291 – Pazar tramvayları


6 Haziran 2014

Son on beş, on altı senedir yazları, hafta sonları Cuma akşamı İstanbul’dan ayrılış, Pazar geceleri de dönüş şeklinde uzun yol şoförlüğü yapmaktayım. Değil ben, kullandığım araçlar bile artık yolları ve yollardaki çukurları bile bildiğimizden neredeyse gözü kapalı gider oluyorum. Gitmesi neyse de, dönüş hem de sevdiklerimden ayrıldığım için iyice zor geliyor. Hele yazın ikinci yarısında artık yol yorgunluğu da eklenince dönüş yolu hakikaten çekilmez oluyor. Bu dönüşlerde artık vazgeçilmez olan ve sabretmemi sağlayan bazı dayanma noktalarım var. Bunlardan en önemlisi “Sarı Tramvay” adlı, Güçlü Mete’nin sunduğu ve gittiği her radyoda hep Pazar akşamları sunduğu program.

Programın en önemli özelliği her defasında Güçlü’nün edindiği tek bir eski gazetedeki haber ve reklamları okuyup o devre ait şarkılarla bezemesi. Tanıtımı da şöyle:

20 sene önce başladı yolculuğumuz… Her programda, geçmişte bir tarihe doğru yol aldık. O dönemin güncel olaylarına; ev, araba fiyatlarına, radyo televizyon programlarına, spor karşılaşmalarına baktık. Tabi yine eskinin unutulmaz şarkıları eşliğinde… Şimdi yolculuk Show Radyo’da devam ediyor. Kim bilir hangi tarihe ve kim bilir o tarihte siz nerelerdeydiniz ve neler yapıyordunuz? Sarı Tramvay her Pazar 20.00’de Türkiye’nin Show Radyo’sunda…(İstanbul 89.8)

Güçlü Mete de Nihat Sırdar gibi artık KAFA RADYO‘da (İstanbul 89.6, Bursa 105.9)

Güçlü Mete, o biraz daha belgesel havası yaratmak üzere hava verdiği program sunumunda mutlaka o dönemin ev fiyatlarını, radyo programlarını okuyup o haftanın Türkiye birinci futbol ligindeki karşılaşmaları ve takım kadrolarını okuyor. Bahsettiği tarihler de benim aklımın yetip okumayı söktüğüm yıllara ait olduğundan pek bir keyifle dinliyorum programı ve dönüş yolculuğumun kasvetini biraz olsun azaltabiliyor.

Eski dönem şarkılarını herkes çalsa da, o zamanlara ait gazete sayfalarını okuyor olması bir hayli ilginç. Bu arada televizyon öncesi kuşağın son temsilcilerinden olduğumuzdan, okumayı söktükten sonra gazete benim hayatımda önemli bir yer tutar. Eskiden kalma alışkanlık ile ilk sayfadaki başlıklara göz attıktan sonra en arka sayfaya geçip öne doğru, her sayfadaki haberleri, köşe yazarlarını ve haberleri, hatta ölüm ilanlarını ve ölenlerin yakınlarını bile okurum. Bu sebeple gazete sayfalarındaki hataları da fark ettiğim gibi, anlamsız bazı bilgileri de öğrendiğim oluyor.

Bunlardan en ilginci Michael Jackson ile ilgili yaşadığım olaydır. Günlerden bir gün gazetedeki bir MJ haberinde rahmetlinin 1958 yılında doğmuş olduğunu okumamla başlamıştır. Bekâr olduğum zamanlarda Annemle birlikte seyretmekte olduğumuz bir yarışma programında sunucu soruya şöyle başlamıştı: “1958 yılında doğan..” tam o esnada ben Michael Jackson diye cevap vermiştim. Sorunun devam eden kısmında sonuç olarak şarkılarını filan okuyunca zaten MJ cevabını verebilmek kolaydı ama daha doğum yılını söyler söylemez bu cevabı isabetli olarak verebilmek Anneme çok ilginç gelmişti. Üstelik de sanki 1958 yılında sadece MJ doğmuş gibi. Demek ki soruyu hazırlayan kişide benim gibi gazete haberlerinin detaylarına dikkat eden biri olsa gerekti.

Güçlü Mete’nin sunduğu bu “Sarı Tramvay” programına geçtiğimiz akşam, tesadüfen o saatlerde araba kullanıyor olma şansım sebebiyle, gene rastladım. Gene ev ve araba fiyatlarından bahsettikten sonra şarkılara geçti ve bizim nesil için ölümsüz olup artık şarkıyı söyleyip efsane haline getirmiş olan Edip Akbayram ismini duyunca “Tamam” dedim “Aldırma Gönül Aldırma”.

Ve dediğim gibi de çıktı. İzmir’de oturduğumuz sıralarda meşhur olan bu şarkı aynı zamanda bir zamanlar müdavimi olduğum İstanbul Stadyumları tribünlerinde sıklıkla söylenirdi. Şarkıya eşlik etmeye başladığımda fark ettim ki tam “Aldırma Gönül, Aldırma” kısmına geldiğinde içimde bir coşku oluşuyor. 1933 yılında yazıldığını yazmakta olduğum bu yazı ile öğrendiğim ve Sabahattin Ali’ye ait olan bu şiirin amacı da zaten o coşkuyu verebilmek. Çünkü ne diyor son kıt’ada:

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma

Şarkının bu kısmının ilk dizesini dinleyince içime bir kasvet çöker gibi olsa da “Aldırma gönül aldırma” kısmı gelince içimden fışkıran bir coşku hissettim. Arabada yalnız olduğumda şarkı çalmaya başlayınca zaten yüksek sesle şarkıya eşlik etmeye başlamıştım ama bu kısma gelince daha bir coşku ile sesim daha bir gür ve biraz da çatallı çıkmaya başladı.

Tavsiyem yalnız kaldığınız bir ortamda, mümkünse araba sürerken bu şarkıya rast geldiğinizde veya özellikle teybe koyarak teybin sesini de biraz fazla açıp şarkıyı birlikte söylemeniz.

Edip Akbayram ile anılarım o kadar eski ki. Kendisini İzmir’de oturduğumuz sıralarda sokakta rastlamışlığım vardır ama gözü kör olası mahcubiyetim sebebiyle adeta görmezliğe gelişim ile en azından bir merhabalaşamayaşım vardır ilk etapta. Büyük Kızım Başak’ın bile gene bu şarkı ile tanıdığı Edip Akbayram’ın, sorulduğunda ismini “Hedik” olarak söylemesi de herhalde kendisinin iki yaşından daha önceki zamanlarına denk geliyor. Hatta hala daha kendisini gördüğünde, biraz da bizim bu Hedik ismini tekrarlayışımız sebebiyle “A Hedik çıktı” şeklindeki seslenişi ile devam eder ve muhtemelen esas ismini bilmediğini tahmin ediyorum.

Hedik’i ilk tanıdığı zamanlarda Başak’ın şarkıcı radyoda Teoman şarkısı çalarken beklemekte olduğumuz doktor bekleme salonunda sekreter ve hastabakıcı kızların “Bu şarkıyı kim söylüyordu yahu?” diye birbirlerine sordukları soruya verdiği “TİİMAN” cevabı da kızların dibini düşürmeye yetmişti.

Hepinizin coşku ile eşlik edebileceğiniz şarkıları dinlemenizi ümit ederim.

önceki yazı 290 – Aslan ve Tavşan
Sonraki yazı 292 – Bodrum Yarışları 2014

290

292

Yorum bırakın