118 – Levent


15 Mayıs 2009

Onu tam 26 sene evvel tanıdım. Üniversitede öğrenciyken yazın yapmamız gereken stajımı babam çocukluk arkadaşının çocuklarının kurmuş olduğu firmada yapabilmem için arkadaşıyla görüşmüş, ben de yirmili yaşlarımın başlarında babamın elinden tutarak bize birkaç sokak ötede karakolun karşısında üçüncü kattaki dairede faaliyet gösteren Esit’in yolunu tutmuştum. İçeri girince salona girilip salonun ofis olarak kullanılan tarafında işiyle uğraşmakta olan firmanın üçüncü ortağı Bülent Bey’in yanına geçtik. Tigrel kardeşler işleri dolayısıyla o gün ofiste değillerdi ve babam Bülent Beye benim staj yapmamla ilgili konuşurken “O” da karşımdaki boş koltuğa oturmuş beni inceliyordu. İnceliyordu da ne demek, adeta içime girecek kadar yaklaşıp gözlerini üzerime dikmiş kimin nesi olduğumu anlamaya çalışıyordu. Normalde kendime bakılmasından çok da etkilenmem ama bu bakıştan da öte, bir inceleme bile denemeyecek neredeyse tahlil yaptırma gibi bir şeydi.

Allahtan Bülent Bey ile fazla konuşmamız gerekmemiş, kendisi Tigrel kardeşlerin olacağı bir zamanda tekrar gelip zaten Müşfik Amca ile konuşulduğu için stajım konusunda bir pürüz olmayacağı yolunda bir şeyler söyledikten sonra tahlilimin bitecek olmasından son derece hoşnut, kaçarcasına ayrıldık. Bülent beyin ilk intibaları muhtemelen “Adam üniversitede okuyor ama hala babasıyla geziyor ve konuşmaları bile onun yerine babası yapıyor” şeklinde olmalıydı.

Babamla oradan ayrıldıktan sonra Müşfik Amca ile tekrar görüşüp bir Perşembe günü fazla erken olmasın diye öğleden sonra Esit’e tekrar gittim. Bu kez tek başıma ve artık bir müstakbel stajyer yerine gerçek stajyer olarak. Karakolun karşısında üçüncü kattaki büroya çıktığımda ortada bir gerginlik, bir heyecan, yani normal olmayan bir farklılık yaşandığını anlamak için altıncı hissin kuvvetli olmasına gerek kalmayan bir durumla karşılaştım.

Tigrel kardeşlerin kuzenleri olan ve kendisinden firmanın dışarıdaki işlerini kovalayan, malzeme getirip ödeme veya alacak olduğu zaman faydalanılan Levent ortada yoktu. Sabah bir alacağı tahsil etmek için firmadan ayrılmış ve kendisinden bir daha haber alınamamıştı. O zamanlar cep telefonu diye bir icat da henüz geliştirilmediğinden kendisine ulaşılamıyormuş. Tahsilat yapılacak yer aranıp paranın kendisine teslim edildiği bilgisi de alınınca herkes Levent’in tahsil ettiği paranın gasp edilip kendisinin de bir sokak köşesinde bükülmüş olarak bulunma olasılığını fena halde düşünmeye başlamıştı.

Oysa nerdeeeee, Levent, hakikaten parayı tahsil etmiş ancak yolda vapura binmek üzere Karaköy’de yürürken o sene hem lig hem de kupayı alan Fenerbahçe’nin volta atan bir grubuna rast gelmiş, onların kamyonetine atladığı gibi ellerde bayraklar ve flamalarla İstanbul sokaklarını arşınlamaya başlamış. Ne zaman ki canı sıkılıp artık kamyonet tepesinde dolaşmaktan bıkmış, o zaman firmaya dönmeyi akıl etmiş. Ancak o büroya gelene kadar bekleyenlerin hali pek bir fena idi ve ilk stajımın gününde neredeyse hiçbir iş yapılmamıştı.

İşte Levent’i ilk o zaman tanıdım. Serhat Bey’in deyimiyle Türkiye’nin en fanatik üç Fenerlisinden biriydi Levent. Fenerbahçe deyince akan sular duruyor, ara sıra antrenman sahasına birkaç tepsi baklava götürdüğünü, şampiyon olduklarında da kendi apartmanlarından karşı apartmana İstanbul’un en büyük bayrağını asmak üzere sipariş verdiğini söylüyordu.

