062 – TRT


4 Nisan 2008

Gene Perşembe akşamı olup da yazacak konu bulamayınca “denize düşen yılana sarılır” misali eski defterleri karıştırmanın en akıllıcası olduğunu düşünüp yanında oturmakta olduğum televizyonla ilgili bir şeyler yazayım diyerek bu haftaki yazıma başlıyorum.

Ben televizyon ile ilk 1971 yılında, İzmir’de düzenlenen Akdeniz oyunları esnasında tanıştım. Tabi bu tanışma televizyon yayını ile olan bir tanışma idi, yoksa televizyon makinasıyla tanışmam ondan üç sene kadar önce babamın bir arkadaşından satın alıp da gardırobun üzerine yerleştirmesi sonrasında olmuştu. Yayın yoktu ama evdeki Resimli Bilgiler ve Hayat Ansiklopedileri dolayısıyla televizyonun nasıl bir şey olduğunu hatta yayınların nasıl yapıldığını okumuş olduğumdan 1970 sonrası doğan çocukların televizyonu bildiği kadar kanıksamış vaziyetteydim.

HayatAnsiklopedisi.jpgAnınca, bilgi verme gereği hissettiğim bu iki ansiklopediden Hayat ansiklopedisi neredeyse istisnasız tanıdığım tüm evlere girmiş bir bilgi hazinesiydi. Liseyi bitirene kadar sosyal bilgiler, coğrafya, tarih gibi konularda hep ilk başvuru kaynağım olmuştu. 6 yeşil ciltten oluşan Hayat ansiklopedisi adeta benim için olmazsa olmaz bir başvuru kaynağı olurken Resimli Bilgiler ansiklopedisi ise 8 cildi ile benim şimdiki çocuklar için televizyon seyretmek nasılsa onun yerine koymuş olduğum, hem bilgi kaynağım, hem de vakit geçirmek ve boş zamanlarımı değerlendirdiğim bir eğlence kaynağım olmuştu. Elime aldığım yarıdan kesilmiş portakal veya limon yerken sedire oturup okuduğum ansiklopedilerde bazen damlatmamdan ötürü sarı-turuncu lekeler de olmuyor değildi.

resimlibilgileransiklopedisiFasikül-fasikül yayınlanmış olan ansiklopedi daha sonra mı ciltlenmişti yoksa sadece formu o şekilde olup satışı gene ciltli miydi hatırlamıyorum ancak ilk yedi cildi aynı kalınlıkta olup son cildi diğerlerine göre biraz daha ince ama sanki daha yeni bilimsel verilerle doluydu. Dünyanın oluşumu, dinozorlar, yeryüzü şekilleri ilk cildinde daha fazlasıyla yer aldığından ve ben de okumaya hep birinci ciltten başladığımdan neredeyse hatmettiğim konulardandı.

Daha sonra çıkan ve babamın bizleri mahrum etmediği Meydan Larousse ise hem yoğun bilgi içeriğiyle hem de konuların sığması için yazıların puntosunun küçük seçildiğinden okunması biraz zor bir ansiklopedi olmasından ne okurken aynı keyfi alabildim ne de o sebepten aynı sıcak ilişkiyi yakalayabildim.

AnaBritannica.jpgBabamın geliştirmiş olduğu bu bendeki ansiklopedi sevgisi daha sonra şahsi iş denememi yaptığım esnada ve en yolsuz ve çulsuz zamanımda bile şirkete gelen gezici kitap satıcısından daha sonra Gazete savaşları esnasında almayanı dövdükleri Anamın Britanikasını alırken zirve yapmıştı. Ortağım ve adaşım Mehmet bana bu alışverişten dolayı bir hayli söylenmişti ama ben hala daha kızım Başak’ın ödevlerinde Ana Britannica’yı kullandığımdan ansiklopediye verilen parayı asla sokağa atılmış bir para olarak görmemekteyim.

Resimli Bilgiler ansiklopedisinin her fasikülünün ilk sayfasında bir büyük resim bulunurdu. Bunlardan bir tanesi de üzerinde binicisiyle engelden atlayan bir attı. Ben resim dersinde üzerine resim kağıdı koyup kopyasını alıp boyamıştım. Benim gibi yapan iki arkadaşım da aynı resmi kullanınca ortaya kopyanın daniskası olan bir durum çıkmıştı. Hatta nedense resim yapamayacak olan bir arkadaşım benden bir resim istemiş, ben de kendisine aynı resmi sadece kağıda ters olarak kopyalayıp herkesinki sağa doğru atlarken onun ki sola doğru atlarken yapmış olsam da resim hocamız Leman Sulu hocamız hiçbirimizin resmini kabul etmemiş ve tekrar çizdirtmişti.

