073 – Önyargı


20 Haziran 2008

Önyargılı davranmak hoş mudur? Değildir. Neden diye sorulmaz herhalde ama nedense hep öyle davranırız. Bilhassa yemeklerde ve kişilerde bunu yaptıktan bir süre sonra eğer bir şekilde ilk görüşte aşık olmadıysanız ve önyargılıysanız daha sonra bir pundu bulunup da yendiğinde veya tanışıldığında pişman olmak çoğunlukla yaşanılan duygudur.

ÜmitTokcan.jpgBenim her zaman için kendisine haksızlık ettiğimi düşündüğüm birkaç kişi var. Onlardan görsem özür diler miyim bilemiyorum ama vicdanen çok rahat olduğum söylenemez. İlki Ümit Tokcan. Haydaaa bu da nereden çıktı laflarını duyar gibiyim. Daha ilk gençlik yıllarımda belki televizyon yayını bile yeni başlamışken, gazetede resimli bir roman yayınlanmakta. Her gün yarım sayfayı dolduran yaklaşık 20 fotoğraf karesinden oluşan konulu bir eserde o zamanların genç, yakışıklı ve sarışın türkücüsü kötü adam karakterinde ve o zamanın çocukluğumla gerçeği ve rolü ayırt edememem dolayısıyla kendisine oluşmuş olan antipatik bakışım şimdilerde kendisini televizyon ekranında görünce bir mahcubiyete dönüşüyor ve aramız bozuk geçen günlerin hesabını nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum.

Zubizaretta.jpgAynı durumun bir İspanyol ile de aramızda yaşanmış olduğunu bu yazımı yazarken anlıyorum. Kendisi bir kaleci: Zubizaretta. Muhtemelen gene öncelikle isminden, sonralıkla ise oynadığı takımdan yani bizim rakibimiz olan bir takımın kalesini koruduğundan kaynaklanıyor. Gerçi bir maçta Beşiktaş ona neredeyse orta sahadan bir gol atıp içimin yağlarını eritmişti ya neyse. Kendisine olan hissiyatımı küçük Okay biraderine “Zubizaretta mı? Gıcığım ineğe” şeklinde belirtmişliğim de vardır. Hatta Cüneyd de adama acımamış değildi hani.

Yemeklere olan önyargı da insanı bazı güzel lezzetlerden mahrum ediyor tabi. Mesela küçük kızı Burçak’ın bu konuda çok muhafazakar davranmasına hem kızıyorum hem de benim de aynen öyle davrandığım zamanları hatırlayıp kendisine hak veriyorum. Bu konuda kayınpederim İsmail Bey’in “Yemedim ama sevmem” veciz sözünün de bu konu ile yüzde yüz bağdaştığını söyleyebilirim.

Peki ya şişelerin bilhassa şarap şişelerinin kapaklarına ne demeli? Gene bir Haydaaa herhalde. Tabi: . Peki öyleyse elde, ayakta bir de vücudun en kuytu yerlerinde beliren hastalığa ne isim takmalı? Gene mi Mantar? E peki madem öyle, bu işlerle hiç alakalı olmayan üstelik bir de okumuş adam olmuş bitki midir, hayvan mıdır belli olmayan şeye ne demeye aynı ismi verirler. Gene madem böyle bir isim verirler, neden bunu çocuklara zorla yedirmeye kalkarlar?

Mantar.jpgHenüz küçük biraderim okula bile başlamamışken bir akşam nereden çıktığı bilinmez bir yemeği yedirilmek üzere önümde buldum. Pilav üzeri haşlanmış bir şey daha doğrusu dört beyaz şey. Daha önce hiç görmemişim. “Bu nedir?” diye sorduğumda aldığım cevap “Mantar”. Hoppala, Görünüşünü sevmedim. Zaten yemedim ama sevmem kriterlerine çok uygun bir durum. Annem nereden bulduysa veya duyduysa mantar almış, üşenmemiş bir de pişirmiş, üstüne de benim pilav dolu tabağıma koyup sofraya getirmiş. Pilavın üzerinde duruyorlar. Ben yemeye çalışıyorum ama vücudum reddediyor. Karşımda da Murat kendisine verilmemiş olmasını bir üstünlük olarak görüp beni kızdıracak ve midemi biraz daha kaldıracak şeyler yapıyor. Tabi bu onun da benimle aynı kaderi paylaşmasına yol açıyor: bendeki dört taneden bir tanesi onun tabağına aktarılıyor. Ben yüzde yirmibeş kurtuluyorum ama önümde daha yüzde yetmişbeş duruyor. Masada her ikimiz de ekmek marifetiyle mantarı tüketmeye çalışıyoruz ama ömrümüz tükeniyor, mantarlar dimdik ayakta. O sırada bizi ziyarete gelmiş olan Elif yengem damardan konuya giriyor:

A, çocuklar mantar çok lezzetlidir. Hatta tadı aynı böbreğe benzer.

