079 – Olimpiyatlar


8 Ağustos 2008

Biliyorsunuz bugün yaz olimpiyatları başlıyor. Kendimi bildim bileli sporla ilgilenmiş, mümkün olduğunca canlı olarak seyretmeye gitmiş, hatta eğer münasipse kendim yapma yolunu seçmişimdir. Spora ilk olarak bahçede ve sokakta futbol oynayarak başladıysam da hemen peşinden, İzmir’de düzenlenen 1971 Akdeniz Oyunları ile seyirci olarak sporun güzelliğini duyumsamış, hemen aynı zamanda başlayan televizyon yayınları ile de dünyanın dört bir yanındaki ve bizde hala daha henüz tanınmamış farklı sporlara gönül vermiş oldum.

1971 Akdeniz Oyunları tüm olimpik sporların yapıldığı ve Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin sporcuların katıldığı yarışlardı. Evimize yakın olan kapalı spor salonu ve hemen arkasındaki kapalı ve açık olimpik yüzme havuzları ailecek pek çok kereler ziyaret ettiğimiz mekanlardı. (Olimpik havuzları ve içlerinde yapılan aktiviteleri takip etmeyi severim ama Samsun Havza’daki olimpik termal kaplıca havuzunu vakit darlığı nedeniyle ziyaret edememekten içimdeki derin izi anlatamam.) Hayatımda ilk olarak gördüğüm basketbolcuların bilhassa Yugoslav olanlarına hayran kalmış ve okul bahçesinde henüz basketbol potası olmamasına rağmen baskete sevdalanmıştım. Hemen 4 sene sonra babamın aldığı basket topu ve taşındığımız İstanbul’da boyumun avantajı ile sınıf BASKETBOL takımına girmemle bireysel takılmaktan forma giyilen takım sporlarına terfi etmiştim. Bu arada okulda teneffüslerde oynadığımız futbol karşılaşmalarını ciddiyetten uzak bulduğum için onu takım sporu olarak saymıyorum.

1975 yılında Amerika’dan transfer kız kardeşimin basketbol topunu kullanarak bize beyzbol öğretmeye çalışmasını ise daha önce, değil bunun nasıl oynandığını seyretmek, adını bile duymamış biz çocuklar için öğrenmesi biraz ütopik bir deneme oldu. Daha sonraları kıta Amerika’sını ziyaret ettiysem ve orada birkaç beyzbol karşılaşmasını, ama beyaz camdan, seyretsem de bir türlü ısınamadım. Halbuki aynı yerde oynanan Amerikan futboluna karşı değişik bir ilgi duyar olmuştum. O geziden sonraları HBB televizyonunda gece yarısından sonra yayınlanan AMERİKAN FUTBOLU karşılaşmalarını seyretmek uğruna çok uykusuz kaldığım olmuştur. Sonuç olarak dört seferde toplam 10 yardalık (9 metre) bir yolu kat ettirmeye çalışmak gibi basit sayılabilecek bir konu üzerine oturtulan Amerikan Futbolu İzmir’de oturduğumuz sıralarda bu oyunu oynamak üzere lojmanlarından okullarına giden NATO subayı çocuklarının Alsancak sokaklarında dolaşırken gördüğüm sıralarda dikkatimi çekmişti.

VOLEYBOL her ne kadar bir zamanlar okulda oynadığım bir sporsa da aynı öneme sahip HENTBOLU ne oynamışlığım ne de seyretmişliğim vardır. Hentbol nedendir bilemem ama yok saydığım ve benim ordinaryüs spor seyirciliğime bir utanç lekesi olarak yapışan bir spordur.

İstanbul’un ilk alışveriş merkezi olan Galleria’nın üst katında bulunan Fame City eğlence merkezinde ise BOWLİNG sporunun cazibesine kapılıp uzun zamanlar bu mekana gidip gelmemde büyük bir dürtü olmuştur. Lobutları ağır üç delikli top ile devirme esasına dayanan bu oyunu oynadığım her defasında mutlaka 100 sayısının üzerine çıkma gibi pek de kolay elde edilemeyecek bir gizli başarının da sahibi olduğumu biraz gurur biraz da alçak gönüllülükle itiraf etmeliyim.

GırGır dergisi yayındayken bir kış olimpiyatları sırasında televizyonda yayınlanan CURLING oyunu da kurallarını iyi bildiğim ama oynama fırsatını ve imkanını yakalayamadığım bir spordur.

Fame City deyince aklıma gelen bir başka spor, bir önceki paragrafta anılan Curling oyununun benzeri, ismini tam olarak hatırlayamadığım ama “BOARD HOCKEY” gibi bir şey olması gereken, üstü dümdüz ve metal oyun kürelerinin kolay kayması için talaş dökülmüş ve dört bir yanı kontrollü oynamayı gerektiren hendekler olduğu için dikkatin ve yoğunlaşmanın zirve yaptığı bir oyundur.

