048 – Yılbaşı


28 Aralık 2007

Malum yılbaşı geliyor. Yılbaşı deyince aklıma nedense 1977 yılbaşısı geliyor. Belki de artık o tarihte anılarım bir derinlik kazanmaya başladı, etrafımla daha bir ilgilenmeye başladım diye düşünüyorum.

O zamanlar tek eğlencemiz televizyondu ve televizyondaki alternatifsiz tek kanal da TRT (1 bile değil yani). Daha aralık ayı başından yılbaşı gecesi ne seyredeceğiz diye gazeteler ve dergiler yayınlara başlardı. Pek bir sıkı olan TRT denetimi yüzünden değil ekranda görünmeleri, isimleri bile anılmayan sanatçılar, bir hoşgörü kapsamı içerisinde ekranda bir geceliğine ve kısa bir süre için, normal performanslarını ancak TRT kıstaslarına uyarlamak şartı ile, ekranda sergileyebiliyorlardı.

Dünyada yılbaşı deyince akla hindi gelirken Hindi’nin isim babası Turkey’de akla o zamanlar Dansöz ve Zeki Müren gelirdi. Ve bu etkinlikler saatler tam onikiyi vurduğunda gerçekleşirdi. Herkes nefeslerini tutar, çıt çıkarmadan, gene TRT normlarına girmek üzere normal giysinin üzerine attığı tüller, kumaşlar, danteller arasından anlık bile olsa diz kapakları gözükemeyecek kadar kat kat giymiş dansözü gözünü kırpmadan seyrederdi. Peşinden de Zeki Müren bir beyefendi ağırlığı ama saç ve manikür bakımından bir hanımefendi şıklığı ile çıkıp en ağdalı şarkılarını söylerdi ki Dede Efendi ve Itri, bir yılbaşı eğlencesine alet oldukları için muhtemelen mezarlarında dört dönerlerdi.
1977 yılbaşısını neden hatırladığıma gelince, o zamanlar daha cıngıl diye bir şey yokken, TRT yeni yıla giriş için bir şarkı hazırlatmış ve belki de bir hafta öncesinden yılbaşı programını tanıtırken bunu yayınlamıştı. Yılbaşı gecesi ise neredeyse her şarkıcı arası ve reklam önce ve sonraları bunu yayınlar olmuştu:

Yetmiş yedi, yetmiş yedi, yetmiş yeeeedi; Mutluluk ver, mutluk ver bizleeeere.

Zannedersem bundan sonraki yıl da bunu 78’e uyarlamışlardı ama o bu kadar beni etkilememişti. Yılbaşı gecesi ise her ne kadar yasaksız olup da tüm yıl ekranda boy gösterenler daha önce çekilmiş olup banttan yayınlanmasına rağmen çekimler esnasında, muhtemelen etrafa çaktırmadan kolalarına votka-cin ekleyip, kafayı bulmuşlar ve etrafa ve sırası gelip şarkısını pleybekten okuyan şarkıcıların arkasında sululuk yapmışlardı. Bu sululukların baş kahramanları ise Tanju Okan, Kamil Sönmez, Güzin ile Baha’nın Baha’sı ve Aydın Tansel’di. Bu dört kafadar kafayı bulduktan sonra şarkıcıların arkasından sahneye fırlayıp arkalarında ya balon savaşı yaptılar, ya birbirlerini bırakıp şarkı söyleyenin kafasına balonlarla vurdular veya son derece ciddi bir şekilde sanki saz sanatçılarıymış gibi ellerinde saz veya darbuka olmadan o enstrümanları çalıyormuş gibi yapıyorlardı. İşin iyice b.kunun çıktığının farkına varılmış olsa bile tüm sahneleri tekrar çekmek o günkü şartlarda bir sürü masraf diye düşünmüş olacaklar ki bant olduğu gibi yayınlanmıştı. İşin ilginç tarafı bu dört kafadardan bir tanesinin şarkı söyleme zamanı geldiğinde öne geliyor, hemen diğer sanatçılardan bir başkası onun yerini doldurup sululuğa su katmadan devam ediyor ama öne gelen arkadaki muameleye fena halde bozuluyordu. Hem kendi şarkısı güme gidiyor hem de diğerleri eğleniyorken kendisi son derece ciddi bir şekilde şarkısını söylermiş gibi yapmak zorunda kalıyordu.

Evde ise programın dakika-dakika akışını yazan gazete sayfası elden ele dolaşıyor ve herkes sevdiği bir şarkıcı veya parodiyi kaçırmamaya çalışıyordu. Tabi tam saat onikide dansöz çıkacak diye herkes pür dikkat ekrana çakılıp kalıyordu. O sıralar 3-4 yaşlarında olan kuzenim Emre bile dansöz çıktığında, ki bu dansöz dönemin en meşhuru Nesrin Topkapı idi, dansözü görünce gözünü dikip kalmış, sonra da kadının poposunu nasıl da çalkalayabildiğini hayranlıkla anlatmıştı.

