466 – Had


 19 Ocak 2024

Had: Türk Dil Kurumu güncel sözlüğe göre:

İnsanın yetki ve değeri, sınır.

Hatta bir de cümle içerisinde kullanırsak “Babamın bir haddi var” yerine, gene TDK sözlükte verilen örnekteki Sabahattin Ali’nin cümlesini örnek gösterebiliriz:

“Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor.”

Tabi bir de bu kelimeden türemiş “haddini bilmek” tamlaması var.

Haddini bilmek: Kendi değer ve yeteneğinin farkında olmak, konumuna, durumuna uygun davranmak:

Gene bir cümle içerisinde kullanırsak “Babam haddini biliyor” yerine, gene TDK sözlükte verilen örnekteki Nurullah Ataç’ın cümlesini örnek gösterebiliriz:

“Kişi haddini bilmeli de kendine yakışacak sevdalara düşmeli.”

Bu konuya nereden geldin diye soracak olursanız mutat öğle yemeği sonrası yürüyüşümü yaparken, karşıdan karşıya geçerken, kenarda park etmiş bir arabanın ön camında asılı bir aforizmayı gördüm. Şöyle diyordu:

“Her şey bilmene gerek yok. Haddini bil yeter”

Tabi, yazıyı okuduktan hemen sonra jeton biraz köşeli olduğundan, bu özlü sözden bir Cuma yazısını çıkarmanın kolay olacağı geç ayırdına varıldığı için bir miktar yol yürümüştüm. Ancak gene üşenmeyip durumu kayıt altına almak gereği “anında bir ters U-dönüş, doğru arabanın önüne” yaptıysam da, yazının hemen arkasında direksiyonda oturan adamı görünce, telefonu sanki fotoğraf çekmek için çıkarmamışım da, esas görevi olan konuşmak için çıkarmış gibi yapıp, resmi çekemeden ortamdan uzaklaştım. Ama özlü sözü kafama kazımayı bildim.

Haddini bilmek önemli bir şey tabi. Mesela çocuklar büyürken, her geçen gün elleri, kolları, boyları büyüdüğü için buna alışana kadar bir süre gerektiğinden pek bir sakar olurlar. Garibim yeni yetme, haddini bilmiyor ki: yani kolunu ne kadar uzatırsa neye çarpar belli değil, yeni boyuna ve boyutuna adapte olana kadar etraftakileri devirmek, yürürken bir şeylere çarpıp hem kendi canını yakmak, hem de kıymetli – kıymetsiz, ki genelde kıymetli, eşyalara zarar vermek günlük olağan durumlardır.

Haddini bildirmek için de bazı şeyler gerekir. Ya kuvvetleri karşılaştırdığında haddi bildirilecek kişiden daha güçlü kuvvetli olmak, ki burada gene belirtmeliyim ki şiddetin her türlüsüne karşıyız, ya da savınızın daha güçlü olması lazımdır, ya da savınızın su götürmez bir şekilde karşı tarafı da ikna edecek halde doğruluğu.

Türk Dil Kurumu güncel sözlüğe göre, “sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak:” olarak açıklanan bu deyime bir Nazım Hikmet örneği ile ek yapabiliriz:

“Pestil gibi yerlerde uzandığıma bakma, anam, ben şu huysuza haddini bildirirdim.”

Yani bu örnekte olduğu gibi, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmamak” yeğdir.

Yalnız bu haddini bilmek durumunu abartıp, kendini iyice kısmak olarak da algılamamak gerekiyor. Kemal Tahir’in “Kara Nara” kitabında belirttiği “Bu dünyada namuslu insanlar en az namussuz insanlar kadar cesur ve sırasında cüretkâr olabilseler fenalıkların yüzde altmışı ortadan kolayca kalkmaz mıydı?” sözü ne kadar da doğrudur.

Ayrıca Dunning Kruger Etkisi var ki: Bilgisiz İnsanların Bilgili İnsanları Nasıl Bastırabildiğini Açıklayan Sendrom. En basit açıklama şekliyle Dunning Kruger etkisinin ortaya koyduğu gerçek şu: Gerekli donanıma ve bilgiye sahip olmayan insanlar, yaptıkları seçimlerin ve sunulan bilgilerin, yanlış olabileceği ihtimalini anlayacak ve kabul edecek kapasiteye sahip olmadıkları gibi kendi donanım ve bilgi seviyelerini daima çok yüksek görme eğilimindedirler. Aslında Türk kültüründe cahil cesareti deyimiyle oldukça paralellik gösteren bu durum, üzerinde yapılan çeşitli araştırmalarla doğruluğunu kanıtlamış. Söyleyenin o olduğundan emin değilim ama Einstein’a ait olduğu söylenen bir söz ne güzel diyor: ‘‘Cehalet ne güzel şey; her şeyi biliyorsun’’

Durum buraya gelince, acaba diyorum, yazıyı gördüğümde dönüp fotoğraf çekmek için gidip de şoförü direksiyon başında oturur gördüğümde fotoğrafı gene de çekse miydim. Bana

“Ne fotoğrafımı çekiyorsun, lan beyefendi?”

diye çemkirse haddimi bilip alttan mı alırdım, yoksa,

“madem bir laf etmişsin ve arkasında oturuyorsun, bari arkasında da dur ve haddini bilip çektiğimin senin fotoğrafın olmayıp lafının fotoğrafı olduğunu gör ve haddini bil”

mi deseydim?

Şimdi bu gelgitlerle devam edersem acaba daha sonraki Cuma yazılarını kotarabilir miyim onu da bilemiyorum.

Haftaya muhtemelen birkaç hafta sürecek, TRT ekranlarının yeni klasiği LİNGO TÜRKİYE ile ilgili, yaşanmışlıklarımdan bahsetmeye başlayacağım. 

Sonraki Yazı 467 – Lingo Türkiye Giriş

467

Önceki Yazı 465 – Tesadüf

465

Yorum bırakın