053 – Sekiz kişi


1 Şubat 2008

Sekiz kişiydik, tam sekiz seçmece. Ama karpuz değil, çoğu Anadolu’nun seçme Anadolu liselerinden gelme, diğerleri de gene kalburüstü okullardan. Ama dediğim gibi hepsi seçme, yani birer tane. Ben İstanbul, Fuad Erzurum, Erkan Eskişehir, Hikmet Bursa, Birsen (eski Kadıköy’lü) yeni Ankara Fen Liseli, Hakan Alman Lisesi, Yeşua Şişli Terakki. Bir tek Pandeli (Pandeleymon Mayoğlu) bir Rum okulundan olsa gerek. Yani ilk 7 kişi okudukları okul adına konuşulması gerekirse İngilizce tedrisat yapan, seçme sınavı ile öğrenci kabul eden okullardan, yüksek ÖSS puanları alarak gelmiş ve Boğaziçi’ni kazanmış öğrenciler. Okul dili İngilizce olduğundan muafiyet sınavına girmiş ama hazırlık sınıfı muafiyeti kazanabilmek için önce 60 olarak istenen, daha sonra 50’ye düşürüldüğü halde bu puanı alma başarısını göstermeyen enteresan bir grup.

Kendi adıma konuşmak gerekirse, imtihan günü hatırladığım, bir tane soruya net olarak doğru cevap verdiğim (Timid=shy=utangaç olduğunu bildiğimden hemen işaretlemiştim) geri kalanı ise hasbelkader cevapladığım. Sonuçta muafiyeti veremediğim açıklanınca Liseden bir arkadaşımla hışımla itiraza gittim. Hemen cevap kağıdını çıkartıp üzerine cevap şablonunu oturtup doğruları saydılar. Doğruydu, yani muafiyeti vermediğim doğruydu, cevaplarım ise çoğunluğu yanlıştı ve ben 21, yazıyla YİRMİBİR, puan alıp kalmıştım ve yapacak bir şey olmadığından seviye belirleme sınavına girmem gerekiyordu.

Bu ikinci sınava girenlerle kendimi karşılaştırınca beni biraz utanma hissi de almadı değil. Çünkü neredeyse ikinci sınava girenler İngilizce bilmiyorlardı bile. Sınav salonunda kuralları söyleyecek kişi olan zannedersem yabancı hanım öğretmenin dedikleri anlaşılmayınca ben tercüme etmek durumunda kalmıştım. Bu imtihanda ise yüksekçe bir not alıp neyse ki ADVANCED olarak adlandırılan ve tek sömestrlik hazırlık sınıfına düştük. Şimdi geriye baktığımda iyi ki ilk imtihanda öyle saçmalamışım diye düşünüyorum.

Sebebine gelince öncelikle lisede mecburen kopya çekerek geçmek durumunda olduğum İngilizce’yi iyice öğrenebildim, bu arada hazırlık sınıfı süresince Alman Kültür derneğinden Almanca dersler alarak Almanca’mı ilerlettim. İkinci olarak hazırlık sınıfı da olsa üniversite havasına alışarak normal eğitime doğrudan geçmeyerek ortama alışabildim. Esas olarak da çok sıkı dostluklar kurdum. Kırk seneyi aşkındır da bunun kaymağını yemekteyim. Tek sömestr hazırlık okumanın getirdiği ve ikinci sınıftan sonra mecburen uzatmak zorunda kaldığım okul süremi, yani hazırlıkla beraber 5 yıl, önce dert edindiysem de dört yıllık dersi dört buçuk yılda okuduğumdan lisans eğitimimde de bir zorluk yaşamadım.

Gelelim hazırlık sınıfına. Toplam sekiz kişi, ki ilk başlarda 3 veya 4 kişi notlarına itiraz edip, limite çok yakın olduklarını belirtip biraz ağlayarak hazırlığı geçtiler ve sınıf çekirdek kadrosuna döndü, küçük bir sınıfta öğretmenimizle neredeyse özel ders alırmış gibi bir dört ay geçirdik. Dersler sabah başlayıp öğleyin bir civarında bitiyordu ve neredeyse her gün gecikmeler yüzünden bilhassa ilk derste neredeyse 3-4 kişi eksik olduğundan ders sınıfın yarısıyla yapılıyordu ki bu o zamanlar bir azap gibi geliyordu. Alıştırmalar her öğrenci birer soru yanıtlayıp yanındakine geçerek yapılmasına rağmen neredeyse sıra hiç başkasına geçmiyor gibi geliyordu.

Ben Anadolu yakasından 2 otobüs ile gelmeme rağmen çok sisli olan günler haricinde gecikmezdim, geciksem de ilk dersin ortası olmadan okula vardığımdan derse girerdim. Dolayısıyla ortalama olarak en çok alıştırma yapanların başında olurdum. İşin ilginci ailesi şehir dışında oturduğu için yurtta kalan Erkan, Fuad ve Hikmet en çok gecikenlerdendi.

Erkan neredeyse ilk derslere pek girmez, diğer iki arkadaşımız ise bazen uyuya kaldıkları için bir rötar yaşarlardı. Bir seferinde hocamız Ferihan Göksu hanım neden geç kaldıklarını sorduklarında Fuad son derece masum bir şekilde sabahları etraf çok karanlık olduğundan kalkmakta güçlük çektiklerini söyleyince Ferihan hanım “Sanki bizim orada aydınlık oluyor” diye biraz kızgın biraz sitemkar karşı çıkmıştı.

