449 – Geçmiş zaman olur ki


8 Eylül 2023

Bu satırların yazarı bendeniz televizyonun Türkiye’ye gelişinin zamanlaması dolayısıyla kendisini bir hayli şanslı olarak görüyorum. Televizyonu insanı o kendisine tutsak eden büyücülüğü olmadan ne kadar çok zamanı kendime ayırabiliyordum. Şansıma da, Babam gibi bir ebeveynim olduğundan, çocukları için o zamanlar tek bilgi kaynağı diyebileceğimiz Ansiklopedilerden neredeyse hepsini evin kütüphanesine yerleştirmesiyle, okuma sevgimi ve farklı konularda bilgi dağarcığımı geliştirme fırsatı buldum.

Okumaya başladığım sene, evimizde ciltler halinde Resimli Bilgi ve Hayat Ansiklopedileri vardı. Daha sonra biraz daha ciddi ve kapsamlı sayılabilecek Meydan Larousse Ansiklopedisi de kütüphanenin baş köşesine yerleşti. Okul ödevlerimin çoğunu bu 3 ResimliBilgiAnsiklopedisi HayatAnsiklopedisiMeydanLarousseAnsiklopedisiansiklopediden yapardım. Bir keresinde, resim dersinde rahmetli Leman Sulu Hocamız, konusu at olan bir resim çizmemizi istemişti. Resimli Bilgi Ansiklopedisinde, engelden atlayan bir at resmi vardı ve sınıfta herhalde en az 5 kişi aynı resmi; üzerine resim defterlerinin sayfa aralarında bulunan ince kâğıdı kullanarak kopyasını çıkarmış ve götürmüştük. Kimdi hatırlamıyorum ama, ben sınıftan bir başka arkadaşıma da aynı resmi çizmiş, ama bire bir aynı olmasın diye kopya kâğıdı şeffaf olduğundan ayna simetrisini kâğıda geçirmiştim. Leman Sulu Hocamız da, hepsinin aynı olan resimleri görünce bizi biraz fırçalamıştı.

Ansiklopedi okuma keyfime geri dönersek, Resimli Bilgi Ansiklopedisini okumak daha zevkliydi. ModernBüyükAtlasYüzeysel bilgiler verir, yazıya daha az yer verip çizimleri ve fotoğrafları daha çok kullanırdı. Meyve yeme alışkanlığım o zamanlarda başlamış olmalı ki, yediğim meyvelerden, özellikle şeftali ve portakalın akan damlalarından, bazı sayfalarda sarımsı lekeler kalmıştı. Ansiklopedinin ilk cildi dünyamız, onun oluşumu, dinozorlar ve yok oluşları konularını anlatıyordu ve dinozor resimlerine bakmaya bayılırdım. Aynı keyfi, evimizde bulunan Resimli Modern Büyük Atlas‘ı okurken de alırdım. Peşinden gazetelerin bir ansiklopedi verme sevdası başladı ki, sormayın gitsin. “Her eve bir ansiklopedi” sloganı ile evlerdeki kütüphane ve gümüşlükleri ciltlerce ansiklopedi ile doldurdular. Tabi, okuma alışkanlığı olmayan halkım bir süre sonra sadece vitrin süsü olarak kullandığı ansiklopedileri kilo ile eskicilere mandal karşılığı satıp raflarını boşalttı.

Gazeteleri bırakıp tekrar o günlere dönersek, o zamanlarda yeni yayına başlayan televizyon her ne kadar açık olduğu müddetçe dikkatimizi fazlasıyla çekmeye başlamış olsa da, evdeki kesin kurallar kitap okuma – ders yapma – televizyon seyretme dengesini sağlatıyor ve ders harici aktivitenin bir kısmını kaplayabiliyordu.

Öncelikle cumartesi günleri tatil günü değildi ve hafta sonu tatili sadece pazardı. Gerçi şimdilerde cumartesi günleri her ne kadar çalışılmıyorsa da, hala daha tatil günü olarak kabul edilmiyor. Yalnız cumartesileri yarım gün çalışılıyordu. İlk ve orta dereceli okullarda da bu yarım güne ek olarak çarşamba günleri de yarım gün olarak uygulanıyordu.

