157 – Vakur Amca


19 Şubat 2010

İzmir’de yaşadığımız dönemlerde babamın en yakın arkadaşlarından olan Vakur Amca da babam gibi noterdi. Babamla olan arkadaşlıları da kendisi Noter olmadan önce başlamış ve uzun yıllar devam etmiş ve herhalde iyi arkadaş olduklarından pek çok şeyi de birlikte yapmışlardı. Mesela biz Karşıyaka’da otururken onlar da aynı semtte oturmuşlar, hatta büyük çocukları olan Pınar, ablamla aynı sınıfa devam ediyordu. Daha sonra biz yazlığımızı aldığımızda onlar da aynı yerden yazlık almışlardı. Zaten mesleğini de babam kendisine açılacak bir boş noterlik olduğunu söyleyip başvurmasını söylemesiyle başlamış.

Vakur Amca ile anlatabileceğim en ilginç ve komik anım, babamın ara sıra yaptığı ama yerine oturdu mu da etkisini fena halde gösterdiği şakalarından biriyle ilgili.

Daha evvel bahsetmiş miydim bilmiyorum ama babam acıyı çok severdi. Ben de son birkaç yıldır acıya doğru meyletmeye başladım ama eskiden neredeyse hiç sevmezdim. Hatta o kadar ki, acı çıkma olasılığı var diye yeşilbiber ile bile aram neredeyse yok gibidir. Hâlbuki evimizde şimdilerde artık İSOT adıyla anılan pul kırmızı biber hiç eksik olmaz hatta her öğün sofraya mutlaka gelirdi. Turşulardan da lahana ve kornişona takılıp kalmamdaki en önemli etken turşu biberlerin özellikle acı biberden yapılıyor olması. Gerçi benim ilk ve orta dereceli okul hayatım boyunca sıklıkla tükettiğim turşu suyunda acı koyduruyordum ama genelde eskiden acıyı pek yemezdim. Babam da benim tam tersim neredeyse pilava ve neredeyse hiç yemediği böreğe bile pul biber koyacak bir ağız tadına sahipti. İşte gene bir öğle vakti Vakur Amca ile, o zamanlar fazla seçme şansınızın olmadığı öğle yemeği mekanı olarak muhtemelen noterliğin bulunduğu iş hanındaki lokantada, yemek yerken tabaklarda gelen biberden Vakur Amcam bir ısırık aldığında

Öff. Amma da acıymış yahu

diyerek sitem ettiğinde o esnada kendi biberini dişlemiş olan babam da kendisinin biberini kendisine göre bile çok acı bulmasına rağmen, şeytan dürtmesi hesabı:

Yahu bizdeki de ne şans. Ben acı severim, sen sevmezsin. Senin şansına sana acı biber çıkıyor. Benimkisi ise bal gibi. Haydi gel değişelim

diyerek biberleri değiştirmiş. Babamın bu damardan giren konuşmasının akabinde nasıl olsa biber tatlı diye Vakur Amcam biberi hattadanak ısırıverince tabi değil dili, damağı ve çenesi, ağzında nereye biber değmişse orası alevler içerisinde kalmış ve acı ile kendisini lokantadan dışarı atıvermiş. Bu olaydan sonra da belki bir ay babamla konuşmamışlar.

Vakur Amca ile yollarımız daha sonra ayrılsa da yazlıkta aynı sitede oturmanın gereği olarak ara sıra görüşürdük. Bu görüşmelerden birinde benim yaz tatilimi bitirirken İzmir’e gideceğimi öğrenince,

