114 – Büyük Kanyon


17 Nisan 2009

(Giriş) Yolumu Batı Yakasına çevirmek için bindiğim uçak Phoenix’de aktarma yapması gerektiğinden seyahat ve aktarma beklemesi esnasında bolca reklam broşürü ve dergi okuma imkanım olmuştu. Bunlardan birkaçında Büyük Kanyon’un doğal güzelliği ve nasıl gezilebileceğiyle ilgili genellikle reklamvari yazılar dikkatimi çekmiş ama zamanım kısıtlı olduğundan çok yakınına kadar gidecek olmama rağmen planıma almamıştım.

(Gelişme) Kralın (Elvis Presley) vaktiyle kalmış olduğu motele kaydımı yaptırdıktan sonra yayan olarak Vegas sokaklarını arşınlamaya ve ruhuma sindirmeye çalışıyordum. Kumarhaneler kısmına vardığımda genellikle albenisi olan ve aksiyon içeren yerleri gezmeye ve zevk almaya çalışıyordum. Derken şeytan gene şeytanlığını gösterdi ve karşıma o dükkânı çıkardı. Girişin tepesinde kocaman harflerle “Free Maps” yani “beleşe haritalar” yazısını görünce buranın hem satış yapan ama aynı zamanda da turistlere enformasyon hizmeti veren bir kuruluş olarak çalıştığı hissine kapılıp fazla da düşünmeden içeriye girmek üzere kapıyı ittirdim. Hala daha geri dönme şansım vardı ama “nerede beleş, oraya yerleş” düsturunun naif ve sadık bir elemanı olarak payıma düşen haritayı almak üzere içeriye girip kapıyı da örttüm.

Artık içeride müşteri konumunda tek başıma ben, karşıda ise en genci altmışbeşinde en az beş ya da altı görevli birden bana dönüp kimisi bakışlarıyla, kimisi ruhlarıyla ama hepsi de beden dilleri “Yaşasın müşteri geldi. Buna sıkı bir satış yapmalıyız” türünden bakıyorlardı. O an, “Yer yarılsa içine girsem de bu durumdan kurtulsam” veya “Birden görünmez adam olsam gözlerinden yitsem” ya da hiç biri olmadı “Yerler toprak olsa, ben de devekuşu olsam da başımı kuma gömüp görünmesem” şeklinde şimdi dile getirebildiğim hislerin karmaşasını yaşadım ama maalesef ki ne yer yarıldı, ne görünmez adam oldum ne de devekuşuna dönüştüm. Kriz zamanlarını idare edebilme yeteneğimin hep farkındayımdır ve bu durumlarda çabuk karar verip veya duruma göre anında reaksiyon gösterip durumu kurtarabilme hasletimi kullanmak üzere çıkar yol aradım. Yüzümün yönünü çevirmeden gözlerimle etrafı kolaçan ederek bir kurtuluş çaresi aramaya başladım ve çok aramam gerekmeden duvardaki tur çeşitleri benim kurtuluşum olarak beni karşıladı. “Büyük Kanyon Turları”.

