368 – Yarış_1


Malum geçen yaz televizyon seyrederken katılmaya heveslendiğim Boğaziçi Kıtalararası yarış vardı ya, ona katılma için verdiğim mücadelenin yazı dizisinin başlangıcıdır.

13 Nisan 2018

Bindim bir alamete – 1

Acaba nereye gidiyorum. İnşallah kıyamet değildir. Şimdi nereden çıktı bu alamet-kıyamet durumları diyeceksiniz. Dinozorların yok oluşu kadar eskiye gitmeden, geçen sene yazın bir Pazar gününe geri dönmek istiyorum.

Tembel tembel evde oturmuş pinekleyip açık olan televizyon kanalları arasında zaplarken birden, şu sıralar artık tarih olmuş olan NTV_Spor kanalında kıtalararası yüzme yarışının tekrar görüntülerine denk geldim. Kanalı açtığım esnada yarış daha yeni başlamıştı ve Boğazın serin sularında birkaç Rus yüzücünün yanında yüzmeye çalışan Türklerin olduğu yarışı seyretmeye başladım. Bu yüzenler, iddialı kategorisinde yüzmekte olanlardı, daha sonra eflatun boneliler olarak anılacaklardır. Derken kamera diğer yüzücülerin sıralarını beklediği yarış start noktası olarak kullanılan ve Kanlıca iskelesine borda etmiş olan sporcu gemisine dönünce orada gerçek bir cümbüş yaşandığını gördüm. Eflatun bonelilerin suya girişleri bittiğinden artık sıraları gelmiş olan turuncu bonelilerin suya atlayışları başlamıştı. Aman yarabbim, (sonuçlardan

 

hesapladığım) 2140 sporcu bir karınca yuvasına girip çıkan karıncalar misali, birbirlerini ezmeden ama olabildiğince seri bir şekilde suya atlıyorlardı. Spiker de, yarışmacılar arasında haksızlık yapılmadığını hatırlatmak adına, ısrarla her sporcunun ayak bileğinde bağlı olan çipler sayesinde sporcuların suya giriş ve çıkış saatleri arasındaki fark hesaplanarak sıralama yapılacağını söyledi durdu. Yarış Kanlıca iskelesinden başlıyor, FSM köprüsünün altından geçtikten sonra toplamda 6.5 kilometre devam edip Kuruçeşme’deki Cemil Topuzlu Parkında sona eriyor. Yarışın başlangıcındaki curcuna aynı şekilde varışta da yaşanıyordu. Doğru rota ve akıntıyı kullananlar rahatlıkla çıkışa ulaşırken, bir kısım şanssız diye tabir edebileceğim yarışmacı ise iskeleyi biraz geçip yaklaşık 50 metrelik bir bölümde ters akıntıyı yenip finiş platformuna ulaşmaya çalışıyordu.

İşte bunları seyrederken içim birden ikircikleniverdi. Önce bir flash-back yapıp Güney Eniştem ile birlikte Rumeli Hisarı kıyısında yüzdüğümüz günleri hatırladım. Rumeli Hisarında suya atlayıp, Karadeniz’den gelen üst akıntıyı kullanarak Küçük Bebek sahiline varışımızı ve oradan sahildeki kayık iskelelerini kullanarak kıyıya çıkıp çıplak ayak koşarak Rumeli Hisarına varışımızı ve tekrar suya atlayarak aynı şeyi tekrarladığımızı hatırladım. Fazla kulaç atmaya gerek olmadan akıntıyı kullanıp, bir de o esnada geçmekte olan büyük bir şilebin yarattığı dalgalarla yukarı-aşağı inip çıkarak yüzmek pek bir keyifli oluyordu. Biz kuzenlerimle orada böyle eğlenirken, Eniştem de sahilin dik kıyısında bulunan midyeleri çıkartırdı. Eniştemin çıkarttığı midyeleri, rahmetli kayınpederim İsmail Bey’in en önemli düsturlarından olan “Yemedim ama sevmem” sebebiyle yemezdim (şimdiki aklım olsa yerdim ama neyse).

Bir keresinde de motorlu bir kayık kiralayıp karşı kıyıya geçmiş ve Kanlıca sahilinde gene suya girmiştik. Biz kenarda çimerken ise çevrenin çocukları Kanlıca iskelesine yanaşıp kalkan şehir hatları vapurlarının üst katlarına mayolarıyla tırmanıp suya atlıyorlardı. Kanlıca sahili 2-3 metre derinliğinde olup dibi görünüyorsa da, Rumeli kıyısı epey bir derindi ve suyu lacivert renkli olup dip görünmezdi. Her ne kadar, iyi bir yüzücü olsam da normal şartlarda ben derin sularda yüzmektense, altı kumluk olan ve aşağıya baktığımda ne var ne yok görebildiğim sularda yüzmeyi severim. Ama o zamanlar Boğaz’ın o serin ve derin sularında yüzmek çok zevkli idi. Belki de cahil cesareti ile umarsızca yüzüyorduk. Daha sonraları sinema ve televizyonda seyrettiğimiz köpek balıklı filmler sebebiyle zamanla öğrenilmiş bir korku sebebiyle tamamen kumla kaplı Miami sahilinde yüzerken bile belimi geçmeyen sularda çimmiştim. Tabi orada okyanustan gelen dalgaların adamı sürükleyebilecek şiddeti de göz önünde tutulmalı.

