022 – Hınzır Ben


22-6-2007

Küçüklüğümüzden beri yazları deniz kenarında çokça zaman geçirmişliğimiz vardır. Bu yüzdendir ki hepimiz suyla haşır neşir olmaktan hem denizi çok severiz hem de övünmek gibi olmasın ama iyi yüzücüyüzdür. 1975 yılında ilk olarak kira ile başlayan Artur tatillerimiz ise 1979 yılından beri kendi konutumuzda devam etmiştir.

Sizlerle paylaşacağım Artur anılarım ise arada birer haftalık ve teyzemlerle yaptıklarımız sırasında olanlardan. 1975 yılında ilk ziyaretimizi Amerikalı kardeşim Audrey ile beraber geçirdikten sonraki yıl nedense kiralık ev tutarak gitmedik. Ancak okulların başlamasına birkaç hafta kala teyzem ve eniştem, ablam ve beni de çocuklarına katarak 1 ila 16 yaşlarında beş çocuk tedariki ile Artur’da bir hafta kalmak üzere yola çıktık. Çanakkale üzerinden geçen yolculuğumuzun ilk durağı eniştemin bir arkadaşının moteli idi. Yalnız muhtemelen eniştem tarifi çok iyi almamıştı ki “ha şimdi geldik, ha şimdi vardık” diyerek bir türlü ulaşılamaması üzerine teyzemin de yolculuğun bir adımı olan Çanakkale’nin Ecaabat beldesine gönderme yaparak yaklaşık iki veya en çok üç dakikada bir söylediği “Ecaaaaabat’a geldiiik” şeklinde hafif iğneleyeci ama bizim yani çocukların tarafından bakıldığında eğlendirici kısmı olarak hafızamdan hala silinmedi.

Akşam motelde konakladıktan sonra Artur’a vardığımızda bize bir haftalık kiralık olarak gösterilen ev enteresandır, o zamanların en modern eğlencesi olan Yazlık Sinemanın perdesi olarak kullanılan duvara sahip olan evdi. Önce biraz tedirginlikle karşıladıysak da o sırada bir yaşında olan kuzenim Emre’yi saymazsak, dört tane çocuğun bir geceliğine çok hoş bir eğlencesi oldu. Sinema gösteriminin yapıldığı duvarın yanı başındaki sokak kapısının yan buzlu cam penceresinin önünden ucubik hareketler yaparak birbirimizin ardı sıra geçip sinemayı seyretmeye gelen insanların dikkatini çekmeye çalışmamız gezinin ilk hınzırlığı olarak aklımdadır. Sinemayı seyretmediğimiz halde hoparlörlerin rahatsız edici gürültüsü bizi ertesi gün başka bir eve geçmeye mecbur bırakmıştı.

İzmir’de yaşadığımız yıllarda yazları tatillerimizi geçirmek üzere İstanbul’a geldiğimizde yanında kaldığımız dedemin bir asker emeklisi olarak saçlarımı her defasında üç numaraya vurdurması beni daha sonraki yıllarda saçlarımı uzatmaya yönlendirmişti. İşte bu tatilimizde de okullar henüz açılmayıp saçları nizami olarak kısaltmadan önce omuzlarıma gelen saçlarım yüzünden yaşlı bir teyzeden yediğim laf da daha sonraki yıllarda berberle olan randevularımın aralarını daha kısa tutmama yol açmamış değildi. Bir akşamüstü Emre’yi kucağımda gezdirirken yolda tesadüfen rastlaştığımız bir yaşlı teyzenin ondört yaşın tazeliğine sahip cildime ve omuzlarıma uzanmış olan uzun saçlarıma ve kucağımdaki kuzenime bakıp

Çocuk senin mi yavrum?” sorusuna

Hayır, bu kardeşim

diyerek lafı kısa kesip bir an evvel olayı bitirmek istememe

A A, Vay çılgın kadın” (Burada anneme atıfta bulunuluyor) “Ayol, senin gelinlik çağın gelmiş, bu yaşta yeni çocuk mu yapılırmış?

diyerek beni hem güldürmüş, hem de neredeyse otuz yıldan beri aklımdan çıkmamış bir anıya sahip olmamı sağlamıştı.

Bu tatilden esas “Hınzırlık” olarak adlandıracağım olay ise aklıma geldikçe hala çok güldüğüm bir çocukluktur. Hatırlarsanız 12 Eylül öncesi elektrik kısıntıları yanı sıra uzun süren elektrik arızaları da vardı. İşte bu arızalardan birine bu tatilimiz esnasında maruz kalmıştık. Kesintinin uzun süreceği, daha doğrusu elektriğin ne zaman geleceği bilinmediğinden teyzem bizleri yatağa yönlendirmişti. İşte o anda kafamda bir şimşek çaktı. Veeee, evi baştan başa dolaşıp tüm anahtarları açık konuma getirdim. Ertesi sabah uyandığımızda teyzem şöyle diyordu;

Yahu gece elektrik geldi. Bir uyandım ki, ev sanki donanma yeri gibi olmuştu. Evde ne kadar ışık varsa hepsi yanıyordu. Biz bu kadar ışığı ne zaman açmış olabiliriz ki?

 21

 23

Yorum bırakın