Grand_CanyonTabi yaşasındı bu “Büyük Kanyon Turları”. Hem niyetim yok dolayısıyla bir şey satın almam gerekmeyecek, hem de “e Eşek değiliz ya içeriye bilgi almak amacıyla girdik” olayını yaşatacağım. Bana bakan çift gözler içerisinde en makul ve banko önündeki müşterisi ile arasında en uzak mesafe olabilecek olan bir tanesine doğru seğirtip bu turlar hakkında bilgi almak istediğimi belirttim. Bu arada diğer elemanlar da olaya girmek üzere etrafımdaki alanı daraltıp ikili-üçlü sıkıştırmalar yapmaya başladılar. Muhatabım bana tabiidir ki en pahalı olan turlardan başlayarak seçenekler sunmaya başladı. Ama ben konuyu bilen, daha önce turları incelemiş bir şahsiyetmişim havasını takınıp otobüs turları ile ilgilendiğimi çünkü ziyaretim esnasında inip havasını teneffüs etmek, adımlarımla Red Kit’in ve atı Düldül’ün bastıkları arazilere basmak, kayalarda Kızılderililerin izlerine dokunabilmek gibi biraz otantik, biraz romantik biraz da müşteri kaprisi şeklinde itirazlarda bulunacak olsam da bana otobüsle seyahatin sekiz ila on saat sürdüğü ve bunun yaklaşık yarım saatinde ancak gezme şansımın olduğunu söyleyerek uçağın avantajını öne sürmeye devam ettiler. Ben bu durumda uçakla gezinin yüksek fiyatlı olacağını söylesem de klasik, yılın en az on iki ayı boyunca süren indirim zamanı olduğunu, otobüs turu doksan dolar iken uçakla gezinin bedelinin yüz on dolar olduğu ve uçakta geçecek yaklaşık iki saat boyunca neredeyse tüm Kanyon’un üzerinde uçularak tamamının görünebileceğini söyleyip allem edip kalem ettiler ve sonuçta maddenin kanunu gereği ben alışverişimi yapmış bir halde dükkândan çıktım.

Dükkândan ayrılmadan evvel önce kaparoyu kendilerine takdim ettim, onlar da ertesi sabah beni alacak araca vermek üzere otelimin adını ve adresini aldılar ve kilomu sordular. Bu ilk başta, bana sanki anlamsız bir formaliteymiş gibi geldiyse de ertesi sabah işin rengi başkalaştı.

Akşam çok rahat olmayan bir uykudan sonra (bakınız 113-Batı Yakası Hikâyesi III) sabah beni alacak araç gelmeden yakındaki bir marketten litrelik bir portakal suyu, içine doldurulmak üzere kaşar ve hindi salamıyla beraber bunları alabilecek büyüklükte sandviç ekmeği edinip bunları bir güzel birlikteliyerek beni alacak olan aracı beklemeye başladım.

Amacım tabiat güzelliklerini tepeden seyrederken aynı zamanda midevi zevkleri de ertelemeden gözüm bir tad alırken ağzım ve midem de bir başka tadı alacaktı. Derken dışarıdan içerisi görünmeyecek şekilde karartılmış camlı bir minibüs motelin garajına girdi ve beni aldı. Havaalanına gidene kadar birkaç otele daha girip çıkarak tüm müşterileri doldurdular. Yalnız benden sonra girdikleri otellerle Kralın kaldığı oteli kıyaslamaya dilim pek varmıyor.

Havaalanına ulaştığımızda bizi kenar bankolardan birine götürdüler. Önce kaparo üzeri kalan paraları tahsil edip kayıt işlemlerini tamamlayıp hepimizi kantara çıkartıp tarttılar, yani bir gün önce verdiğimiz beyanlara itibar etmeyip kendi ellerindeki imkanlarla verileri ya teyit ettiler ya yenilediler. Bu arada Türk olduğumu söylediğim bankodaki kadın elinde Türkçe ses kaydı olmadığı için çok hayıflandı ama ben İngilizcenin benim için bir sorun teşkil etmeyeceğini söylediysem de mutlak müşteri memnuniyetini sağlayamadığı için bir hayli eksiklendi.

Tüm işlemler bittikten sonra boyu boyuma, kilosu kiloma, huyu da inşallah huyuma uyacak bir adam bizim on kişilik grubu toparlayıp peşinden gelmemiz için bize arka koridorlardan havaalanının hangarlar ve depolar bölümüne doğru yol göstermeye başladı. Adam önde, bizler arkada, ki ben genel olarak yaptığım gibi en arkada grubu toparlama misyonu gerçekleştirmek üzere gelirken dizi dizi sıralanmış küçük uçak grubunun yanında durduk.

