarımdan biri de hayatta “eşşoğlueşşek” lafını en güzel söyleyen Kemal Sunal’dır. Muhtemelen, her gün herhangi bir kanalda, kendisinin bir filmini, hatta birkaç filmini seyredebilmek mümkün olabilir. Yalnız işin ilginç tarafı, kim olursa olsun, eğer ki seyredecek uygun bir yayın yoksa “Hababam Sınıfı” veya “Tosun Paşa” – “Süt Kardeşler” gibi filmleri hiç sıkılmadan, ben bunu bir hafta öncesinde seyretmiştim diye düşünmeden ekrana takılabiliyor. Kendisinin ışığını oğlunda da gördüğünü söyleyenler var ama Ali Sunal’ı ilk kez seyrettiğim “Propaganda” filmindeki gıcık karakteri yüzünden hala tam ısınarak seyredemiyorum. Her ne kadar “En Son Babalar Duyar” filminde pek gıcık olmasa da ilk intiba yüzünden yıldızımız barışamadı. (Gıcığım ineğe!)

Hepinize gıcık kapmak bir yana, hoşlandığınız sanatçıları en uzun süre seyretme, dinleme zevkinizin olabildiğince uzun olacağı günler ve aylar dilerim.

Önceki Yazı  Cuma otluları – 80

Sonraki yazı Cuma salatalıkları  – 82

80

82

Yorum bırakın