Eve kablo televizyonu aldıktan sonra benim için artık bir vazgeçilmez kanal olan Eurosport’ta seyrettiğim ve büyük kızım Başak’ın bile merakla takip ettiğimiz bir çeşit bilardo oyunu olan SNOOKER da sıkılmadan seyrettiğim bir İngiliz sevdasıdır. İlk yurtdışı gezim esnasında birkaç akşam takıldığımız İngiliz Pub’ında oynamış olduğum delikli bilardonun çok zevkli olduğunu ama bu zevke rağmen daha sonra neden oynamamış olduğumu bu yazıyı yazarken sorguladığım bir olgu olmasını hayretle karşılıyorum.

Geçen seneye kadar raketini elime almamış olduğum, geçen sene de bir öğle tatilinde fabrika futbol sahasında raket ve topu ilk kez denk getirdiğim TENİS sporu da seyretmekten zevk almamın tepeler vurduğu bir spordur. Sıkı bir Federer hayranı olmama rağmen tüm bayan sporcuları büyük bir beğeniyle izlerim. Ama ne var ki tüm internette en çok aranan kişilerden olan Anna Kournikova’yı ne kortta topa vururken görmüşlüğüm ne de internette iç gıcıklayan fotoğraflarını izlemişliğim vardır. Geçen seneye kadar Şarapova hanımefendiyi tek geçerken, bu sene Sırp Ivanoviç hanımefendi de üstün formuyla hem ATP sıralamasında hem de Şarapova hanımın yanında görsellikte bir numaraya yükselmiştir.

Denemenizi şiddetle tavsiye edeceğim bir spor da buz patenidir. Şimdiye kadar sadece bir kere ayağıma taktığım patenin buz üzerindeki kayganlığı yaşanmadan anlatılmayacak bir olgudur. Paten sporuyla uğraştığım o uzuuuun bir saatin tamamını pistin etrafını çevreleyen korkuluğa tutunarak geçirdiysem de bana fazlasıyla zor gelmiş ve patenleri çıkardığımda sırtımın terden sırılsıklam olmuş hali en sıcak günde güneş altında bir saat deli danalar gibi koşturmakla elde edilebilecek bir kıvamdaydı.

Olimpiyatlar deyince aklıma ilk gelenlerden bir tanesi de atletizmdir. Rahmetli olmasaydılar kendilerinden yorumlar dinlemekten büyük zevk alacak olduğum Cüneyt Koryürek ve Kenan Onuk olsalardı daha bir zevk alarak seyredeceğim atletizm yarışlarında en çok merak ettiğim hep 100 metre yarışı olması yanı sıra gene dünya rekoru kıracağından emin olduğum Rus Isınbayeva’yı da Ivanoviç ayarında gördüğümü belirtirim.

Olimpiyatlarda başarımızın ise hayli sınırlı olduğunu geçen gün olimpiyatlara hazırlık programlarından birinde hayli etkili bir şekilde fark ettim. Şimdiye dek onyedi kez katıldığımız olimpiyatlarda toplam 36 (yazıyla otuzaltı) altın madalya kazanmışız. Bunlardan 27 tanesi de güreşten gelmiş, tabi üçer tanesi de Naim ve Mutlu’dan. Bunların yanında 16 gümüş ve 15 bronz alabilmişiz. Yani benim gibi çok yönlü spor seyircisine sahip bir ülkenin ortalama iki madalya ile olimpiyatlardan dönüyor olması kabul edilemez bir olgudur diye düşünüyorum. Altın madalya sayısının gümüş ve bronz madalya toplamından fazla olması ise ancak “olacaksan tokmak ol” prensibini milletçe benimsediğimizi gösteriyor.

Eskiden sadece amatör oyunculara açık olan olimpiyatlar artık biraz daha seyri zevkli hale gelip, etkisini kaybetmemesi için profesyonel oyunculara da açılınca Rüya takımı gibi basketbolda, sırıkla atlamada bir zamanlar Bubka şimdilerde Isinbayeva, Federer gibi teniste rakipsiz sporcuların cirit attığı hadiseler haline geldi. Tabi cirit, çekiç ve gülle gibi sporlarda yarışan özellikle Doğu Bloku bayan sporcularının göz zevkimin içine ettiğini ve kesinlikle ekranlardan uzaklaştırılması gerektiğini, eğer çok gerekiyorsa atışlarını tül perde gerisinden yapmaları konusunda yetkililerin bir çalışma içerisine girmeleri gerektiğini düşünmekteyim.

Tabi olimpiyat ruhunu en iyi temsil eden dekatlon ve pentatlon yarışmacılarını da daha ilk seyretmeye başladığımdan bu yana gıpta ile izlediğimi belirtmeliyim.

Olimpiyat oyunlarını açarken herkese mücadeleci, dopingsiz, seyretmesi zevkli mücadeleler dilerim.

Sonraki yazı 080 Tükeniş

78

80

Yorum bırakın