458 – Tren – II


 17 Kasım 2023

Geçen gün trenlerle ilgili yazımı yazdıktan sonra aklıma banliyö trenleri ile de bir şeyler geldi.

BanliyöTreni_SirkeciBanliyöTreni_Haydarpaşa İstanbul’da Marmaray öncesi banliyö trenlerin her iki yakada çalışanlarının üreticileri farklıydı. Avrupa yakasındakiler bana daha sempatik gelirlerdi. Vagonun ön tarafı farları ve tamponları ile sanki gülerek bakıyor gibi geldiğinden bilhassa peronda tren bekliyorken hareket halindekilerine raya doğru kafayı uzatarak gelişlerini seyretmek bana ayrı bir zevk verirdi.

BanliyöTreni_Sirkeci2Sirkeci istasyonundan binerken girişe en yakın olan vagon hep son dakikada gelenlerce doldurulduğundan her zaman en kalabalık olurdu. Eğer vakit varsa biraz daha ileriye gitmek her zaman daha uygun oluyordu. Ayrıca vagonların en ön kısmı aynı zamanda yük taşımak için de kullanıldığı ve oturma yerleri fazla olmadığından kalabalık seferlerde insanların daha bir sıkışarak yolculuk ettiklerinden dolayı çok zorda kalmadıkça kullanmadığım mekanlardandı. Peron başındaki tabelada ışıklı olarak da sıradaki seferin hangi hattan yapılacağı aydınlatılırdı. Yukarıdaki resimde 4 numaralı perondaki trenin kalkacağı belirtilmiş, 3 numarada da tren var ama o belki daha sonra kalkacak, çünkü genellikle 4 – 5 ve 6 numaralı peronlar çalışıyordu.

Avrupa yakasında istasyonlar ve raylar beraberce kurulmuş olmalılar ki hep istasyon ortada, her iki tarafa giden trenler dışarıda olacak şekilde yerleştirilmişler. Anadolu yakasında ise istasyonlar rayların iki tarafına karşılıklı olarak yerleştirilmişler. Dolayısıyla Avrupa yakasında eğer yanlışlıkla ineceğiniz durağı atlarsanız bir sonrakinde inip hemen peronun diğer tarafına geçip aksi istikamete gitmek kolaylıkla yapılabiliyordu.

Bakırköy’e gelene kadar on istasyon olduğundan benim için giriş çıkışlardan etkilenmemenin en güzel yolu gidiş istikametine göre sağ tarafta (sancak tarafı) gitmekti. Genellikle serde gençlik olduğundan ayakta seyahat etme durumunda olduğumdan kapı ağzı idealdi. Hem görüş açısının geniş olması hem de havalandırma olmadığından istasyon duruşlarında kapıyı hafiften aralayarak içeri hava girmesini sağlayıp temiz hava solumak çok iyi gelirdi.

Banliyö trenlerinin bir özelliği, gündüz bile olsa içindeki aydınlatma ışıkları hep yanardı ve hala daha da aynı. Bunun sebebi herhalde hava karardıktan sonra veya yağışlı günlerde aydınlatmanın makinistin insafına bırakılmayarak hep yanık olmasını sağlamaktır diye düşünüyorum. Yalnız Zeytinburnu istasyonu geçilip Yenimahalle istasyonuna doğru gelirken Veliefendi Hipodromu civarında kısa bir süre için aydınlatmalar bir sebepten ölü gözü gibi yanma konumuna geçerler, belli bir mesafe katettikten sonra da tekrar eski parlak konumlarına geri dönerlerdi. Bunu nedense o zamanlar hiç sorgulamamıştım ama kanıksadığım için de olmasını hep beklerdim. Başlarda bunun bir hata olduğunu düşünürken sonraları bunun sistematik bir uygulama olduğunu düşünmeye başladım. Sebebi de tepesindeki hattan aldığı elektriğin kaynağının bu iki istasyon arasında değiştirilmesi diye düşünüyorum.

Yenimahalle istasyonuna gelmek içimde hep bir zevk ve heyecan duygusu oluşturuyordu. Bir sonraki durakta inecek olup ninemlere yaklaşmanın dayanılmaz hafifliğinin yanı sıra, iniş ve binişlerin yoğunlukla yaşandığı Bakırköy istasyonunda trene binmeye çalışanları yaramayıp trende kalma korkusu da bunda etkendi diye düşünüyorum. Tabi eskiden iniş – biniş adetlerinde inenlere yol vermek olmadığından, binecekler, kapılara hemen saldırırlardı ve onları yararak çıkmak gerekiyordu.