Gene bir Haydaaa. Yahu bu böbrek de nereden çıktı. Biz zaten mantarı yemekte zorlanıyoruz. Bir de bunu hayatta yememiş olduğumuz böbrekle benzeştirmeye, bizi daha bir fena yapmaya ne hacet? Neyse, muhtemelen bir saat kadar süren bu işkence Murat’ın 2 dilim ekmekle tek bir mantarı götürdüğünü biliyorum ama benim ekmek sarfiyatımın ne kadar olduğunu hatırlayamıyorum.

İşte bu anımdan bu yana da neredeyse tüm standart pizzalarda mantar kullanılmasına karşın ben ya seçimi mantarsız yaparım ya da mantarları ayıklayıp yemeğe çalışırım. Allahın insanı açlıkla terbiye etmesine en güzel örnek de gene bu mantarla başıma gelmiştir. Bundan seneler önce Amerika ziyaretim esnasında bir akşam nedense vaktinde yemek yememiştik. Günlerden de zannederim cumartesiydi ki pek çok yerden boş yerleri yok diye geri çevrilmiştik mi yoksa yemekleri mi yoktu tam hatırlayamıyorum. Ama hatırladığım, girip oturduğumuz yerde biralarımızın yanında kızarmış mantar servisinin yapıldığı ve aç insanın gözünün hiçbir şey görmediğinin bir ispatı olarak mantar sevmeyen ben dahil hepimizin tabağın sınırları dahilinde yiyecek tek bir kırıntı bırakmadan malı götürdüğümüzdü.

yerelması.jpgÖnyargılı davrandığım ama şimdilerde bulunca yediğim yerelması ve enginar için hani olmazlarsa da olabilirler ama olurlarsa sırf yararı var diye yiyorum. Ama eskiden yemediğim, hatta üniversite yıllarında bize patates yemeği diye kakaladıklarını zannettiğim için kızdığım kerevizi ise pazardan özellikle alıyorum. Zeytinyağlı pişirirken içine biraz da portakal suyu sıkıp eklendiğinde tadına doyum olmuyor. Rendelenmiş kerevizin limon suyu ile yoğrulduktan sonra ceviz marifetiyle yoğurda katılması ile elde edilen Haydari normundaki mezevari yiyecekteki içeriğin kereviz olduğunu söyleyince pek çok insan şaşırıyor.

Pırasa.jpgPırasa da eskiden benim tarafımdan refüze edilmiş ama sonraları, bilhassa evlendikten sonra kış sebzesi olarak en az iki haftada bir alınan bir nimet olarak damağımda tadı, dimağımda lezzeti farklı yer edinmiş bir güzellik, ama satın alırken anaç görünüşlü kalın gövdeliler yerine ince bellilerin tercih edilmesini salık veririm.

Yabancı dil öğrenmek de okul esnasında insana zulmüş gibi gelen bir durum. Eğer ki şimdiki aklım olsaydı, muhtemelen İngilizce ve Almanca derslerinde okulda en birinci öğrenci olacağımı söyleyebilirim. Ama insan bunu iş işten geçince anlıyor. Anadolu Lisesinde 7 sene İngilizce, 3 sene Almanca okudum ama İngilizceyi kopya ile geçerken, Almancada da fazla gayret göstermediğim için, şimdi hayıflansam da esas hayıflanmayı üniversitede tüm okul arkadaşlarım doğrudan eğitime başlarken ben hazırlık okuyarak yaşamıştım. Gerçi şimdi sorsanız kötü mü oldu diye cevabım hayır, keşke 1 sömestr değil de 1 tam yıl okusaydım diyorum ama her işte bir hayır vardır diyerek konuyu fazla deşmiyorum.

Önyargılardan baştaki Ümit Bey örneğine geri dönersek, kendisini tanımadan insanlara karşı gösterdiğimiz tepki, daha sonra kendilerini tanıdığımızda ne kadar yanılıp da zaman kaybetmişizdir. Mesela benim de adaleli ve yapılı duruşuma bakıp Fuad Bey’in neler düşündüğünü bizlerle paylaşmasını isterim. Tabi sırf dış görünüşüne bakıp da adam sanılan nicelerinin nasıl fos çıktığı da konumuzu ilgilendiren ama anılmaması gereken bir olgudur.

Sonraki yazı 074 Denetleme

72

74

Yorum bırakın