003-Üç profesör


16 Şubat 2007

Üç profesör (ama ne profesör)

1990 yılının Kurban bayramı tatilinin uzunluğundan istifade ederek bir Erzurum seyahati yapma fırsatım oldu. Tabidir ki tatil yeri olarak deniz kenarı yerine Erzurum’u seçmemin sebebi Okay biraderlerdi (Bu söylem bana nedense Dalton biraderleri hatırlattı ama onların konu ile ilgisi yok).

{YN1 Bu arada bir sonraki yaz, bir haftalığına deniz kenarına gitmiştim ve yolculuğumuz sırasında arabadaki topluluk Türkiye’nin en üretken ve çalışkan grubunu oluşturuyordu. Ben henüz işe başlamamış olduğumdan bir işsiz, Ablam çalışmakta olduğu THY’deki grev yüzünden işbaşı yapamamış, Annem bir ev hanımı, Babam bir emekli olarak aynı araba ile yazlığa gitmiştik.}

Konumuza dönersek o sıralar Esit’ten ayrılmış, Amerika’ya gidip gezmiş-dönmüş ama Esit’e geri dönmemişken onlardan tedarik ettiğim bir Toros ile gezimizi planlamıştık. Araçta tek sorunumuz olan radyo-teyp eksiğini de seyyar bir teybe kablo ile çakmak girişinden enerji çekmekle giderdiğimizi zannetmiştik, ancak daha fişi takar takmaz kabloya yaptığımız ekte bir sorun yüzünden küçük bir duman ile hayallerimize veda ettik ancak elimizdeki piller ile bir müddet müzikli olarak yola devam edebildik.

Seyahatimiz sabahın erken saatlerinde başladı, Sapanca civarlarında bir kahvaltı ile devam ettikten sonra Gerede üzerinden Amasya’da bir gece geçirip, fazla kasmadan ve sıkıntıya girmeden ertesi gün Erzurum’a varma planlarımız tıkır tıkır işlemekteydi. Amasya’da akşam kalacağımız yer Fuad’ın annesi Mübeccel teyze tarafından eski bir talebesi üzerinden Köy Hizmetleri tesislerinde ayarlanmıştı. Biz ilk iş olarak Amasya Köy Hizmetlerini bulduk ancak tesislerin Tokat yolu üzerinde olduğunu öğrenip oraya doğru yola koyulduk. Bu arada aynı yere gitmek isteyen bir vatandaş’ı da bize yolu göstersin diye oraya götürmüştük. Yalnız götürdüğümüz vatandaş alkollü müydü, yoksa günün ilerleyen saatlerinde aynı odayı paylaşma tehlikesi geçirdiğimiz bir adamın alkol fazlası o kadar ileriydi ki onunla mı karıştırıyorum tam emin değilim.

Neyse biz tesislere gittik ve aramızdaki en düzgün, hem kılık kıyafet hem de yaşı itibarıyla görünüşü en düzgün kişi olarak Fuad, resepsiyona bizim geldiğimizi haber vermeye ve gerekiyorsa kaydımızı yaptırmaya gitti.

Durumu daha iyi anlayabilmeniz için yolcuları bir tasvir edeyim:

Bendeniz yolculuklarda ve genellikle yazın tatilde iken giydiğim şortlardan en çiçekli ve alacalı bulacalı ve kırmızısı en yoğun yaşanan bir şort üzeri çorapsız spor ayakkabı ve bir tişört. Bu şort giyme alışkanlığım yüzünden seneler sonra Sivas’ın Karayün köyünde “İsmail’in damadı ne öyle turist gibi bacakları açık geziyor” diye ayıplanmamış da değilim hani.

Fuad, her zamanki olgunluğu ve gözlükleri ile ama yaklaşık 10 saatlik bir yolculuğun etkisi altında.

Cüneyd henüz hayatının baharında en delikanlı zamanlarında, yanlış hatırlamıyorsan o da şortlu, ama yanlış hatırlıyorsam da pantolonlu, ama gepegenç bir öğrenci.

Derken Fuad işlemlerimizi yaptırıp geri geldi ama ağız kulaklarda ve otuz iki dişinin her biri kök ucuna kadar gözükecek şekilde sırıtarak ve bir o kadar da (kendi deyimiyle) mahcub.

Bizim geldiğimizi haber vermeye gittiğinde kısaca “Erzurum’dan Mübeccel hocanın haber verdiği İstanbul’dan gelmekte olan üç yolcu”nun geldiğini bildirdiğinde “Evet biz de İstanbul’dan üç profesörün gelmesini bekliyorduk. Yerleri hazır.” cevabıyla karşılaşınca annesinin daha önceki ve hatta sonraki telefon konuşmalarını ve tabidir ki yanlışlıklarını hatırlayıp durumu “İstanbul’dan gelen üç kişi” olarak düzeltmek zorunda kalmış çünkü biz üçümüz o hallerimizle kapıdan arzı endam etsek “Hadi len, yürüyün gidin. Biz Profesörleri bekliyorduk, sizleri değil” deyip kovacaklarından korkmuş.

Bu gruptan iki kardeş profesör olma yolunda emin adımlarla ilerliyorsa da ben hala şortla geziyorum. (Erkek adam yolundan ve sözünden dönmez hesaaabı).

 2

 4

Yorum bırakın