051 – DÜĞÜN


18 Ocak 2008

Oldum olası ucunda dans etme riski bulunsa da nikah ve düğünlere gitme fırsatını yakalarsam mutlaka kullanırım. Bir zamanlar Fuad Okay için de için kullanılmış olan, rahmetli Özay Gönlüm’ün “Çöz de al Mustafali” türküsünde geçen “Gökte düğün olsa merdiven dayayıp gider” yakıştırılması benim için de yapılmıştır. Şimdilerde akraba ve eş dost ziyaretleri artık pek yapılmadığından kapsamlı olarak akraba karşılaşmaları cenaze ve nikah-düğünlerde yapılabilmekte. Ben de bunları bir görev olması yanı sıra akrabalarımızla karşılaşma adına bir fırsat olarak değerlendirip olabildiğince katılırım.

Bu düğünlerde başıma tabi matrak ve değişik olaylar da gelmiştir. Düğün olarak gittiğim en uzak düğün İşletmede beraber okuduğum İlhan isimli arkadaşımın düğünü için Aydın’da olmuştu. O sırada Burhaniye-Artur’da olduğumdan Aydın’a giderken İzmir üzerinden geçtim ve düğüne yakışır bir kıyafete sahip olmak için de Kemeraltı’nda yaptığım alışveriş de geçenlerde yazdığım, tezgahtar ilişkilerimde önemli yer tutacak bir mihenk taşıdır. Bir erkek kıyafeti olarak ceket-gömlek-pantolon üçlemesini yapmak için gittiğim mağazada bana kakalanmış olan ceketi ne yazıktır ki akşam düğünde giydikten sonra bir daha giymedim. Hiç de tarzım olmayan ve hoşuma gitmeyen kolu sıvanan ceketi akşam da başka seçeneğim olmadığından mecburen giymiştim ama masama oturur oturmaz sıcağı bahane gösterip çıkarıp sandalyeme asmıştım.

Ceketten kolay kurtuldum ama düğünlerin adeti ortaya çıkıp oynamaktan kurtulamadım. Ben okuldan tek arkadaşı olduğum için İlhan beni asker arkadaşlarının yanına oturtmuştu. Alınan alkolün limiti aştığı anlarda artık sıra çiftetelliye geldiğinde herkes sosyal konumuna göre ortaya çağırılıp damatla karşılıklı oynatılıyordu. Sıra asker arkadaşlarına geldiğinde ben ortaya çıkmamak için münasip bir dille damadın asker arkadaşı olmadığımı üniversiteden arkadaşı olduğumu söyleyince beni ortaya çağıran adam sakince

sen bilirsin, şimdi kalkmazsan biraz sonra damadın okul arkadaşı diye çağırıp seni ortada tek oynatırım

şeklinde alenen tehdit edince mecburen mecburiyetten ortaya çıkıp hafiften kenarda, biraz karanlıkta ellerimi çırparak müziğe eşlik etmekle kurtulmaya çalışırken o sırada en nefret ettiğim kişi haline gelen sarhoş bir akraba karşıma geçip “şöyle şöyle yapacaksın” diyerek karşımda göbecikler atarak beni gaza getirip oynatmaya kalkışmıştı. Allahtan dikkatini fazla uzunca bir nokta veya konuya dikkatini verememekten olacak kısa bir süre sonra yakamdan düşmüştü.

Kendi düğünümde ise az önce bahsettiğim kenarda kalma, fazla gözükmeme şansım olmadığını bildiğimden ar damarımı çatlatıp pistten inememiştim. O zaman dikkatimi çeken kayınpederimin gecenin ilerleyen saatlerde gözyaşları içerisinde kalmasıydı. Mutluluğun en uç noktalarını yaşayan ben nedense bunu biraz yadırgayıp hafiften kendime bir hakaret gibi algılamıştım, hani kızına eziyet edecekmişim gibi, ama son katıldığım düğünlerde gelin babalarının mahzun haline hak verir oldum ve şimdiden benim kızların evlenme çağları geldiğinde nasıl dayanabileceğimin hesabını yapmaya başladım.

Vaktiyle “Gökte düğün olsa merdiven dayayıp gider” yakıştırılması yapıldığı zamanların önemli aktivitelerinden biri de kendini Doberman’a karşı kalkan olarak kullandığım Musevi arkadaşımın düğünü için Sinagoga gitmiş olmaktı. Bir Müslüman olarak rakip ibadethaneye gitmek biraz garip geldiyse de dindar Musevilerin ortama girişleri, içerideki davranışları ve okunan ilahiler bana oldukça farklı gelmişti.

Çalıştığım şirketin teknik elemanlarından biri olan İlkay’ın düğününde ise gene bizimle çalışmakta olan babası Hasan bey tarafından düğünün ağır topu ilan edilmiş ve bizim masaya Hasan beyin tabiriyle “küçük bir aperatif” olarak adlandırılan bir şişe Viski ve yanında sonsuz kola hepimizi şaşırtmaya, kendini bilmeyen bazı arkadaşlarımızı ise kendilerini unutturacak kadar sarhoş etmeye yaramıştı. Bu arada düğün mekanı olan Reks düğün salonunda gelin ve damat için hazırlanmış olan tahtırevan beni fazlasıyla güldürmüştü. Çünkü hakikaten padişahlara yakışır bir koltuktu ve ortamdaki tahta sandalye ve kötü döşemeyle bir hayli tezat oluşturuyordu.

kadirtapucuGene seneler önce İstanbul Aksaray’da katılmış olduğum bir düğünde konuklardan biri olan Kadir Tapucu’nun genel istek üzerine sahneye davet edilip 2 şarkı söylemesi kendisinin artık “dönüşüm muhteşem olacak” şarkısının ününü fazlasıyla yemiş olduğunun ve giderek gözden düştüğünün bendeki ilk gözlemleri olmuştu. Kendisi biliyorsunuz daha sonra Saddam için bir marş yazmış ki bu muhtemelen Amerika’nın Irak’a saldırı için öne sürdüğü bahanelerden biri olmuştur. Biliyorsunuz ki Kadir bey aynı zamanda “neremi neremi” şarkısının da dahi yazarıdır.

Esit’ten katıldığım ilk düğünde arkadaşımız Kahraman’ın mahalle arkadaşlarının kendileriyle dans etmelerine çevrenin, mahcubiyetlerinin ve adetlerin müsaade etmediğinden kız kıza dans etmelerine fena halde içerlemiş olacaklar ki, pistte dans eden çift kızların, ya da bir başka deyişle kız çiftlerin etraflarında erkek erkeğe, ama olabildiğince kıvırtarak dans edip beni bir hayli eğlendirmişlerdi.

Eşimin dayısının oğlunun düğününde yaşadıklarımız ise hala daha beni gülümsetir. Damadın halası olan kayınvalidem takısını takarken insanları gaza getirmek üzere kimin ne taktığını eline aldığı mikrofona büyük bir zevkle höyküren damadın eniştesi “sarhoş” lakaplı adaşımın takıyı takanın ünvanı olan ve söylenmesi makul olan “DAMADIN HALASI” yerine “DAMADIN ENİŞTESİNİN HANIMI” tanımlaması henüz kulaklardan yankılanmasını bitirmeden bu kez eniştenin “Hacıalili İsmail” olarak tanıtılması da enteresan bir anekdot olarak dağarcığımda yer buldu.

Daha geçen hafta son düğünüme gittiysem de şimdiden yeni bir düğünün haberini sabırsızlıkla bekliyorum.

Sonraki yazı 056 – KAR

50

52

Yorum bırakın