ev nasıl olsa müsait. Gelir bende kalırsın

diye beni evinde konaklamaya çağırmıştı ve ben de davete icabet edip İzmir’e gittiğimde kendisinde kalmıştım. Bana iyi bir ev sahipliği yapmanın yanı sıra eve kolay girip çıkabilmem için bir anahtar bile vermişti. Bir kere de akşam yemeğini kendi hazırlamıştı. Benim dönüş günüm geldiğinde de evden ondan sonra ayrılacak durumda olduğum için de anahtarı dert etmememi, dönüş yolculuğumu yapacağım vapurdan denize atmamı söylemişti. Bana bu o zamanlar henüz tüketim toplumunun acımasız bir neferi olmadığımdan, her ne kadar bir anahtarın maliyetinin birkaç lira olmasına rağmen, atmaya kıyamadığımdan sesli olmasa bile içsel bir dürtüyle itiraz etmeye kalktım ama uygun bir cevap bulamadığım için sustum. Evden ayrıldıktan sonra vapura binmek için Alsancak’taki İzmir Limanına geldim ve şimdi özel sektöre devredilmiş olan Ankara feribotuna bindim. Ancak benim anahtarı denize atmam ancak açık denize çıkıp artık atıldığı yerden kimsenin alamayacağına emin olduğum bir noktada gerçekleşti.

Vakur Amcayı aramızda ilahlaştıran ise yazlıkta bize yaptığı bir ziyaret olmuştu. O ziyarette yaşanan iki olay hala daha güncelliğini koruyor. Vakur Amcaların ziyareti esnasında evde olan teyzem, yaptığı kahve için Elinize sağlık” teşekkürünü “Ziyade olsun” demek için kullandığı “Bereket versin cevabı daha ortamdaki sıcaklığını korurken Vakur Amcamın bahçede açan çiçekleri tarif etmek üzere eline verdiği şekil dışarıdan olayı görenler için bir dumur vaziyeti olmuştur.

Hesapta çiçeklerin çok büyüdüğünü anlatmaya çalışırken

Kol gibi

şeklinde elini birkaç kez diğer eliyle dirsekten ortalayıp kıvırmasının ardından bir de arabasında oluşan bir arızada bir milin diğer iki mil arasından geçişini gösterirken sağ el işaret parmağını sol el işaret ve orta parmaklarını paralel tutup ortalarından geçirip gene birkaç kez üst üste piston hareketi yapması sonrasında hepimizin nutku tutulmuştu. Diyecek bir şey yoktu.

Vakur Amca hepimize hareket çekmekteydi.

Biz üzerimizdeki şaşkınlığı atana kadar ziyaretlerini bitirmiş olan Utkun ailesi evden ayrıldılar. Onların peşinden her zaman yapıldığı gibi küçük çaplı bir dedikodu yapıldı ama Vakur Amcamın bize neden hareket çektiğini anlamak için bir hayli ter düktük.

Bizde bir çiçekler var. Nah kolum gibi

Arabanın arızasını buldum ama sorun şöyleydi

diye önce sözlerle beraber Vakur Amcamın hareketlerini tekrar ettik. Derken lafları söylemeyip hareketleri yaparak aramızda

Ben de sana Vakur Bey

şeklinde bir söylem geliştirdik ve çok uzun süreler bu dağarcığımızda yer aldı. Daha sonra bu söylem bir ara

Ben de sana Vukur Bey

olarak da devam etti. Aklıma geldikçe o ziyaretten sonra yaşadığımız şaşkınlığın etkisi hala devam etmekte.

Bu arada bir başka hayretim de Vakur Amca ile ilgili internet üzerinde google üzerinde yaptığım bir soruşturmada gittigidiyor.com adresinde kendisinin imza örneğinin 20 TL’ye satışa çıkarılmış olduğunu gördüm. Bu bir Noter Odası bülteninden alınma sayfaydı. Hemen kafayı çalıştırıp babamın ismini de aratınca onun da aynı bültenden alınma üzerinde resmi, kısa özgeçmişi ve imza örneğinin bulunduğu sayfanın da satıldığını görünce insanların ne kadar farklı konuları düşünüp para kazanabildiklerini fark ettim.

156

158

Yorum bırakın