124 – Yaz Bekarı


26 Haziran 2009

Yaz Bekârı, uzun yol şoförü

Gene yaz mevsimi geldi, klasik yaz bekârı olma vaktiyle beraber ikinci mesleğime de dönme şansını yeniden yakaladım: Uzun Yol Şöförlüğü. Son on sene yaz mevsimi genellikle Cuma akşamı İstanbul’dan yola çıkıp Burhaniye’ye, Pazar akşamı da oradan hareketle tekrar İstanbul’a varma sırasında temmuz ve ağustos ayları boyunca ortalama yedi veya sekiz kez her hafta bin kilometreye yakın yol yapıyorum. Gidişim Bursa, Balıkesir üzerinden olmakta ve deniz yolunu seçme veya seçmeme durumuna göre 370 ila 500 kilometre arasındaki yolda vaktinde yetişememe stresine girmemek için geniş vaktim yoksa İzmit körfezini dolaşmayı tercih etmekteyim.

Ehliyetimi ilk aldığım zamanlarda aynı yolu giderken İstanbul çıkışımı sabah erken saatlerde yapıp dönüşümü ise Pazar öğleden sonra olarak belirliyordum. Ancak yolların duble yol olarak biraz daha düzelmesi, benim şoförlüğümün biraz daha tecrübelenmesi ve daha da önemlisi artık zamanın kıymetini daha iyi anladığımdan İstanbul çıkışlarım Cuma akşamları mesai sonrasında, dönüşlerimi ise Pazar akşam sekiz sonrasına sarkıtıyorum. İDO Pendik’ten Yalova’ya hızlı feribot seferlerini başlamadan önce Eskihisardan kalkıp Topçulara gitmek üzere kuyruğa girip de saatlerce bekleme esnasında edindiğim “azıcık aşım, ağrısız başım” hesabı orada kuyrukta sürüneceğime Körfezi dolaşmayı tercih eder olmuştum.

Eskihisar yolculuklarımdan birinde biraz erken çıkıp da fazla kuyruk beklemeden gittiğim seferlerden birinde, bir önceki vapuru milim hesabıyla kaçırdığım için dövünüp en ön sırada bekleşirken yanaşmakta olan vapura doğru hışımla gelip tam kapağın karşısında duran araca kızmaya hazırlanıyordum ki sonradan anladım meğer adam vapura binmeyecekmiş de eşyası bol bir yolcusunu olabilecek en yakın noktaya getirmek istermiş. Yolcu araçtan inip bagajı açıp arkadan eşyalarını iskeleye indirmeye başladı. İşte tam o esnada nereden geldiği belli olmayan tusunami misali, tek, ama iskelenin yaklaşık bir metre kadar üzerine vuran bir dalga gelip önce dışarıdaki eşyaları ıslattı daha sonra da açık olan bagajın içini çeperlerine kadar doldurdu. Durum o kadar komikti ki adamın o acınacak durumunda bile kahkahalarıma engel olamamıştım.

Aynı zamanlarda bu kez karşı taraftan Topçular iskelesine girmek üzere Yalova-İzmit karayolu üzerinde kuyrukta neredeyse bir saattir beklerken uyanığın biri biraz hareketlenip yürüyen kuyrukta önümdeki araçla bıraktığım bir iki arabalık aralığa zırt diye giriverdi. Biz içeride bir hayli sinirlendik. Kuyruk yürümeyi bırakıp da gene durağan hale geldiğimizde eniştem arabadan inip öndeki araca gidip “bir sen uyanıksın, burada bekleyen herkes salak, değil mi?” diyerek kızgınlığını belirtip kenarda “mesaim bir an evvel bitse de evime gitsem” diyen polise gidip şikâyette bulundu. Polisin gelmesiyle aracın şoförü birden eniştemin kendisine “Salak” diye hakaret ettiği şeklinde şikâyet etti. İşte o anda eniştemin kendisine sarf ettiği cümleden böyle bir mana çıkaran adamla münakaşa edilmeyeceğini anladık. Çünkü hep kullandığım “Ahmak adamlarla tartışmayın. Dışarıdan bakanlar kim ahmak anlayamayabilir” sözü burada tam cuk oturuyordu, biz de kendisini Allaha havale ettik.

Bursa ve Yalova karayollarına tüm yol tamirat ve yapımını tam benim yaz bekârlığı yani sultanlığı zamanıma denk getirip de yolun uzun sürmesine yol açtıkları için teessüflerimi sunma durumunda olsam da “kaçınamıyorsan zevk almayı öğrenmelisin” hesabı, katlanmaya çalışıyorum. Yolun durumunu artık her hafta gidip geldiğimden öğrendiğimden uzun sürebilecek yollar için alternatifler üretip yolu biraz daha çekilir hale getirmeye çalışıyorum. Tabi bu arada yolda en uygun alternatifler, ihtiyaç molası yerleri ve en önemlisi midevi zevklerin doruk yapabileceği yerleri de belirleyip hem oraları düşünüp yolun stresini atıyorum, hem de yorgunluğu gidermek üzere biraz dinlenmiş oluyorum.

Otobüsle yolculuk ettiğim zamanlarda Susurluk civarında mola verilmesi hem adettendi hem de ısrarla beklediğim güzelliklerdendi. Neden bilmiyorum ama oranın ayranı ve daha da önemlisi normal ekmek içine yapılan İstanbul’un çift kaşarlısının yanında kaşarsız gibi durduğu kaşarlı tostun nedense başka yerdekilerden çok farklı bir yeri var. Hele ki son birkaç senedir “Aslan Bacanağın” öğretip de damak tadıma yeni bir kavram getiren “Kekikli Kaşarlı Tostun” yeri de bir başka oluyor. Yalnız anlayamadığım kasadan kekikli olarak istenen fiş normal olarak kaşarlı tost diye çıksa da kasiyer kızın üzerine OTLU diye yazması sanki biraz aşağılanma hissi yaşamama sebep oluyor ama mutlaka tavsiye edeceğim bir tad olduğu için hiç de takmadığım bir nüans olarak karşımda duruyor. Otlu kaşarlıyı yiyeceğiniz yer ise Susurluk’u Balıkesir yönünde geçtikten sonraki ilk ışıklarda gidiş istikametine göre sol tarafta kalan YÖRSAN tesislerinde. Ola ki yolunuz oralardan geçerse bir OTLU yiyip kulaklarımı çınlatırsanız iyi olacağını tahmin ediyorum. Bu arada peynir ihtiyacınızı farklı çeşitleriyle marketinden de karşılayabilirsiniz (reklâmları izlediniz).

Bu hafta bekârlığı gece eve geç gelme hürriyeti olarak algılamış olacağım ki hiçbir gece hava kararmadan varamadığımdan yorgunluğun had safhada olması nedeniyle ve yarın da yola çıkacağımdan fazla yorgunluk olmaması adına bu yazımı biraz kısa kesiyorum. İnşallah haftaya daha uzun yazıyla telafi etmeye çalışırım.

123

125

Yorum bırakın