016 – Vegas gecem


11 Mayıs 2007

İnsan Vegas’a gider de buranın gereğini yerine getirmez mi?” düsturu ile hareketle tabi ben de Nevada-eyalet ekonomisine gerekli katkıları yaptım. Ancak “bilinçli – yolunacak tavuk” olduğumdan dolayı bu katkı haliyle ekonomik olarak sınırlı boyutta kaldı.

Gezinin son ayağı olan Las Vegas’a ulaştığımda hatırlarsınız önce Kral’ın yattığı yer olan motelde kaydımı yaptırmış, peşinden şehri yayan olarak gezmiş, bu arada bir tufaya gelip Kanyon üzeri uçuş için rezervasyon yaptırmış, daha sonra meşhur kumarhanelerin hanım – çocuk atraksiyon kısımlarında vakit geçirip beleşinden kocaman oyuncaklarla (30 yaşında adamın elinde onları görenler de biraz acayip bakıyorlardı ya neyse) otelime varmıştım.
Kanyon üzerinde uçup da otele geri döndükten sonra artık sıra kumar olayını tatmaya gelmişti.

Önce bilmeyenler için Las Vegas’ın yapısından bahsedeyim. Sonuçta tüm kumarhaneler içine girdiğiniz zaman birbirinin tıpkı kopyası ama dışarıdan insanları etkileyip çekebilmek için farklı temalar kullanılmış. En farklıları mesela Piramit şeklinde dış yapıya sahip bulunan ve yanında da Sfenks bulunanı, veya dışında korsanların cirit attığı ve bir gemiye saldırılarının her yarım saatte bir canlandırıldığı bir başkası, benim ziyaretim sırasında daha yeni inşa edilmekte olan Sezar’ın sarayı (ki yapıldıktan sonra genellikle ağır sıklet boks unvan karşılaşmaları buranın salonunda yapılıyor, hatta NBA 2007 All-Star da keza burada yapılmıştı) vs.

Dışarıdan bakılınca çok farklı olan bu yapılar içeriye girince “Yok aslında birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı bankasıyız” hesabı insana sanki hep aynı mekana giriyormuş hissi veriyordu. Hatta daha sonra öğrendiğime göre içeriye normal atmosfere oranla daha yüksek oranda oksijen veriliyormuş ki vücut yorgunluk hissetmesin ve daha uzun süre içeride kalınıp daha yüksek meblağlar kaybedilebilsin.

İçerideki havanın yanı sıra ortamın atmosferi (yani görünüşü) de çok ilginç. İçeride devamlı yanıp sönen ışıklar, durmaksızın artan rakamlar, ki bunlarda sene başından itibaren o mekanda kazanılmış paranın toplamı görüntüleniyormuş ve bu rakam noktadan sonra iki haneyi yani 1 cent’i bile gösterecek şekilde kullanılıyor. Ve hakikaten öyle makinalar var ki 1 cent ile çalışıyor. Etrafta bozuk paranız yoksa diye para bozmakla görevli hostes kızlar dolaşıyor ki eğer 1 dolar verip 1 cent isterseniz size anında 100 adet cent veriyor. Yani adamlar kelimenin tam anlamıyla cebinizdeki paranın son kuruşuna kadar almak üzere kumpası kurmuşlar.

Her hangi bir makina bir ödül verdiğinde, ödülün büyüklüğüne bağlı olmaksızın ışıklar yanıp sönüyor, alarmlar çalıyor, tabi verdiği ödül büyükse yaygarası da bir hayli büyük oluyor. Dolayısıyla içeride devamlı bir ses ve ışık gürültüsü bulunuyor. Tabi eğer yanınızdaki adam bir şeyler kazanıp ses ve gürültü çıkartırsa, bu sizde oynamak ve kazanmak için bir dürtü oluşturuyor. Velhasıl içeride iken öyle bir ortam yaratılıyor ki eğer saate bakmazsanız içeride ne kadar kaldığınızı söylemek mümkün değil çünkü normal hayattan kopuluyor.

Benim daha önce ilk kurulduğu zaman asker arkadaşlarımla buluştuğumda Hilton’un altındaki Casino’ya gitmişliğim vardı ama oradaki ortam hiç de buradakine benzemiyordu. Döndükten sonra anladım ki ben kendini bilen bir turist olarak tüm Casino’lara girmeye ama her biri için ayırdığım miktarda para harcayacağım diye planımı son derece uygun yapmışım.