Bilet kontrolu benim bu gidişlerim esnasında birkaç kez değiştirildi. Başlarda Sirkeci istasyondan binerken elden alınmadan yırtılarak kontrol edilirken daha sonraları insanların koşturarak trene binme durumunda aradan kaçma durumu göz önüne alındığında çıkışta toplanır olmuştu. Bu da insanların trenden indikten sonra rayların üzerinden aşarak kontrolden kaçmalarını, dolayısıyla hem TCDD bütçesine, hem de kendi canlarına sekte vurdurmalarına yol açmıştı. Şunu itiraf etmeliyim ki, daha doğrusu övünerek belirtmeliyim ki, bunca senedir bindiğim banliyö trenlerinde hiçbir zaman biletsiz – kaçak olarak seyahat etmemişimdir.

Trenden inince mevsimin durumuna göre ya karanlıkta veya akşamın son güneşli anlarında Bakırköy’e varmamdan dolayı farklı güzergahlar ve seçenekler beni beklerdi. Eğer aydınlıkta geliyorsam, çarşı bitiminde ilk sağa sapıp önce kestirme olsun diye cami ve okul bahçelerinden geçerek arka yolu kullanırdım ki, caminin kapısında bekleyen turşu sucu her zaman kendisine bir miktar kazanç sağladığım bir tezgah olurdu. Turşu suyunu eğer acılı olarak istemişseniz turşular bardağa konduktan sonra önce yarıya kadar normal turşu suyu konur, daha sonra yanda duran kavanozun kapağı açılıp kepçe, içerisinde alta çökmüş olan biberleri harekete geçirecek şekilde bir bilek hareketi ile döndürülür, daha sonra çekirdek taneleri kepçeye gelmeyecek şekilde üstten hafif kızarmış acılı su bardağın boş kalan kısmına itina ile doldurulduktan sonra ana kap içerisinden, bardağa alınmış kadar turşu suyu alınıp acı kavanozundaki su takviye edilirdi.

Eğer keyifli bir günümdeysem, istasyondaki büfeden de bir lahmacun alırdım. Lahmacunun son lokmalarını turşu suyu ile beraber yemek de bir başka güzel olurdu. Sonraları o lahmacuncu için kullandığı kıymaları kedi etinden yapıyor diye söylenti çıktığından ayağımı dükkandan kesmiştim.

Eğer Bakırköy istasyonuna varışım karanlıkta ise bu kez İncirli caddesi boyunca ilerler ve İhsan Kalmaz sokağa gelene kadar da anayoldan ayrılmazdım. Tabi, caddenin başındaki kuruyemişçiden de KOKO almak bu güzergahın neredeyse olmazsa olmazlarındandı. İhsan Kalmaz sokağın bitiminde eski mahalleli olarak yolumu mutlaka köşedeki, komşumuz Valantin ve oğulları Savaş ve Murat’ın oturdukları evlerinin bahçesinden yapardım. Aksi takdirde bahçenin içerisinden geçmezsem iki binayı dışlarından dolaşarak geçmek gerekecekti ki bu da yüzüp – yüzüp kuyruğuna gelmiş olduğum yolun kalanını neredeyse iki katına çıkarmak demekti.

Benim geliş saatime doğru yolumu gözlemek için pencerede bekleyen dedemin duruşu da hala gözümün önündedir.

Aynı güzergahı benim gibi apartman bahçesinden geçerek kullanan Dayım, geçiş esnasında mutlaka balkon ve pencerelerde kendisini görüp de “niye bahçemizden geçiyorsun kardeşim” lafına maruz kalmamak için selamlar vererek “merhaba nasılsınız?” sesleri eşliğinde hani “Ben tanıdığım. Buradan geçmek de en tabi hakkım. Sakın ola ki bana taciz edici bakış ve sözlerde bulunmayın” misali geçiş yaparmış.

Sonraki Yazı 459 – Senkron

459

Önceki Yazı 457 – Hamam Sefası

457

Yorum bırakın