360 – Yüzme


15 Ağustos 2017

Eğer geçmişinde suyla ilgili bir travma yaşanmamışsa, yüzmeyi sevmeyen yoktur. Hele ki benim gibi çocukluğunda deniz kenarında kamp yapma şansını elde edenler için yüzmek bir keyiftir. Dedemin subay olması sebebiyle Askeri kamplar ve Babamın üniversite eğitimini pek çok farklı fakültede devam ettirdiği için çok geniş yelpazedeki arkadaşlarından devlet kurumlarında çalışanlarının bize sağladığı kamp olanakları sebebiyle yazları neredeyse en az iki ayımı denizde geçirirdim. Bu arada Eniştemin Rumeli Hisarında oturan annesini de ziyaretlerimizde, Eniştem ve kuzenlerimle birlikte Boğaz’ın serin ve akıntılı sularında da yüzme şansı elde ettiğim için her türlü suda yüzmeyi, dolayısıyla iyi yüzmeyi becermişimdir.

8mm film makinemizle Babamın çektiği ilk filmlerde kırmızı – beyaz bir simit ile ilk kendi başıma denize girme çabalarımdan sonra muhtemelen biraz içgüdüsel biraz da cesaretle attığım ilk adım yüzmeyi suyun altından gerçekleştirmeye çalışmak oldu. Balık olmadığımızın bilincine erken varıp kafamızı suya soktuğumuzda nefes alamadığımızı muhtemelen bir, hadi bilemediniz iki denemede fark edince, suyun altında nefesimi tutmayı öğrendim. Nefesimi tutup da suya batma numaraları ile her defasında suyun altında biraz daha uzun kalma oyunları da eklenince bu süreyi geliştirmiştim. Suyun altına inince durmak da sıktığından bir süre sonra suyun altında hareket etmeye de başladım. Bu arada fark ettim ki deniz suyu insanı kaldırıyor ve karada olduğumuzdan daha az bir ağırlığa bürünüyoruz suyun altında. Bunu bir avantaja çevirip nefesimi tutarken ileri doğru, Babamdan görmüş olduğum kurbağalama hareketini yapmaya başlayınca da yüzebildiğimi gördüm. Dolayısıyla artık yüzmeyi biliyordum ama bir farkla, sadece suyun altından. E, eşyanın tabiatı gereği de bir süre sonra zaten yüzme öğrenmiş biri olarak yüzeye de çıkıp nefes alarak yüzmeye başlamıştım bile.

Yüzmeyi becerdikten sonra sıra ayağın basmayacağı yerlerde de yüzmeye gelmişti. 1971 yılı televizyonun Türkiye’de yayına başladığı yıldı. Şansımıza da ertesi sene Münih’te gerçekleştirilen 1972 olimpiyatlarını da TRT televizyonu çok geniş bir şekilde vermişti. MarkSpitz.jpgOlimpiyatların efsane yüzücüsü Mark Spitz’i seyredince de yüzmeye olan hevesim fazlasıyla artmıştı. Bir sene önce İzmir’de yapılmış olan Akdeniz Olimpiyatları esnasında İzmir’de inşa edilen açık ve kapalı yüzme havuzlarında yüzmek de nasip olmuştu bana. Okumakta olduğum Alsancak Gazi ilkokuluna gelerek yüzmeyi bilenleri seçmelere çağırınca bu davete icabet ettim. Ancak ne var ki denizde yüzmeye alışmış olan ben, havuzun tuzsuz ve insanı su yüzünde tutmaya fazla yardımcı olmayan klorlu suyuna girince önce afallamış ve daha 50 metrelik havuzun yarısına gelemeden suda durmaya çalışmaktan yorulmuş ve teslim bayrağını çekmiştim. Allahtan kulvar ayırmasını yapan toplara tutunabilmiş ve kenardaki gözetmenlerden birinin yardımıyla sudan çıkarılmıştım.

Her ne kadar havuzda yüzemesem de denizde kulaç atmayı ve ayaklarımı çırpmayı gayet iyi beceriyordum. Daha boyum nihai durumuna gelmeden 45 numaraya ulaşan ayaklarımla iki çırpınca bir hayli yol alıp hızlı bir yüzücü olmuştum. Yazları yaklaşık iki ay kaldığımız Bakırköy’de Ninemlerle Altlı üstlü oturan teyzemin eşi olan Eniştem Annesini ziyarete Rumeli Hisarı’na gittiğinde ben de mutlaka eşlik ederdim kuzenlerime. Bu gidişlerde de genellikle Boğaz kenarına iner ve Rumeli Hisarı kıyısından serin ve çok akıntılı Boğaz sularına atlayıp biraz daha ilerden, belki de Bebek olmasa bile Küçük Bebek’teki sandal iskelelerinden çıkıp yalın ayak koşarak tekrar Rumeli Hisarı sularına geri dönerdik. Bu yüzmeler esnasında en keyifli şey de, o esnada Boğaz’dan geçmekte olan büyük yük gemilerinin dalgaları ile bir yukarı bir aşağı zıplayarak akıntıyla gitmek olurdu. İlginçtir, en fazla dalgayı da Sahil Güvenlik’in hızlı botları yapardı. Suyun keyfini akıntıyla yüzerek çıkartmaya çalışırken, Eniştem de sahildeki kayalıklardan mideye çıkartırdı. Her ne kadar kenarda yüzüyor olsak da Boğaz’ın o serin sularının derinlikleri onlarca metreyi bulurdu diye zannediyorum. Ama ona rağmen bende şimdilerde oluşan derin ve karanlık sularda yüzme esnasında aşağıdan gelebilecek yaratık korkusu olmazdı. Muhtemelen seyretmiş olduğum Jaws benzeri filmler yüzünden anlamsız korkulara kapılır olmuşum.

