224 – KOPYA


7 Ekim 2011

Öğrenim hayatım boyunca pek çok kereler kopya çekme olayını yaşadım. Bunların bir kısmı kendi lehime olduğu gibi bir kısmı da başkalarına yardım şeklinde oldu. Sıra arkadaşına fısıldanan veya icabında kâğıt değiştirilerek her iki taraf için de cevaplama yapmayı bu kopya hadisesinin dışında tutmak gerekiyor. Buna sebep de bir çeşit sıradaş dayanışması diyebiliriz. Her ne kadar sıra arkadaşlarımın canına okuyup öğrenim hayatlarını uzatma yönünde bozuk bir sicilim varsa da yardımlaşma konusunda bir eksikliğimin olduğundan kimse söz edemez.

Okul hayatım boyunca çekmiş olduğum kopyalardan bana en zarar vereni lisede İngilizce dersinde çekmiş olduğum kopyalardır. Allah uzun ömür versin, İngilizce hocamız Ayşe Savaş Hanımın ders işlerken İngilizce öğretmek yerine okuduğumuz kitaplardaki psikolojik ve duygusal çıkarımları derste not ettirdiği gibi beklemesi yüzünden ilk organize suç örgütü misali kopya işine girdim. İri yapımın gerektirdiği büyük ayak ve ele sahip olmanın her zaman dezavantajını, özellikle ayakkabı bulmakta zorlanarak yaşasam da, küçük kopya kâğıtlarını ellerimin arasında kolaylıkla saklama avantajım sayesinde daha çok materyali daha büyük boy kağıtlara sığdırıp kullanırdım. Hatta işi biraz daha ileri götürüp adeta bir kitap şekline getirdiğim ve ortasından zımbalayarak gayet kolay kullanıma sahip ettiğim kâğıtları çıkartıp ellerimin altında gizleyerek klasik kopya çekme ritüelini uygulardım bu İngilizce imtihanlarında. Ama ne zaman ki liseden mezun olup Boğaziçi Üniversitesine girdim, daha ilk İngilizce baraj sınavında 21 gibi süper bir not alarak Hazırlık sınıfını okuma şerefine erişen numunelik Anadolu Lisesi mezunları arasında yer aldım.

Bu kâğıda yazarak kopya çekme işini o kadar ilerletip artık nasıl olsa yakalanmam diyerek fütursuzca kullanmaya başlamıştım ki, lisenin son sınıfında o zamanlar sırf gıcıklık olsun diye konulan Turizm dersinde angarya olarak dersi üzerine almış olan Resim Hocamız Huriser Hanım’a yakalandım. Ceketin alt eteğine koyup kafayı indirip kaldırıp ders notlarını imtihan kâğıdına geçirirken kara tahtanın önünde yer alan yükseltide yürüyüp sınıfı kolaçan eden Huriser Hanım, her ne kadar boyu kısa da olsa, yukarıdan tabak gibi görünme durumuna gelmiş olan beni gayet rahat görüp not kâğıdını elimden almıştı. Ama imtihan kâğıdını almadığı gibi daha sonra notlar açıklandığında 10 aldığımı gayet saf bir şekilde beyan etmişti. Hesapta aynı yolun yolcusu olup birbirimize destek olmamız gereken sınıf arkadaşlarım imtihan sonucuma itiraz etseler de, Huriser Hanım Hocam gayet kararlı bir şekilde notumu değiştirmemişti.

Bir kez de kopya verirken yakalanmıştım. Lise birinci sınıfta ayrı olarak okutulan hem edebiyat hem de dilbilgisi-kompozisyon derslerinin hocası Hatip Erdinç Bey ile nedense özellikle kompozisyon konusunda frekanslarımız tutmadığından, dilbilgisi notlarım iyi olsa da ikmale kalma durumundaydım. Senenin son derslerinde benim durumumdan biraz daha iyi olmakla beraber gene de karne notları kırık gelme durumunda olanlara yapmakta olduğu sözlü kurtarma sınavı esnasında bir suflör hesabı ön sıraya geçip sesli kopya verirken, Hatip bey tarafından görüldüm. Ve dönüp benim ikmale kaldığımı da bildiğinden, ablam tarafından hala daha yüzüme vurulan o veciz sözü yutmak zorunda kaldım: “Kendisi muhtacı himmet bir dede. Nerede kaldı gayrıya himmet ede.

Kopya deyince sınıfta gerçekleştirilen ama benim denemediğim bir kopya metodu da, gelmesi muhtemel soruları belirleyip, onları sanki bir imtihan kâğıdı gibi hazırlayıp üst tarafı soruları yazmak üzere boş bırakılmış kâğıdın ortasından itibaren yazılması yöntemi vardır. Bu yöntemi hatırladığım kadarıyla Yücel, Kutsal ve Güvenç çok güzel bir şekilde uygularlardı. Sorular hoca tarafından dikte ettirildikten sonra hangi sorunun geldiği belirlenip o kâğıt ilk kâğıt haline getirilirdi. Daha sonra da hoca soruları yazdırırken kullanılan kâğıt nedense yakalanmamak için yırtılıp top edilerek çöp kutusuna atılırdı. Hocalarımız da sormazdı “Evladım yanlış yazdıysan sil ya da üzerini çizip devam et, neden boş yere emeklerini boşa harcıyorsun?” diye.

