065 – Kaç Yaşa


 24 Nisan 2008

Seneler, seneler evvel, bizim evde şöyle bir beste sıklıkla duyulurdu.

Aysın Aysııın, sen kaç yaşasın?

Sonradan bu “Aysın Hanııım, sen kaç yaşasın?” şekline dönüştü. Yani ilk başlardaki daha samimi hava, daha sonra olgunlaşma sürecinde hanıma dönüşmüştü. Babam ki, kendisi son derece ciddi, vakur ve Diyarbakırlı olarak, değil şarkı söyleyip ritim tutmak, gülümsemeyi bile zorla yapan biri olarak evde, muhtemelen annem mutfakta onun sevdiği bir şeyleri yaparken, sevgi gösterisinde bulunmak üzere bu nağmeyi döktürürdü. Tabi bu name dudaklardan dökülürken, olduğu yerde ağırlığı bir sağ peşinden de sol ayağa verip hafiften titreyerek olaya dansımsı bir hava katmak da eğer ayakta söylenmekte ise olmazsa olmazlardandı. Daha sonra aynı beste Murat’ın çeşitli eklemeleri ve değiştirmeleriyle uzun seneler söylenegeldiyse de bendeki en etkin hali içerisinde “KAÇ YAŞA” kısmını barındıran hali idi.

SCHICK.jpgHenüz ailemiz çekirdek aile halinde iken yani evdeki nüfus sayımız beş iken ve biz çocuklar henüz evlenip de evden ayrılmamışken, evde otoriteyi babam; tolerans ve yumuşaklığı annem gösterirdi. Annem yumuşak haline karşın gerektiği yerde gereğini yapmayı bilirdi. Beni en çok şaşırtan olayları şimdi düşündükçe kendime çok yakın buluyorum. Bir gün evde oturmuş babamın kullanıp değiştirdiği, ancak henüz keskinliği geçmemiş SCHICK marka jiletiyle karton keserken, çocuk aceleciliğiyle sol başparmağımı sıkı bir şekilde yarmıştım. Hemen annem olaydan haberdar edip gerekli müdahale yapılıp da parmağım artık kanamaz hale geldiği anda annem yere yığılıvermişti. Yani kendisini kan tutmuş, ancak benim elim müdahalesinde bulunulana kadar kendini sıkmıştı.

Bir başka seferinde 80 öncesi lise yıllarımız esnasında, bilhassa bizim lisede sıklıkla yaşanan boykot olaylarından birinde, boykot dolayısıyla ders yapılmayıp okuldan çıkıldıktan sonra ben doğrudan eve dönmüştüm, ablam ise okul güruhuyla beraber sloganlar atarak Kadıköy iskeleye doğru yürüyüşe geçmişti. Ablamın başına bir iş gelmesinden korkan annem sakinleşmeye çalışmış ama başaramamıştı. Derken kapı çalınıp ablam sağ salim eve gelince tabi onu koridorda karşılayan annem anında koridora yumuşak inişle bir plonjon yapmış ve bizi bir hayli korkutmuştu.

AyberkÇölokİleride kendisini Cumalarımıza konuk edeceğim Dayım Ayberk de annem gibi adrenalini yükseldiğinde gerekeni gerektiğinde yapıp işler yoluna girdikten sonra kendisini koyuveren bir yapıya sahipti. Geçirdikleri bir trafik kazası esnasında içinde bulunduğu minibüsün karşıdan gelen kamyonetle çarpışacağını anlayınca kolunu iki tarafa açarak her iki tarafında oturanları tutarken dayandığı ayağının dizi parçalanmış, ancak kendisi bunun farkına bile varmadan kaza sonrası ilk yardımı tüm arkadaşlarına uygulamış, hatta kolu çıkmış birinin kolunu yerine oturtmuş, yardıma gelen araçlarla herkesleri en yakın sağlık ocağına ulaştırdıktan sonra doktorun diğerlerine gerekli müdahaleyi yaptığına emin olup sıra kendisine geldiği anda bayılarak olayı noktalamış.

Annemin gene bana yakın olarak gördüğüm yanlarından biri de ortamın gerilmemesi için bilhassa evde ve genellikle yemek söz konusu olduğunda karşısındaki lehine feragat etmeyi düstur etse de işler artık karşı tarafın suiistimaline varınca gerekeni yapmasıdır. Dayımla başlarından geçen bir yoğurtlu ekmek olayı vardır ki sabrın sonu selamet, ancak fazla ısrarın sonu da yiyeceğin yemeğin kafanda son bulması gibi bir sonla sonuçlanacağının en güzel örneklerindendir.

