018 – Doberman


25 Mayıs 2007

Boğaziçi okul yıllarımda rektörümüzün Doberman cinsi, cins mi cins bir köpeği vardı. Lojmanı okul içerisinde olduğundan pek çok kereler kendisi ile (tabi köpeğin kendisi ile) karşı karşıya gelmiştik. Bu karşılaşmalar da genellikle lojmanın yanı başında bulunan bilgisayar binası civarında olurdu.

Öncelikle şunu hatırlatmalıyım ki o zamanlar bilgisayar olayı (ki çok enteresan bir olaydır ve bu da ileride değinilecek bir konudur) çok yeni idi. Koca binada kocaman bilgisayar sistemleri vardı. Şimdi cep telefonlarına konan cihazlardan daha düşük hafıza kapasitesi ve herhalde bir kaplumbağa hızında çalışan, ama çalışırken de muazzam ses yapıp aynı zamanda ısındığı için bu bilgisayar sisteminin bir oda büyüklüğünde soğutucu bölümü ve bu soğutucunun su soğutma sisteminin kullandığı devasa fan grubu vardı. Ve tabi o zamanlar her şey çok yeni olduğundan bu soğutma olayı da çok normal olarak karşılanıyordu. Yalnız şimdiki farelerin (Mouse) yerine kullandığımız filleri hareket ettirmek çok da zor oluyordu (YE).

Bilgisayar sistemine girişler ise şimdiki gibi terminaller veya PC’ler aracılığıyla değil PUNCH-CARD adı verilen sert kartondan yapılma üzerinde 16 satır ve 80 sütun bulunan ve her satırda yazılacakların 16’lık düzende formatlanarak delinip kodlandığı bu kartonların birbiri ardına sıralanarak sisteme okutulması ile yapılıyordu. Kullanılan kağıtlar genellikle tek seferlik olduğundan, ama hem kağıt pahalı hem de bu kağıt normale göre daha dayanıklı olduğundan, ve dahi o zamanlar poşet daha icat edilmemiş olduğundan, pazara çıkan insanların kullandığı fileler taşınan malzemelerin ağırlığından ellerini kesmesin diye bu kağıt rulo haline getirilip arasına da sert bir tel uygun form verilerek filenin iki sapına geçirilmek suretiyle faydalı bir icat haline getiriliyordu.

Bilgisayarda öğretilen ise daha sonra hiçbir yerde insanın karşısına çıkmayacak, kullanımı son derece kısıtlı, ne idüğü belirsiz, ipe sapa gelmez Fortran IV (bu dört çok önemli çünkü daha sonra VII, yani yediye kadar çıkmıştı) dili ile oluyordu.

Punch-Card’lar sıraya dizilip birer paket lastiği ile birbirine tutturulduktan sonra bir odanın banko haline getirilmiş kapısından ilgili üst sınıf öğrencisine veriliyor, o da alıp kartları bir okuyucudan geçiriyor, daha sonra da 132 kolonluk olan yazıcıdan koca koca sayfalar çıkartılıp seçmiş olduğunun konunun baş harfine göre raflara yerleştirilene kadar dışarıda bekliyordunuz. Tabi eğer bilgisayar kullanımınız sınırlı olduğundan hata yaparsanız peş peşe onlarca sayfa hata mesajları ile doluyordu ki bunları da müsvedde kağıdı olarak kullanılıyordu. Ama o zamanlar daha köşe dönmecilik henüz revaçta olmadığından hiçbir zaman bunu suistimal etmiyor(!) sadece gerçek hatalardan oluşmuş kağıt yığınlarını kullanıyorduk.

Neyse günlerden bir gün bilgisayar binasından çıkıp lojmanın önünden geçmek üzere sevgili arkadaşım Yeşua (nam-ı diğer COZİ) ile Musevi bir başka arkadaşı, Moris, üçümüz yürürken karşıdan yazının başında değinilen Doberman belirdi. Yeşua ortak arkadaş olduğundan aramızdaydı ve köpek etrafta fazla bir seçenek olmadığından direkman üzerimize hedeflendi. Cesaretimizin doruk noktada kalmasını fırsat bilerek ben Yeşua’nın bir koluna, Moris ise diğer koluna yapıştık ve köpekle aramıza hep Yeşua’yı tutarak kendimizi kollamaya başladık. Yeşua ise, garibim, her iki kolu da engelli olarak tek bacağını köpeğe doğru savurarak kendini ve dolayısıyla hepimizi korumaya çalışıyordu. Köpek bir süre sonra bizden sıkılmış olacak ki bizi bıraktı da Yeşua da rahat bir nefes aldı.

Olay geçtikten sonra bize çok sitem etti ama ben bir Yahudi’ye böyle bir ezadan daha büyük bir korkuyu yaşatamayacağımızı düşünüp hala daha biraz vicdan azabı biraz da ufaktan İsrail’e karşı yapılmış bir hareket olarak değerlendiririm.

(YE:Yazarın Esprisi)

 17

 19