338 – Orhan Okay


Geçen haftaki yazımı “Kayıpların böyle can yakmadığı bir yıl olur inşallah 2017” diye bitirdikten birkaç saat sonra arkadaşım Fuad’ın o kötü haberi veren telefonu ile yıkıldığımı söylemeliyim.
Orhan Amca ile ilgili aşağıdaki satırları yazabildim, nur içinde yatsın.

20 Ocak 2017

Ama otuzaltı yıl, ömrümün yarısına yakın bir süreyi severek, şikâyetsiz hatta ayrılmayı aklıma bile getirmeden bu şehirde yaşayışım, bana “Quo vadis?” sorusuna cevap veren Hazret-i İsa’nın gururunu yaşattı.

M.Orhan Okay

OrhanOkay.jpg  OrhanOkay2.jpg

Neredeyse ilk tanıştığımızda beraber içtiğimiz kahvenin bile hatırının kalmayacağı kadar eski dostum Fuad’ın, büyüdüğü şehir olan Erzurum ile ilgili yazmış olduğu yazısının başında yukarıdaki cümle bulunuyordu. Babasının, Erzurum başlıklı yazısından aldığı alıntı ile başlamıştı yazısına.

Ben de yeni yıla 2016 yılında hayatını kaybetmiş ünlüler ile ilgili yazımı bir Cuma sabahı yayınlamış ve 2017 ile ilgili olarak

Kayıpların böyle can yakmadığı bir yıl olur inşallah 2017

diye bitirmiştim yazımı. Ne bilebilirdim ki yazımı yayınladıktan birkaç saat sonra Fuad’ın beni arayacağı ve Orhan Amca’yı kaybettiğimizi söyleyeceğini.

Bir edebiyat profesörü olarak pek çok esere sahip olan Orhan Amcam, arkadaşım Fuad’ın ismini de eserlerinden birinde hayatını incelediği “Beşir Fuad”dan vermiş.

Kendisiyle ilk nerede karşılaştığımızı hatırlamıyorum ama muhtemelen Fuad’ların Levent’teki evlerinde olmalı. Bu karşılaşmalarımız yarım saat ya da bir saati geçmeyen “arkadaşımın babası” formunda, ciddi karşılaşmalardı. Ama esas tanışıklığımız ve birlikte zaman geçirişimiz 1990 yılının Kurban Bayramı esnasında Fuad ve kardeşi Cüneyd ile birlikte gittiğimiz Erzurum’da olmuştu. İstanbul’dan araba ile Erzurum’a vardığımızda, yemek için saksıda yetiştirdiği maydanozları makas ile keserek mutfağa götürürken gördüğümde, o esnalar dilime pek bir pelesenk olmuş

Sizin için düzenlidir diyorlar

söylemi ile kendisini şaşırtmıştım. Oğullarının o sözlerime müdahale edip Orhan Amca’ya ne demek istediğimi anlattıktan sonra bir Edebiyat Profesörünün sözün özüne inip, “Kim benim için düzenlidir diyor?”, “Niye benim için düzenlidir diyorlar?”, “Ne zamandan beri bana böyle diyorlar?” gibi soruları sorup cevabını veremediğini belirtmişlerdi. Hâlbuki benim oradaki niyetim, daha önce makasla maydanoz kesen kimse görmediğim, maydanozların daha kesim aşamasında düzenli bir demet yapıldığına ilk kez şahit olduğumu belirtmek ve esasen serde biraz da mahcubiyet olduğundan bir konu açmak adına yapmış olduğum bir adım atmaktı.

Orhan Amca’yı benden önce Teyzem tanımış. Diyarbakır’da öğretmenlik yaparken Teyzemin lise edebiyat öğretmeniymiş ancak daha sonra her ne kadar Fuad ile Teyzem bizde karşılaşmış olsalar da, Teyzemin hocasını tekrar görüp elini tekrardan bir öpmesi mümkün olmamıştı.