Bu yazıyı yazmamın en önemli nedeni de o sene Fenerbahçe’nin tarihinde son kez Türkiye Kupasını kaldırışına tanıklık etmem olduğunu biliyor musunuz? Az önce gene hüsranla biten bir kupa finalinden sonra bunun bana neyi hatırlattığını düşünüp bu yazıyı yazmaya karar verdim. Fener’de oynayan oyunculardan 11 tanesi henüz daha doğmamışken yaşanılan bu sevincin nasıl olduğunu diğerleri de muhtemelen unutmuşlardır diyorum. Ama Levent’in o kutlaması ise hakikaten müthiş olmuş diyorum kendime.

O zamanlar henüz bekar bir delikanlı olan Levent’in tahsilat için gittiği şirketlerdeki sekreterleri beğenirse dönüşünde onları telefonda işletmek gibi kötü bir huyu vardı. Her defasında bana “Bak şimdi nasıl da işleteceğim” deyip firmanın telefonun çevirir, karşı tarafta kızlar cevap verdiğinde sesini hiç çıkarmaz, telefonu açan kızın “Alo, Alo, Alooo” sesleri esnasında ise sessiz kahkahalar atarak telefonda işletmenin doruklarını yaşardı. Bu arada Serhat Bey de kendisinin çok çapkın olduğu konusunda yorumlarda bulunurdu. Anlattığına göre yolda yürürken ola ki Levent’in yanından güzel bir kız geçerse Levent hemen saatine bakarmış. Ve ertesi gün tam o saate kızı tekrar görmek üzere aynı noktada yerini alırmış.

Levent’in çapkın halini en güzel anlatan olay bize yazıcı satan bir firmanın hanım çalışanının bir sorun için firmaya geldiğinde yazıcıyı takarken verdiği hafif frikik pozisyonu esnasında kendisiyle pozisyon arasında bulunan Kahraman’a ve Oktay’a pozisyonun kaçma ihtimali yüzünden yaptığı “Çekil Oktay Çekil!!, Kahraman çekil!!!” uyarısının hala daha anlatılıyor olmasıdır.

Levent’in en sevdiğim özelliklerinden biri de işini hiç itiraz etmeden son derece ciddi bir şekilde yapmasıdır. Bir keresinde öğle yemeği için Bahariye’de bulunan Taş Fırından adam başı hesaplanıp Levent’e verilen lahmacun siparişinin peşinden gene ortadan kaybolan Levent yaklaşık 3 saat sonra elinde biraz da soğumuş lahmacunlarla gelip o kadar uzağa gönderildiği için sitem etmiş. Meğer Levent Taş Fırın olarak Pendik’te bir yer biliyormuş ve lahmacunları almak üzere yürüme mesafesindeki Bahariye Caddesi yerine otobüsle Pendik’e gidip dönmüş.

Ben artık Esit’te kadrolu olarak çalışmaya başladığım sıralarda sıkı Fenerli olduğunu söylediğim Levent, Galatasaray’ın meşhur Neuchatel zaferinden sonra olaylar yüzünden UEFA’nın ilk önce aldığı iptal kararını duyduğunda yolda “Cim Bom kümeye, Cim Bom Kümeyeee, hey” tezahüratını söylerken ona rastlayan bir arkadaşımın bana bunu anlatırken gözlerinden yaş geliyordu.

Tesadüfen Levent ile bir zamanlar devre arasında Donanma Kupası adıyla İstanbul kulüplerinin katıldığı turnuvanın FB-GS maçında karşılaşmıştık ve onun bizim tarafa geçmesini hayal bile etmeyeceğimden FB tarafına oturup maçı birlikte seyretmiştik. Maç FB’nin 1-0 galibiyetiyle biteceği esnada son dakikada kendi kalesine gol atan bir FB’li sebebiyle 1-1 bittiğinde “en fanatik 3 Fenerliden biri” olan Levent’in kendini yerden yere atacağını beklerken bunu o esnada en olgunlukla karşılayan kişi olarak gülümsemekle yetinen Levent bana “İnsan bunu kardeşine yapar mı yahu?” şeklindeki sitemi beni hayli şaşırtmıştı.

Bu sempatik arkadaşımın bu sene Esit bünyesinde dağıtılan hediyelerden aldığı “en sempatik eleman kategorisindeki” Fenerium’dan alınmış hediye saat herhalde kendisine verilmiş en değerli hediyedir ama Levent’e atılmış en büyük kazıklardan bir tanesi kızının üniversite imtihanında kazandığı okulun Galatasaray Üniversitesi olmasıdır.

117

119

Yorum bırakın