Bir ara da kağıtların üzerine tükenmiş bir tükenmez kalemlerle, ki bu ismiyle ne büyük bir tezat oluşturuyor, önemli bilgiler bastırılarak yazılır, ama mürekkep olmadığından normal olarak duran birkaç kağıdın arasında belli olmaz, ne zaman ki sorular belirlenir, o zaman ışığı uygun ayarlayıp okunur hale gelen bilgiler diğer kağıda aktarılırdı. Yalnız bir seferinde lakabı “Deli” olan tarih hocamız Nebahat Hanım bu kopya olayını yan sınıfta yakalamış. Onların imtihanından sonraki derste de bizim imtihan olduğundan bize geldiğinde yan sınıfın yaptığı bu ahlaksızlığı anlattığında nedense birden sınıfta bir hareketlenme oldu ve imtihan için hazırlanmış kâğıtlar apar topar sıra altlarına ve çantalara atılarak ortadan kayboldu. Muhtemelen o imtihandaki kırık sayısı diğer imtihanlara göre daha fazla olmuştur. E tabi gafil avlanılmış ve yapılan hazırlıklar bir önceki derste yan sınıfın yaptığı hoca tarafından fark edildiğinden kullanılamaz olmuştu.

Kopya deyince hiç hesapta yokken tamamen doğaçlama bir şekilde çekmiş olduğum bir olayı unutmam mümkün değil. Elektronik mühendisliği eğitimimi bitirdikten sonra neredeyse hayatımı kazandığım Bilgisayar konusunda Boğaziçi Üniversitesinde ilk tanışmam esnasında dersi kopya çekerek geçmem bir tezat oluşturuyordur. Cem Kum adında ismi kısacık ama iri yarı fiziği ve daha ilk derste gözümüzü korkutmak adına “Bu derste kopya çekerken yakaladığım öğrenciyi ağzıyla kuş tutsa bir daha hiç geçirmem” demesinden sonra kopya çekmeyi aklımdan bile geçirmiyordum. O zamanlar okulda boyut olarak devasa ama bellek ve işlevsellik olarak neredeyse ilk çıkan ev bilgisayarlarından bile düşük kapasitedeki bilgi işlem sistemlerinde bize FORTRAN dersi öğretilirdi. Son derece hantal ve bir o kadar da gereksiz olduğunu düşündüğüm dersin ilk kısımları gayet kolay ve rahat geçerken son derslerde biraz daha dosya yapıları ve bunlara erişim konuları kısa olarak geçiştirilmiş ama imtihanda ağırlıklı olarak bu bölümlerin çıkacağı bir söylenti olarak yayılmıştı. O derslere girmiş ve konulara anlamış bir arkadaşım da bana bir dosya kâğıdı üzerinde anlatmıştı konuları. Ben de imtihana girerken kâğıdı hangi akla hizmet bilmiyorum ama gömleğimin üst cebine katlayıp koymuştum.

İmtihan başladığında gördüm ki söylenenler doğruymuş. Sorular hep cebimde örnekleri çözülmüş konulardan. Esasen kâğıt cebimde olmasa konuları daha taze dinlemiş olduğumdan çözeceğim. Ama mesela bir İngilizce kitap okurken eğer yanınızda sözlük varsa en bildiğiniz kelime bile unutulur da kitabı anlayabilmek amacıyla sözlüğe başvurursunuz ya, aynen bu durum yaşandı ve ben kâğıda bakmadan soruları çözemeyeceğim sonucuna vardım. Final imtihanı olduğundan Büyük Toplantı Salonunda yapılan sınavda ben sahnenin tam karşısındaki büyük kısımda değil de sağ ve sol taraflarda beşerli olarak yerleştirilmiş sıraların birinde koridor tarafında oturuyordum. Aynı sıranın diğer tarafında da sınava giren bir başka kız oturuyordu. Ben etrafı kolaçan edip kâğıdı cebimden çıkartıp sınav kâğıdının altına yerleştirdim ve ona bakarak cevapları yazmaya koyuldum. Ama yakalanırsam diye de acayip bir stresle bacağım istem dışı titremeye başladı. Biraz sonra adeta rezonansa girmişçesine artık ayağımı tutamaz olmuştum. Bu da bir blok halindeki sıranın sallanmasına yol açıyordu. Tabi ben sallanınca yandaki garibim kızcağız da sallanıyordu. Bir iki defa bana dönüp ne oluyor diye sorgular gözlerle beni süzse de yapmakta olduğum işi görüp itiraz da edemedi. Ben soruları bitirip not kâğıdımı sorunsuzca tekrar cebime yerleştirdiğimde bacağım sallanmaktan et kesiği olmuştu ve ben herhalde terden sırılsıklam bir hale gelmiştim.

Bütün bu kopya hadiselerime dönüp bakıyorum da bunların tek sebebi dersi derste dinlememiş olmam. Yoksa mühendis çıktıktan sonra devam ettiğim İşletme Fakültesinde dersi dinleme alışkanlığı edindim ki, değil kopya çekmek, ders çalışmam bile gerekmiyordu imtihanlarda başarılı olmam için.

223

225

Yorum bırakın