452 – Ben yaparım


 29 Eylül 2023

Bazen bir şeye bakıp “ben bunu yaparım” veya “ben bunu denerim” dediğimiz ama işe başlayınca pabucun pahalı olduğunu görüp biraz pişmanlık duyduğumuz durumlar çoktur. Bununla ilgili “Darwin Ödülleri” (Darwin awards) diye bir ödül mekanizması da var ama burada ödül alanlar artık masum deneme hayallerini aşmış, denemelerini ya canlarıyla ödemişler ya da artık nesillerini devam ettirmeye, yeni nesiller doğurmaya ve doğurtmaya imkânları kalmamış. Yani insanın bir kez basireti bağlanmaya görsün sonunda bedelini canıyla bile ödeyebiliyor ama benim bahsedeceklerim fazla ileri gitmeyen, hani eskiden TRT radyolarında 23 haberlerinden sonra, Moğollar grubunun Sihirli Ay adlı enstrümantal müziği eşliğinde yayınlanan ve çeşitli pişmanlıkları anlatan, sonucunda insanı biraz hüzne iten ama giden zamanı geri getiremeyen “Şimdiki aklım olsaydı” formundaki anılar. Bu anıların bir kısmını pişmanlık dolu üzülerek hatırlasak da benim bahsedeceklerim, Cuma yazılarına yaraşır gülümsetici olanları.

Toplu ulaşım vasıtalarını daha çok kullandığım zamanlarda seyahat ederken üç hanelere ramak kalan kilomu sahip olmayı hak eden pisboğazlığımın aşermiş hamile misali gibiydi. Gördüğümü yediğim, özellikle Karaköy’den Kadıköy vapuruna binerken yemekten sonsuz haz aldığım, yüz yüze yapıştırılmış bir çift lahmacunun içine konması gereken kıyma harcının eser miktarda olduğunun hissedilmemesi için, yarıya kadar açılıp içine soğan ve domatesten oluşan ekstra tadlandırıcı eklendiğinde damakta oluşan o hazzı hissetme uğruna vapuru kaçırma riskini yaşadığım senelerden bir hikâye.

Hava soğuk mu soğuk (ayaz değil ama ellerim ceplerimde). Muhtemelen Bakırköy’den ninemlerden döndüğüm bir yolculuk ama dışarısı niye karanlık hatırlayamıyorum, çünkü pek karanlığa kalmazdım. Karaköy – Kadıköy vapuruna binmişim ve “çay, çay, çay” diyerek tükürüğünü hafiften çayların üzerine savurduğunun farkında olmayan büfe elemanının hava soğuk olduğu için satmakta olduğu salep’e “Ben bunu içerim” diye talip oluşum. Parasını ödeyip, üzerine tarçını da bolca boca ettirdikten sonra elime aldığım salep bardağı, dışarının ayazına fazlaca maruz kalmış olmalı ki elimde tuttuğum tabak ve fincan da dahil olmak üzere soğumuş. Ancak izolasyonun sonsuz kudretine bakın ki, her ne kadar tabak soğuk olsa da, üstü bol tarçın kaplı kaymak tabakası tarafından salebin sıcaklığı içeriye hapsolmuş, hatta kaynarlığını koruyor. İlk yudumu, üstelik kaymak tabakasının direncini yenmek için biraz hızlı emmek durumunda kaldığımdan ağzıma gelen büyük yudumun yakıcılığını dişlerimden başlayıp önce dilim, peşinden damağım, küçük dilim ve yutağımı geçtikten sonra yemek borumu yakınca bu yolu fazlasıyla duyumsadım. Daha sonra mideme indiğinde sıcaklığını koruyor olmasından, midemin karın boşluğum içerisindeki yerini de gayet iyi hissedebildim, hatta hala daha da unutmadım.

Bu arada bir parantez açıp insanın imrenme denen mekanizmasının başına neler açacağını da hesaba katmak gerektiğini, vapurda karşı sıramda oturan adama bir sormak gerekiyor. Ben garsonu çağırıp salep isteyince adamın da iştahını kabartmış olmalıyım ki onun da benimle aynı yollardan geçip aynı noktaya vardığını anlamam çok zor olmadı. Sonuçta ellerimizde salep bardakları, ilk yudumda ağzımız yandığından bir sonraki yudumu almaya cesareti kırılmış, ama serde erkeklik olduğundan başladığımız işi bitirme azmi yanında, dilimi hissetme konusunda sıkıntı yaşamanın yeni bir yudum almayı engellediği bir durum. Çaktırmadan bardağı biraz dalgalandırarak soğutmaya çalışan iki kişi karşılıklı olarak otururken birbirinin yüzüne bakmadan ama aklından geçenleri, kendisi birebir yaşadığından hissettiği, adeta saatler sürdüğünü zannettiğim birkaç dakika. Ardından cesaretimi toplayıp, biraz daha az yanarak aldığım ikinci yudumda kaymak kısmını iyice sıyırdığımdan artık salebin kalan kısmı kendinden soğuma yoluna girdi ki, Haydarpaşa iskelesine yanaşmadan salebimi bitirebilmiştim.

Basiret konusunda bana ait olmayan, geçenlerde internette gezinirken rastladığım, bir kek anısı var ki okurken kahkahamı tutamadım. Elif Korkmazel isimli bir yemek tarifçisi, kek tarifi verirken her ne hikmetse “1 paket” kabartma tozu yazacağı yerde “1 çay bardağı” yazıyor tarifinde. Konumuz olan basiretinin bağlandığı konusunda şüphe götürmeyen Sabriye Hanım isimli bir kek yapmaya hevesli kişinin de gördüğüne inanan kişiliğinin eserini anlatırken Elif Hanım’ın yorumu ilginç:

Sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kabara, kabara coşan kek tüm mahalleye yetecek kadar oluyor tabii.

Basiret bağlanması tabi sadece yurdumuzda oluyor değil. Mesela Zimbabwe’de akıl hastalarını bir hastaneden bir başkasına naklederken şoförün basireti bağlanmış olmalı ki hastalar otobüsten kaçmış. Hastaları kaçırırken saf, ama çözüm bulurken uyanık olan ve artık bağlanmış basiretini çözmüş olan şoför, kalabalık bir insan grubunun beklemekte olduğu bir durağa gidip onları bedava taşıyacağını söyleyerek otobüse bindirip, sanki hastalar onlarmış gibi teslim etmiş hastaneye. Gariban bedavacı yolcuların da basiretleri bağlanmış olmalı ki, bedava taşınacakları umuduyla bindikleri otobüsten hastanede indirilirken durumu anlayıp itiraz edene kadar biraz zaman geçmiş. Yetkililerin de basiretleri bağlanmış olsa gerek, durumun sağlıklı olarak anlaşılıp olayının çözülmesi 3 gün sürmüş. Artık o 3 günde garibanlar neler yaşayıp durumu nasıl anlatmaya çalıştılarsa. (konu ile ilgili gazete yazısı)

Basiretinizin bağlanmadığı, tasasız dertsiz günleriniz olsun

Sonraki yazı 453 – Ben bunu yapamam

453

Önceki Yazı 451 – Ataşehir Kültür Etkinlikleri

451

Yorum bırakın