Yılbaşı günlerinin bir başka enteresanlığı ise nedense illaki TOMBALA oynama isteği idi. Her sene yeni tombalalar alınır, hemen küçük küçük kağıtlar kesilerek numara kapatmak üzere kenarda hazır bekletilir. 1. çinko, 2.çinko, Tombala yapılırken mutlaka bir hata yapılmış olur, biz küçükler birden fazla kağıt edinmeye çalışırız, takip edilecek çok kağıt olunca da bazı numaralar atlanır, sonra “o çıktı mı?, bu çıktı mı?” diye sorular sorulup herkesin kafası karıştırılır, sonunda da bir kişi kazanacağı için, hiç olmazsa kimse kazanmasın hesabı nedense oyun hiç sonlanmazdı.

Ben yılbaşlarını da hafta sonları gibi Bakırköy’de geçirmeyi pek bir severdim. Evde hem çocuk çokluğu hem de altlı üstlü oturulmadan dolayı yılbaşılık ve ikramların çeşitliliği bunda baş etkenlerdendi. Teyzemlerde eniştemin yurtdışından getirmiş olduğu çikolatalar her nasılsa hiç bitmez ve belirli gün ve haftalarda ortalığa çıkar ve yemesi pek bir lezzetli olurdu. Bunun yanı sıra özel gün olması sebebiyle daha fazla çeşitli yemekler hazırlanır, normalde sadece ayçekirdeği alınırken, o geceye mahsus, badem, kabak, leblebi, fıstık gibi çerezlerle sofra sonrası atıştırmalar renklendirilir; MUZ o zamanlar zannedersem diğerlerine göre pahalı olduğundan normal günlerde pek alınmaz, yerli malı haftasında olduğu gibi özellikle yılbaşlarında sofranın başına oturtulurdu. Yemekler her ne kadar çok çeşitli de olsa, içki kültürümüz olmadığından ekrandan göz ayrılmadan, hepsi bir acele ile yenir, saat sekiz olmadan sofradaki tıkınma sonlanmış olurdu. Peşinden de çerezler bitirilir, sona gene ayçekirdeği kalır, etraf ise çekirdek kabuklarından yazlık açık hava sineması kıvamına gelirdi.

Eğer yılbaşı yemeğinde babam varsa çiğköfte ortamın ve sofranın değişmezlerinden olurdu, ben de nişanlı iken şimdiki eşimin evinde kutladığım ilk yılbaşında kendi ellerimle çiğköfteyi yapıp yeni ailemin gözünde itibarımı arttırmıştım. Peşinden gelen kurban bayramında da canlı bir koç hediye edip itibarı zirveye vurdurmuştum.

Yılbaşlarında normal günlerde yapılmayan uygulamalar da olur. Şarap ve rakı tüketimi bu gecelerde mutlaka artar. Önemli günler harici alkol kullanmayanların çarpmanın etkisiyle değiştiğini görmek en az içince alınan keyif kadar hoştur. Yılbaşında benim çiğköfte yaptığım gün ortama sunmuş olduğum Bulgar Kayısı Rakısı da meye suyu ile sulandırılıp içildiğinden içerdiği alkol içilirken fark edilmiyordu ama kuzen Sibel’in sade meyve suyu içermiş gibi birbiri ardına zannedersem en az üç bardak götürmesi sonrası kafayı bulduktan sonraki hali zaten şen şakrak halinin tepelere vurmasına yol açmıştı.

Yılbaşlarında piyango beklentisi ise tepeler vurmuş durumdadır. Genellikle insanların Nimet Abla’yı seçmeleri sonucu onların daha çok bilet satıp tabi ikramiye vurma şansının artarak reklam yapmasına yol açıyorsa da şans nereden alınırsa aynıdır. Zamanında benim de o gişeden almışlığım vardır ama muhtemelen en çok ya amorti vurmuştur ya da bir avuç yalama olayı yaşanmıştır. Benim hep kızdığım ama idarenin ısrarla her seferinde miktarı katlayarak belirlemesi sonrası bu sene 25 milyon YTL’ye çıkartılan miktar bana göre ne sağlıklı ne de faydalı. Hani normal boyutlarda bir miktar olsa ama çok kişiye dağıtılsa belki bazılarını kurtarabilir –yani 25 milyon yerine 25 kişiye 1 milyon, hatta 100 kişiye 250 bin vermek daha mantıklı gibi geliyor.

Her ne olursa olsun yeni yıl herkeste aynı coşkuyu yaratıyor ve sonuçta içindeki yaşama sevincini arttırıyor. Muhtemelen herkes pazartesi akşamı için ne yapacağını günler öncesinden düşünmeye başlamış olmalı.

Sonraki yazı 049 – KORKU

47

49

Yorum bırakın