Ninem çocuklarına yemeleri için birer tas içerisinde yoğurda ekmek doğramış ve önlerine koymuş. Dayım büyük çocuk olarak biraz da şımarıklıktan ve olay çıkarmak adına annemin önündeki kaptaki miktarın daha fazla olduğunu ileri sürüp değişmesini istemiş. Ninem de annemin zaten karşı çıkmayacağını bildiğinden kapları değiştirip içeri gitmiş. Dayım peşinden yanlış gördüğünü diğerinin daha fazla olduğunu söyleyip isteyince annem gene olgunlukla karşılayıp kapları değiştirmiş. Ancak ne zamanki dayım isteğini üçlemiş, o zaman annem önündeki kabı değiştirmek yerine doğrudan dayımın başından aşağıya ters olarak geçirivermiş. Sonuçta hem yoğurttan olmuşlar hem etrafı batırdıkları için dayağı yiyip oturmuşlar ama gereken dersler verilip alındığı için herkes mutluymuş. Muhtemelen dayım o olaydan sonra anneme karşı daha saygılı olmuştur diye düşünüyorum.

Aynı saygıyı benim bir büyüğümle yaşadığım bir olaydan sonra da aramızda yaşamışlığımız ve hala daha yaşıyor olmamız vardır. Biz küçükken ablamla dışarıda her ne kadar iyi geçiniyor gibi olsak da evde ortamı bozmak için fırsatını kollardık. Benim küçük olmam dolayısıyla hem çene hem de kol kuvveti bakımından zayıf olmam yüzünden uzun seneler ezilmişliğim vardı. Artık canıma tak etmiş olmalı ki, günün birinde gene bu tacizlerden biri sonrası, o esnada sedirde teyzemle beraber oturmakta olan ablamı kavrayıp omzuma serdikten sonra kendi etrafımda bir kez döndürüp tekrar sedire geri koymuştum. İşte o bizim o andan sonra süt liman yaşamamıza ve bir daha didişmememize yol açmıştı. Yani bir bakıma hakkım olan saygıyı biraz bilek gücü kaba kuvvetle almış olsam da darp olayı meydana gelmediğinden vicdanım ve fikrim hür olarak devam etmekteyim.

İnatçılık deyince gene ilginç bir durum annemin yapmakta olduğu lezzetli yiyecekler konusunda olurdu. Küçük Emrah misali “yaptım mı taaaam yaparım” hesabı bizim bir şeyi yapmıyorsun artık dediğimizden sonra yaptığı muhallebi, krem-şokola gibi tatlı nevinden gıdalar yiyeni bıktırana kadar, peş peşe yapar ancak daha sonra bir daha izine rastlanmazdı. Küçük kaplar içine yapılan, örnek, muhallebi veya onun kahverengi kardeşi, yapılıp buzdolabında yerini alır, bizler de afiyetle yerdik.

Araya benim krem şokolayı yiyiş tarzımı bir tarif etmek isterim. Öncelikle kullandığım kaşık eldeki mevcut en küçük kaşıktır ki yeme esnasında lokmalar küçük olacağından yeme işlemi ve ağzımdaki tat en uzun sürsün. İkinci olarak önce üstte kalan kaymak tabakayı yerim. Oranın tadı aşağıdan biraz daha farklıdır, dolayısıyla sanki iki farklı tatlı yemiş gibi olurum. Üçüncüsü tabağı son damlasına kadar sıyırırım ve eğer yeteri kadar yayvanlık varsa dilimle de sıyırma işini biraz abartarak tabağı mümkün olduğu kadar “doğrudan makinaya” haline getirmeye çalışırım.

İşte bu tatlılar, kase- kase hazırlanmış olduğu için yendikçe azalır, sonunda da eğer ki tek tabak kalırsa nezaket icabı herkes diğerleri yesin diye bırakınca yenmeyen bu son kase tatlı zamanla kuruyup ufalır, kenarlardan ayrılır ve sonunda iyice kuru bir hal alınca artık eskisi kadar zevk vermediğinden, genellikle benim tarafımdan “malın haram olacağına canım haram olsun” düsturu hesabı bitirilirdi. Eğer ki çok ısrar edip de anneme tatlı yaptırmışsak, bittiğinde annem hiç ara vermeden tekrar yapar, tekrar yapar, sonunda muhtemelen artık tatlının dolaptaki varlığına alışıp kanıksadığımız için, biraz da bıkkınlıktan yemez oluruz, annem de artık bunlar yemiyorlar diye uzunca bir süre yapmayı durdururdu.

(To Be Continued)

64

66

Yorum bırakın