Planım çok basitti: İçeriye girmeden önce pantolonumun sol cebini boşaltıp içine 2 dolar koyacak ve içeride sadece sol cebimden para kullanacak, eğer kazanırsam kazancı gene sol cebe koyacak, cepteki para suyunu çekince de o mekanı terk edip bir başkasında şansımı arayacaktım.

İlk bir iki mekanda önce klasik “Tek kollu haydut” diye adlandırılan ve yanındaki kol çekilip önde dönen barlarda üç aynı objeyi tutturmaya çalışan makinalarda şansımı deneyip nedense bir türlü kazanamadığımı anlayamadım. Meğer bu makinalarda kazanabilmek için 3 adet 25’lik para ile oynamak gerekirmiş (İleride buralara gideceklerin kulaklarına küpe olsun).

Bir de sanki çok anlarmışım gibi bilgisayara karşı poker oynadım. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası idi. Şimdi hatırlayamıyorum ama, zannedersen aktığım üçüncü veya dördüncü mekanda 25 cent ile yaptığım bir denemede 4 adet 8’lik bularak 32 kat para kazandım. Yani 25 cent’e 8.25 dolar. Etraftaki makinalar benim oynadığım makinanın çıkarttığı yaygaradan bir anda insan seline kapıldı. Tabi ben de zaten yükünü boşaltmış olan bu makinadan hemen uzaklaştım. Birden içeriye girdiğim sol cebimin serveti dörde katlanmıştı.

Hemen 25’lik centleri (ki bunlara da çeyrek dolarlık değerlerinden dolayı ÇEYREK deniyor) birer dolar değerinde mekana özel üzerinde logosu bulunan fişlerle değiştirip hep yanından geçerken gıpta ile izlediğim ancak sol cebimdeki servetimin daha önce yetmediği makinalara geçtim.

Bu makinaların özelliği de şu: Siz oluktan parayı içeriye sallıyorsunuz. Para içeri düşünce daha evvel düşmüş olan paralarla beraber bir yükseltide duruyor. Bir tarama mekanizması da bu paraların üzerinde tur atıyor ve yüksek olan varsa bunu bir alt kata süpürüyor. Bu alt kata düşen para da orada bir yükselti yapıyor. Buradaki tarayıcı da bunların üzerinden geçerken gene yüksek olanı bir aşağı kata ittiriyor. Eğer şanslı iseniz her hangi kattan aşağıya düşen para beraberinde bir veya birkaç parayı da (bu laf da aynen maç öncesi fudbolcu konuşmalarındaki puan ya da puanlar almaya gidiyoruz lafına benzedi) beraberinde aşağıya çekebiliyor. Sonuçta son katta tarama işlemi de gerçekleştiğinde şansınız yaver giderse aşağıya bazı paralar düşüyor.

İşte bu makinalardan birine geçip de bir dolarlığı attığımda birden dört beş 1 dolarlık bir aşağı kata, oradan da diğer katlara derken aşağıya 10 adet civarında düştü. Ve ne olduysa o zaman oldu. Ben kendimi kaybettim.

Sol cep servetim katlandıkça katlanmış, ama ben kolay paranın sarhoşluğuna fena halde kaptırmıştım. Dolayısıyla o andan itibaren oyunlarımın potları daha yüksek, adetleri daha fazla ve kayıpları da tabi yıpratıcı oldu. Zannedersen iki ya da üç dakika içinde servetim sıfırlanmıştı. Tabi burada kastedilen servet sol cep servetimdi. Her ne kadar kendimi kaybettiysem de sadece sol cep servet kontrolümü kaybetmiştim. Yani diğer mekanlarda olduğu gibi başlangıçta iki dolarlık olan servetimi hacı etmiştim.

Las Vegas’tan kalan içimdeki tek ukde, buralara kadar gidip bir rulet oynamamam oldu, çünkü teorik olarak bu mümkün değildi. Pratik olarak da bu anlattığım mekanda mümkündü ama ben kendimi kaybetmiş olduğumdan ellerime kadar gelen fırsatı tepmiş oldum. Rulet masasına oturabilmek için en az beş dolarlık fiş almak gerekiyordu ve bu benim prensiplerime aykırı idi. Acaba bir seferliğine bu prensibimi çiğnemiş olsam olur muydu diye kendime soruyorum ama kendimi anlatmış olduğum büyük kaybımdaki gibi kaybedip de “tığ teber merd-i şahi” ortada kalacaktım.

 15

 17

Konu ile ilgili, aynı geziden diğer yazılar:

013 Elvis ile aynı odada yatmak

015 Vegas günüm

113 Batı yakası hikayesi III

112 Batı yakası hikayesi II

111 Batı yakası hikayesi

114 Büyük Kanyon

Yorum bırakın