Adam elindeki listeden nedense ilk olarak benim adımı okuyup kendi kilosuna en uygun olarak beni belirlediğini ve benim yanında durup da açmış olduğu kapıdan geçip sağ pilot koltuğuna oturmamı istedi. Diğer müşteriler benim levyelere müdahale etme riskim yüzünden itiraz edecek gibi oldularsa da daha sonra pilot olduğunu anlayacağımız adam onları susturdu ve beni yerime yolladı. Geride kalanları kiloları uygun olacak şekilde aynı sıralarda sağ ve sola oturtup son kalan en minyon grup elemanını da en arka sıraya oturtup kendi de uçağa bindi ve içeriden halatı çekip kapıyı kapattı. Ben “Yahu adam koca pilot, şuna yardım edelim, peşinden kapısını kapatalım, hareket ettikten sonra arkasından su dökelim diyen bir şirketin elemanını da yok” diyerek hayretler ederken, pilotumuz cebinden çıkardığı kontak anahtarını yuvasına sokup marşa bastı ve uçak çalıştı. “Hele bir motoru ıstayım” bile demeden aramızda bulunan vitese benzer kolu ileriye sürüp uçağın tekerleklerini hareket ettirdi. Biz sanki uçak şekli verilmiş bir minibüs içerisinde götürülüyormuş hissiyle merak içerisinde sağa sola bakınırken uçağımız pist başına yakın bir noktada inmekte olan biri Jumbo jet diğeri özel iki uçağın inmesi ve önümüzde bekleyen biri bizim kadar, biri bir yolcu uçağı, diğeri muhtemelen zengin bir Amerikan CEO’sunun olan üç uçağın peşinde sıramız gelip de havalanmak üzere beklemeye başladık. Bende işte o an etekler tutuşmaya, “Acaba yaptığım yanlış mı?” diye tırsmaya başlayan ruh halim uçağın pistte ilerleyip sanki normal yolda yürüyormuşçasına havalanıp da kanyon üzerine gelene kadar dualar ve kendime lanetler okuyup normale döndü.

(Sonuç) Ama gördüm ki Kanyon üzerinde uçunca her şeyi unuttum. Nefis doğa harikası olan görüntü beni fazlasıyla büyüledi. Yardımcı Pilot koltuğunda oturarak diğerlerine göre 2 kat daha fazla görüş açısı ve pilotun daha atraktif olan bölgeleri eliyle bana göstererek diğerlerine göre daha noktasal bakışlara sahip olmamın yanı sıra uçakta yemeği planladığım sandviçim ve portakal suyumu torbasından çıkaramayarak midevi anlamda tatminsizliğime yol açtı. Uçuş boyunca sakin olan haleti ruhiyem inişte gene paniklemeye ve pisti ayarlamaya çalışırken uçağın sağ sol yalpaları ile tepeye vursa da sonuçta sağ salim inip ilk kalktığımız yere yanaşıp motorları stop ettiğimizde normale döndü. İner inmez pilotumuz hepimizin eline Kanyon üzerinde uçma sertifikalarımızı verdi ki bu artık iyice profesyonelleşmiş bir sektör tarafından hizmet verilmiş olduğumuzu gösteriyordu. Seneler sonra gazetede küçük bir haber olarak bu uçaklardan bir tanesinin düştüğünü okuyunca uçağın kalkış ve inişindeki tırsışlarımı tekrar yaşadım. Ama diyebilirim ki “Beleş Harita” tuzağına yakalanmış olmamı Allah’ın bir lütfu olarak görüp iyi ki oraya girmişim de o turu almışım diyorum.

113

115

Konu ile ilgili, aynı geziden diğer yazılar:

013 Elvis ile aynı odada yatmak

015 Vegas günüm

016 Vegas gecem

113 Batı yakası hikayesi III

112 Batı yakası hikayesi II

111 Batı yakası hikayesi

Yorum bırakın