HayatMecmuası.jpgBenim bu ciltli ansiklopedi okuma alışkanlığımdan, daha sonra ninemlerde Hayat mecmualarının ciltlenmiş halini bulunca farklı bir şekilde gelişmiş ve bunlardaki uzun metrajlı ve günümüzün Dallas ile başlamış konu devamlılığı olan dizi filmlerin ve radyolardaki “Arkası Yarın” misali hafifletilmiş romanları, işin özüne sadık kalarak ciltlenmiş herhalde yirmi-otuz sayıyı okurken peş peşe okumak yerine her sayıya sanki tek o varmış gibi okuyup ve sanki bir sonraki sayının çıkmasını bir hafta sabırsızlıkla beklemek misali bir sayı bitmeden diğerine geçmeden okumayarak vaz geçmediğimi gösterdim. Aynı ciltleri şimdilerde yazları birkaç gün veya hafta kaldığım Artur’da okuyarak hem geçmişi yad ediyorum hem de neden böyle dergilerin artık günümüzde yaşamadığını düşünüyorum.

DoğanKardeş.jpgO zamanların önemli neşriyatlarından biri de “Doğan Kardeş” dergisi idi. Kapağında yer alan (şu anda ismini hatırlayamadığım) uzay çizgi dizisinin en favorim olduğu ancak pembe panteri bile onda tanımış olduğum derginin tekrar yayınlandığını internette alışveriş yaparken rastlayıp öğrenince mal bulmuş mağribi misali ilk iki cildini alıp sonradan yaşadığım zortlama ve dibe vuruş beni fena halde yaraladı. Eski haliyle hiç alakası olmayan ve tamamı karanlık çizgi romanlardan oluşan bu dergiyi sizlerin nezdinizde şiddetle kınıyorum. Eğer görüp almak isterseniz almayın derim, eskisiyle hiç alakası yok.

Esasen ben bir GırGır, sonrasında da Fırt, Pişmiş Kelle, Leman gibi duayen dergileri okumaya başlamış biri olarak şimdilerde yayınlananları pek beğenemeden okuyorum ve nerede o eski dergiler diyorum da acaba yaşın kemale ermesi ve Fuad’ın geçen hafta bahsetmiş olduğu “Torun” olayına doğru hızla yol aldığımızın bir göstergesi mi acaba demiyor da değilim.

Gene o zamanlara dönersek, evde televizyon ve dahi onun yarattığı tembellik olmadığından hafta sonları birlikte geçirilen zamanlarda ortak bir şeyler yapılabilmesi için çeşitli etkinlikler vardı. En sıklıkla yaptığımız pikniğe gitmekti. Bir gün öncesinden anneler kuru köfte, patates, sigara böreği, sarma gibi kokmayacak, akıp bulaşmayacak gıdaların yendiği; piknik alanlarında pek çok aile olduğundan erkek çocukların futbol, kızlarla beraber voleybol, ip atlama gibi ortak faaliyetlerin yapıldığı piknik alanlarının en aklımda kalan şeyi ise Pazar öğleden sonra oynanan futbol karşılaşmalarının radyodan yayını olurdu. Hala daha radyodan maç dinlemeyi çok severim.

Akşam dönüş yolunda ise Zeki Müren’in ya hep konuk olduğu ya da bir lastik üreticisi firma için, muhtemelen Pirelli, jenerik olarak doldurulmuş olan Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun sevgili dinleyicilerim” programı artık tatilin bittiğinin ve ertesi gün okul vaktinin geldiğinin en belirgin emaresi olurdu.

O zamanların Cuma sabahlarının en önemli belirtilerinden biri ise sabah yediyi yirmibeş geçe başlayıp beş dakika süren halk masallarını radyodan dinlemek olurdu. Genellikle Bin Bir Gece Masallarından olduğunu zannettiğim masalların başlamasıyla normalde kalkmakta zorlandığım yataktan daha bir şevkle kalkmak bu program sayesinde olurdu.

Tabi o zamanların en önemlisi ise bir banka idi. Güne onun adıyla başlamak olmazsa olmaz, günün ayın kaçı olduğu ve haftanın hangi günü olduğunu bildirmek onun görevi idi.

“Bugün dört nisan iki bin sekiz Cuma. Demirbank hayırlı günler diler. Demirbank, Demirbank.”

Daha sonra bu sulandırılıp “Demirbank, Demir gibi güçlü” halini aldı ama eski etkisi ve bütün olayını da bitirmiş oldu ve tabidir ki battı.

Bugün dört nisan iki bin sekiz Cuma. Mehmet Ufuk hayırlı günler diler. Mehmet Ufuk, Mehmet Ufuk.

Sonraki Yazı 064 Cuma

61

63

Yorum bırakın