Yüzme konusuna nereden girdim diye sorarsanız, geçenlerde açtığım NTVSPOR kanalında yayınlanan “Samsung 2017 Kıtalararası Yüzme Yarışını” seyredince eski günlerde Boğaz’da yüzdüğüm günler aklıma geldi. 568’i kadın olmak üzere 2147 kişinin katıldığı yarışı başından sonuna büyük bir ilgiyle izledim. Kanlıca iskelesine yanaşmış KıtalararasıYüzmeParkur.jpgbir Şehir Hatları vapuruna doldurmuşlar yarışmacıları. Tüm yarışmacıların suya erişmeleri on dakikadan fazla sürmüştü. Hepsinin bacaklarına bağlı çipleri var ve atlamadan önce bastıkları halı tabir edilen kısımdan geçerken aktif oldukları için suda kaldıkları gerçek süreler değerlendiriliyor. Bu da 2147 kişinin aynı anda yarışa başlayamayacağı için ilk atlayanların son atlayanlardan daha avantajlı olmalarının önüne geçiyor. Tabi profesyonel anlamda yarışanları yeşil renk bone taktırıp ilk sıralarda atlattırıp, bir bakıma ilk finişi de onların yapmalarını sağlıyorlar ki doğrusu da bu. Ama en önemlisi bu yarışa katılmak ve mümkünse de bitirmek. Kanlıca’da başlayan yarış, Karadeniz’in daha az tuzlu suyunun Marmara’ya doğru akışı ile oluşan akıntı da kullanılıp önce Fatih Sultan Mehmet Köprüsü altından geçildikten sonra Rumeli ve Anadolu Hisarları, Kandilli, Arnavutköy ve Vaniköy geçilip Galatasaray Adası hizasında artık karşı kıyıya iyice yaklaşmak gerekiyor ki Kuruçeşme’de bulunan finiş noktasına ulaşılabilsin. Aksi takdirde Boğaz akıntısı adamı Marmara’ya sürükleyebiliyor. Tabi bu durumda zayiat vermemek için Boğaz Köprüsü altında bekleşen fileye takılarak yarışı finiş göremeden bitiriyormuşsunuz. Yarışa başlayan bu 2147 kişinin 1579’unu oluşturan er kişisinden 1542’si yarışı bitirmiş. Kadınlarda ise 568 kişiden 550 tanesi başarılı olmuş. En kısa sürede yüzenler ise Erkeklerde 51 dakika, kadınlarda da 55 dakika olmuş. Yarışma süresi en uzun sürenler ise neredeyse suda 2 saat kalmışlar. 1938 doğumlu Sami Gemcioğlu amcamın 1 saat 40 dakikada biten süresini görünce, yarışa katılsam 1 saat 20 dakika gibi bir sürede yarışı tamamlayacağımı gözüme kestirip 2018 yarışına katılmaya karar verdim. Yukarıdaki bilgileri de bu yarışmaya katılma koşullarını öğrenmeye çalışırken edindim.

(http://bogazici.olimpiyatkomitesi.org.tr/Detay/Sonuclar/2017-Yili-Sonuclari/50)

 

Bu sene, 23 Temmuzda gerçekleşen bu yarış için açıklanmış olan takvim şöyle: başvurular Ocak ayı başında 100TL yatırılarak başlıyor. Ardından Nisan ayı içerisinde belirlenen merkezlerde 800 metre yüzdürülerek yapılıyor. 30 dakika içerisinde seçmeyi tamamlayanların içinden de kontenjana göre sıralama yapılıp yarışa katılınıyormuş. Ama zannedersem her sene gittikçe artan kontenjan ile bu seçmeyi tamamlayan Boğaz’da yarışma veya en azından Boğaz’ın serin suyunu duyumsayıp parkuru tamamlama şansına sahip olabilir. (http://bogazici.olimpiyatkomitesi.org.tr/Detay/45)

Haydi arkadaşlar, bu heyecanı suda da yaşayabilmek için 2018 yarışı duyurularını Olimpiyat Komitesinin sitesinden takip edip 2018 Temmuzunda bir aksilik olmazsa Kanlıca İskelesine yanaşmış olan Sporcu teknesinde görüşmek üzere.

http://bogazici.olimpiyatkomitesi.org.tr/

361

359