Orhan Amca ile ilgili çok ilginç anıları hatırlıyorum. Eşi rahmetli Mübeccel Teyzem, Erzurum’daki evlerinde, evde sahip oldukları kitaplar konusunda, biraz da kinayeli olarak,

Bazen sabahları uyandığımda kendimi Beyazıt Kütüphanesinde zannediyorum

diyordu. Bahsettiğine göre evdeki odaların duvarları kütüphane rafları için yetmediğinden koridorun bile bir duvarını raf haline getirmişler. Bir sohbet esnasında, muhtemelen gene bir sohbet konusu açmak için,

O kadar kitap arasında nasıl kaybolmadan aradığınızı bulabiliyorsunuz?

diye sorduğumda işin gayet kolay olduğunu ve kitapları, yazarının doğum tarihine göre sıraladığını belirtmişti. E tabi koca edebiyat profesörü, kitapları harf sırasına göre sıralayacak değil ya.

* * *

Orhan Amca ile ilgili oğlu Fuad’ın anlattığı çok ilginç anılar var. Bunlardan en hoşuma gideni ve pek çok yerde dile getirdiğim onun bir kenarda tuttuğu 10 kuruşluk metal parası ile ilgili. Bunu, daha önce yazmış olduğum Algıda seçicilik adlı yazıda şöyle bahsetmiştim:

“Bazen kendimizin yapamayacağı şeyler olunca birilerine yaptırmak gerekiyor. Ödeme zamanı gelince de başlıyor bir sıkıntı. “Borcum ne kadar?” sorusuna çoğunlukla verilen cevap “Abi, gönlünden ne koparsa”. Bazen bir fiyat biçip veriyorsunuz adamın yüzü asılıyor, hatta almıyor bile “Yok abi, sen beni ne sandın? Dilenciye sadaka mı veriyorsun?” gibi bir cevapla karşılaşma riski de yok değil.

Bu durum için en uygun çözüm alması gereken parayı söylemeyene, arkadaşım Fuad’ın babasının yıllar önce yaptığı yöntem. Seneler önce Orhan Amcam evde bir kenarda bir 10 kuruş bulundururmuş. Israr karşısında fiyat telaffuz etmeyen ustaya çıkarır onu uzatırmış. E tabi adam da eşek değil ya, paşa paşa söylermiş el emeğinin ne kadar olması gerektiğini.”

* * *

Sakinlik deyince Buda’yı bile cebinden çıkartacağına inandığım Orhan Amca’mın gittikleri bir piknikte, çayırda otlamakta olan bir koçu sevmesi de ilginç bir ayrıntıdır. Yemeklerini yedikten sonra yakınlarda otlamakta olan hayvanı okşamasının biraz uzadığını gören ev ahalisinin

Hadi gidelim

demesi üzerine, hayvanın okşamak için alın bölgesini seçmesinin yanlışlığını ancak bir süre sonra fark edebilen ama fark etse bile işin artık işten geçtiği ve koçun hafiften huysuzlanarak toslarının şiddetini arttırarak Orhan Amca’mın koçun eline baskıyı sürdürdüğünde

Bırakamıyorum ki

diyerek sükûnetinden bir şey kaybetmemesi de hoş bir anısıdır.

* * *

Eski zamanlardan birinde Fuad kanepede oturup televizyon izlerken, kim bilir hangi hülyalara daldıysa, gayri ihtiyari üzerine oturdukları kanepenin döşeğinin üzerindeki düğme eline değince başlamış onu kıvırıp bükmeye. Derken yanında oturan Orhan Amca’dan, Fuad’ın kanepe düğmesiyle değil de Fuad’ın kendi ayak parmağıyla oynadığını zannettiğinden, sakinliğinden hiç bir şey kaybetmeden şöyle bir cümle gelmiş:

– Fuad. O, benim parmağım.

* * *

Orhan Amca’ma Allahtan rahmet, can dostum Fuad’a da baş sağlığı dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Nur içinde yatsın.

337

339