Yarışı seyrederken aniden karar verdim. Gelecek seneki yarışta ben de olmalıydım. Bunun için internette biraz araştırmak yetti. Başvurular başlayınca da daha önce üyeliğini almış olduğum siteye girip formu doldurup başvuru ücretini ödedikten sonra artık yarışı bekleme zamanı gelsin diyordum ki işler hiç de öyle kolay olmadı.

Öncelikle başvuru formunda bir doktor onayı gerekiyordu ve ben bu onay için ilk olarak mahallemizdeki Aile Hekimine gittim ama kendisinin bu konuda ehil olmadığını, benim bir Spor Hekimine başvurmam gerektiğini söyleyip beni başından savdı. MHRS sistemine girerek Spor Hekimi diye arattığımda Erenköy Fizik Tedavi Merkezinde bir değil iki hekim olduğunu gördüm. Pozitif ayrımcılık yaparak kadın olanından randevu alıp randevuya gittiğimde durumumu anlatıp yarışacağım için onay vermesini istediğimi belirttim. Doktor hanımın adı Sevtün idi ve bire yüz bahse girerim ki, annesinin adı Sevgi (veya Sevtap) babasının adı Üstün’dür. Nereden çıkarttım derseniz daha önce Can Akbel’i yazmış olduğum bir yazıda adı geçen Cansu isminin kökü gibi anna-babadan alınan bir isim olsa gerek.

Benden kan tahlili ve efor testi isteyeceğini söyleyip sırtımı dinleyip beni efor testi için en uygun hastane olan Siyami Ersek hastanesine sevk etti. Ben, henüz şubat başında başvurumu yapıp Mart ayı sonuna kadar sürem olduğu için acele etmeden gene MHRS sistemine girip Siyami Ersek hastanesinin semt polikliniği olan bölümünden ama yanlışlıkla kardiyoloji değil de kalp damar cerrahisinden aldığım randevuda görüştüğüm doktor kendilerinin böyle bir hizmeti olmadığını ve Haydarpaşa’daki ana birime gitmem gerektiğini söyleyip aynı Aile hekimim gibi beni başından savdı.

Ardından ne yapacağımı bilemeden ve randevu almadan gittiğim Haydarpaşa Siyami Ersek Hastanesindeki EFOR testi bölümü elimdeki sevk kağıdında yazan EFORLU SOLUNUM TESTİ formu ile bu testi yapamayacağımı, en iyisi solunum testi için göğüs hastalıkları bölümüne gitmem gerektiğini söylediler. Oraya vardığımda doktor ve test uzmanı görevli benim çaresizlik içerisinde olduğumu görüp kendilerinin SOLUNUM TESTİ yaptıklarını ve gerekli evrakları hazırlatıp, bahçede 15 dakika kadar EFOR harcayıp yapacakları SOLUNUM TESTİ’ni Eforlu hale getirebileceklerini belirttiler. Ben de uysal bir hasta olarak, ki hasta değil de yarışmaya katılmak için hasta olmadığını ispatlamaya çalışan biri olarak, görevlinin benden istediği 15 dakika bahçede tur atma kısmını gayet dürüst bir şekilde tamamlayıp teste girdim. Sonuçta eğer bir sorunum varsa bunu şimdi burada öğrenmek, sorunu öğrenemeden Boğaz’ı geçerken acı bir şekilde öğrenmekten yeğdi.

Testi tamamlayıp elime raporumu alsam da içim rahat etmediği için tekrar EFOR bölüme gidip ne yapmam gerektiğini sordum. Oradaki hemşire bana sevk olunmam gereken SUT kodunun numarasını yazıp beni Sevtün Hanıma geri yolladı. Haydarpaşa’dan çıkıp Erenköy’e Sevtün Hanıma geri gittiğimde yaşadıklarımı anlatıp beni doğru SUT koduyla sevk etmesini ya da yaptırdığım (eforlu) solunum testi raporunu kullanmasını söyledim. Ancak 40 yaş üzeri yarış onayı vermek için EFOR testi olmazsa işlem yapamayacağını ama benim getirdiğim SUT kodunu kullanacağını ama o anda bilgisayar sistemi çalışmadığından, klasik “Bugün git, yarın gel”, bilgisayar çalışırsa sevk ederim deyip benim başıma üçüncü defa geliyor olsa da, kendisi adına ilk defa olarak başından savdı.

Haftaya SUT kodu sorunsalı nasıl çözülür……

367

369