025 – Nihat Uluğ (Büyük Amcam)


12-7-2007

Senelik iznimi geçirdiğim haftada köşemin boş kalmamasını hep birlikte yarattığımızı zannettiğim sinerjiye bağlıyorum. Bu konuda diğer grup elemanlarından da illa Cuma olmasa da denemeler beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum.

Hazır geçen haftaki mesajda bahsedilmişken bari bizden önceki nesle ait, genel olarak da komik olan farklı bakış açısı ve davranışları kişi bazında inceleyerek sizlere sunacağım. Burada ilk yazıyı da büyük amcam olan Nihat amcama ayırdım. Hatırlarsınız benim yokluğumda Mehveş hanımın yazısında kızlarına çivi suyu içirmesi konu edilmişti.

NİHAT ULUĞ

Nihat amcam, ne güzel tesadüftür ki, göbek adı da benimle aynı olan Mehmet adını almıştı. 1913 yılında doğmuş olmasıyla çok gün görmüş ve geçirmiş, Diyarbakır’da doğmuş olmasına ve yüksek öğrenim görmeyip memur olarak çalışmasına rağmen ileri görüşlü ve kendini geliştirmeye açık bir insandı. İlk FONO yayınlarından olan ve makaralı teyplerde satılan Almanca dil derslerini almış ve kendi kendine bir yere kadar eğitmişti. O sıralar Almanca bilmediğim için ne söylediğini hatırlayamıyorum ama bir yemekte “Fan fin fon” şeklinde bir şeyler deyip bunun ne olduğunu sorması ardından cevap gelmeyince bunun
Lütfen tuzlugi verir misiniz?
olduğunu söylediğini teyzem hep hatırlatır.
Almanya’da yaşayan eniştemin ablasını ziyareti de eğitiminin bir parçası olarak görmesine rağmen bunu bir türlü başaramamıştı.

Açık sözlülüğünün bir kanıtı olarak tavla oynamayı çok sevdiği ancak çok fazla düşünmeden ilk gördüğü pulu oynaması yüzünden genellikle yenilirken, yalnızken kendi başına oynarken dahi bazen kazanabildiğini söylerdi (demek ki bir tarafı tutuyor ve kayırıyormuş). Kendisi ile uzun saatler tavla oynayabilmemiz için bizi de sık sık ziyaret ederdi.

Başta konusu geçen çivi suyu hikayesi ile oldukça enteresan. Çocuklarda demir eksikliği kavramını bundan 40-50 yıl evvel duymuş olmalı ki çocukları bu sorunla karşılaşmasın diye çivileri suya koyup beklettikten sonra içirirmiş. Ancak işe yarasın ve zararlı olmasın diye her seferinde nalburdan TAZE! çivi almayı da ihmal etmezmiş.

Evlilik hazırlığı yapan büyük kızı içinse hazırlıklara pek iştirak etmese de “düğünü şurada mı yapalım yoksa burada mı?” sorusuna verdiği (onun ağzından)
Yagmir magmir yagmaz mi?” cevabı zaten hiç yardımı dokunmadığı için kuzenimi bir hayli kızdırmış.

Sevgili Nihat Amcam, sağlığına da önem gösteren biriydi ve o zamanlar Özkan Uğur’un meşhur reklamı henüz düşünülmemişken bile akşam yatmadan önce 15-20 fındığı (yaklaşık bir avuç oluyor) yatakta yermiş. Ancak çıkardığı takırtı ve şapırtı, fındık yeme fikri o olmasa da fındığın yapması gereken aganigi olayları yerine yengemi kızdırarak belki de ters tepiyordu.

Çok küçük bir ayrıntı ama, arabaya binerken edinmiş olduğu önce sağ ayak ile binme takıntısı yüzünden aracın ön koltuğuna binmek isterken bayağı sıkıntı çekerdi.

Eşinin son senelerinde sağlığı pek iyi değilken onu yürüyüşe çıkarmak üzere Kalamış sahilinde gezerlerken, muhtemelen hem konuşma konusu hem de espri olsun diye önlerinde köpeğini gezdirmek için çıkmış bir vatandaşa öykünüp,
Hanım sana bir köpek alayım, sen de gezdirirsin
dediğinde yengemin yüksek sesle ve kızarak verdiği cevap çevredekileri bir hayli şaşırtmış, bizi ise hala güldürmektedir:
Sen önce göten bir pantol al!”.

Çiçek sevgisi ileri seviyede olan Nihat amcamın balkonunda yetiştirdiği saksılar içerisindeki çiçeği satma fikri ise kendisini uzun süre oyalamış ve dükkanını bu iş için meşgul ettiğinden kira gelirinden yoksun kalmış ancak bir meşgale olması açısından ona iyi gelmiştir. Ama kendisi biraz tembellik yaparak çok fazla dükkana uğramadığını, eğer daha uzun mesai harcasa İstanbul’un en çok satan çiçekçisi olacağını bile söylerdi ki bana sorarsanız, bu arada hiç satıp satmadığını bilmiyorum, o haldeki saksılarda satış yapabileceği konusunda hiç ümidim yoktu.

Çiçekçi dükkanını tasfiye edişi ise tam bir fiyasko. Artık dükkan boşaltılıp saksılar eve gelecekken yengemin ertesi günün Gün’ü olduğunu ve bir başka gün getirmesini söylemesine rağmen, tam hanımların toplanıp konuşmaların en hararetli olduğu anda kapının çalınıp hamalların salondan geçerek saksıları balkona taşımaları, o sırada daha önce amcamın nasıl olsa çiçek olmadığı için beslediği kanaryaları kapatılmış olan balkonda serbest olarak uçurduğunu unutmuş olması üzerine kuşların salona dalarak hanımları galeyana getirmesi ise yengemin infialine yol açmıştır.

2005 yılında 92 yaşında kaybettiğimiz amcam Nihat Uluğ; öğretmen, arkeolog ve eczacı olan üç çocuğa sahipken yolda kendisine rastlamış bir anketörün, ki o zamanlar kuzenlerimin üçü de üniversitelerini bitirmişti, “çocuklarınızın hangi mesleği seçmesini istersiniz?” sorusuna verdiği “DOKTOR” cevabı da ne kadar eğlenceli bir kişilik olduğunun en güzel kanıtıdır.

 24

 26

Yorum bırakın