Erkan lisans eğitimine geçince de ilk derslere geç girme, hatta hiç girmeme konusunda tutarlı davranır olsa da arada eğer boş saatimiz varsa biz yurt odasına gittiğimizde kendisini henüz uyur bulurduk ama biz gelince o uyanır ve yatağında sadece doğrulup üstü masa olarak kullanılabilen bir bavulunu yatağın üzerine çekip genellikle 3-5-8, bazen de briç oynayarak kendisini güne başlatırdık.

Ferihan hanım deyip onu tanıtmak gerekirse, hatırlayabildiğim kadarıyla otuzlarında tecrübeli bir Feriha Göksuöğretmendi. İzmir plakalı Lacivert bir Vosvosu vardı. [Vosvos deyince daha sonra Matematik dersimize giren Kemal Batova hocamızın da (kendisi de ayrı bir konu olarak anılması gereken bir hocadır) siyah bir vosvosu vardı. Ve ilginçtir bu araba da 34 plakalı değil de siyah üzerine beyaz harfli içerisinde Q olan Kanada plakalıydı.]

Ferihan Hanım, bizler daha liseyi yeni bitirmiş gençler olarak karşısına geçtiğimizden bize karşı son derece toleranslı davranırdı ve bu da sınıfta bizlerin biraz bunu suiistimal etmemize yol açardı. Dersi işleyişi ve öğretimi her ne kadar stresli değilse de 8 kişi olup tek sıra hocanın karşısına dizilip, durmadan alıştırma çözüp, konu okuyup, sıranın hiçbir zaman bizden gitmeyeceğini bildiğimizden stresli olur ve bu stres bir patlama noktasına vardığında sonlara doğru alışkanlık derecesine varan gülme krizlerimizle sonuçlanırdı.

Fuad, Yeşua ve ben bu gülme krizlerinden her defasında nasibimizi aldığımızdan başı çekerdik ama Pandeli muhtemelen biraz fazla kıvrak zekalı olduğundan ortamda neler olduğunu çok anlamaz, hatta fark edemez, dolayısıyla o ciddi tavrıyla bizler sağda solda kıkırdayıp dururken kendisi alıştırmaları peş peşe yapıp dururdu. Bizlerse o sıralar 18-19 yaşlarında olmamıza rağmen artık neredeyse her şeyden bir gülme noktası bulup bir kıkırdadık mı, yanımızdaki, peşinden onun yanındaki gülmeye başlar, yaklaşık beş dakikalık gülme krizi sona erdiğinde kendi adıma konuşmak gerekirse hem kan ter içinde kalmış hem de kızarmış bir vaziyette olurdum. Ferihan hanım ise bizleri son derece sakin bir şekilde önce süzer, bizden o an için RTE’nin tabiriyle “bir cacık olmayacağını” anlar, dersi, daha ciddi görünen öncelikle Pandeli, sonralıkla Hakan ve Birsen’le götürürdü.

Bizlerse muhtemelen bunu fırsat bilip artık “dışarıdan kuş geçti”, “kapıda ayak sesleri duyuldu”, yok şu oldu, yok bu oldu bahaneleriyle krizlere kaldığımız yerden devam ederdik. Bir defasında Yeşua bir metni okurken o kadar gönülsüz okuduğu belliydi ki okuduğu satırı tekrar baştan alarak okumaya başladı. Satır sonuna doğru durumda bir gariplik olduğunu sezmiş ancak ne olduğunu anlayamamıştı ve satır sonunda bulunan Dünya Sağlık Örgütü kısaltması olan WHO kelimesi ile tekrar karşılaştığında yaptığını biraz geç de olsa anladı. Zaten olayın farkın varan diğer sekiz kişi- hocamız da dahil- yaptığı bu yanlışlığın ne zaman farkına varacağını anlamasını beklediğimiz Yeşua’nın WHO kelimesini gördüğü andaki duraksaması ile makaraları koyuverdik, hoca dahil, tabi Pandeli hariç. Bundan sonraki yaklaşık beş-on dakikada sıradaki tüm alıştırmaları Pandeli yaptı, bize de aralarda hiç tasvip etmeyen kınayıcı bakışlar fırlatarak.

Derslerden bir kısmı laboratuarda kulaklıklar takılarak dinleyip tekrar etmek şeklinde yapılırdı ki başlarda ben kendimi fazla sıkmadan cevaplarlar verirken bir keresinde “buhar türbini”ni söylerken önce tribün deyip hemen bir refleksle TÖRBAYN diye düzelttiğimde kulaklığımdan “veri guud” diyen hocamızın (galiba Nükhet veya Buket hanım) sesini duyunca hem aferin budalası olmaktan koltukları kabarmış, hem daha önceki vurdumduymaz tavırlarımdan dolayı biraz mahcup olmuştum ve ondan sonra 1984 Orwell romanında olduğu gibi “Büyük Birader seni izliyor” hesaaaabı alıştırmaları daha dikkatli cevaplar olmuştum.

Laboratuar dersinde ayrıca bir ara bir dizi film seyretmek üzere üç-dört seferliğine Görsel-İşitsel (Audio-Visual) bölümüne gidip daha o zamanlardan okulumuzun Türkçe’yi yabancı kelimelerden arındırma çabalarını takdir eder olmuştum. Her ne kadar HostesinGök-konutsal-avrat” benzetmesi gibi çevirilerdeki abartmalara karşı çıksam da lise birinci sınıfta beni kompozisyon dersinden ikmale bırakan Edebiyat hocam Hatip Bey’in dildeki yenilenmeye verdiği destekten dolayı kulaklarını çınlatmak isterim.

52

54

Yorum bırakın