Özel okullar sadece parası çok olup da çalışmayı sevmeyen çocukların mezun olabilmeleri için “denize nazır, diploma hazır” olarak adlandırıldıklarından neredeyse tüm çocuklar devlet okullarına gidiyorduk. Karşıyaka’da ilkokula başladığımızda, arka sokağımızda Cumhuriyet ilkokulu olmasına rağmen, annem daha iyi olduğuna inandığı çarşı içerisindeki Ankara ilkokuluna yazdırmıştı bizleri. Benim okula başladığımda zannedersem okul çağındaki çocukların sayısı artmış olmalı ki, ablamın devam ettiği tüm gün okul yerine çiftli tedrisat olan sabahçı ve öğlenci düzenine geçilmişti. Güvenlik, çevre emniyeti öyle rahattı ki ben ilk günümden başlayarak, tabi ilk gidişimde annem ve babamla gitmiş olsam da, dönüşümü ve sonraki günlerdeki tüm okula geliş gidişlerimi ablamla, bazen de tek başıma gerçekleştirebiliyordum. Şimdi bizim çocukları tek başına değil okula yollamak, site dışındaki, yolun hemen karşısındaki pastaneye göndermeyi aklımızdan bile geçirmiyoruz.

İlkokul üçüncü sınıfta taşındığımız İzmir’in Alsancak semtinde artık benim eve girip çıkabilmek için bir anahtarım bile vardı ve bazen okuldan gelişlerimde eve kendim girebiliyordum. Okulum da Alsancak’ın köklü okullarından, 4+4+4 garabetinden sonra şimdiki adı ortaokul olsa da Gazi İlkokulu idi. Hatta çok enteresandır; bir keresinde zannedersem annem ablamı ortaokul sınavlarına götürmek üzere gittiğinde ben evde önce annemin sahana koyduğu yaprak sarmasını ısıtıp yemiş, daha sonra da kapıyı kilitleyip okula gitmiştim. O, sarmanın sahan içerisine annem tarafından yerleştirilmiş hali ve benim ısıtırken burnuma gelen kokusu hala daha hatırımdadır.

O sıralarda İzmir’de düzenlenen 1971 Akdeniz Olimpiyatları esnasında televizyon yayınları deneme yayınları şeklinde başlamış ve bağımlılık bir şekilde gelişmişti. Televizyon yayını bazen kesildiğinde ekranda “Vizontele” filmindeki gibi karıncalar çıktığından, insanların televizyon yayını bittiğinde bunu kesinti zannetmemeleri için “Yayınımız sona ermiştir. Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” ibareli yazı bir müddet ekranda kalırdı. Muhtemelen ben de bazen yayını sonuna kadar izleyip başlayışında olduğu gibi İstiklal Marşıyla başlayan yayının kapanış İstiklal Marşını da seyretmişliğim olmuştu ki bu mesajın ekranda kaldığını hatırlıyorum.

Jenerik olayı da pek gelişmemiş olduğundan bazı hazır şeyler kullanılıyordu ki şimdilerde eskiye gönderme yapmak üzere iki reklam arasına dönen bir spiral de koyuyorlardı. Yayının son programı kapanış haberleri olan ve tarama özürlü Can Akbel tarafından sunulan “Güne Bakış” adlı programının başlangıcında kullanılan jenerik bitişinde tersten oynatılarak gösterildiğinden uzaydan dünyanın dönüşünü gösteren kısımda batıdan doğuya doğru değil de ters tafra doğru döndüğü için eleştiri almış ve bunun filmin ters oynatılmasından dolayı olduğunun savunması bile yapılmıştı. Spikerin “kelaj” durumu yüzünden program, zamanın önde gelen mizah dergisi GırGır tarafından “Kele Bakış” olarak adlandırılıyordu.

Televizyon yayınları ilk başladığında zannedersem çarşamba, cumartesi ve pazar günleriydi. Akşam saat yedi gibi başlayan yayın on bir gibi nihayete ererken gittikçe artan yayın saatleri ve günleri ile hayatımıza iyice girdikten sonra sanki en son salı ve perşembe günleri yayına dahil edilmişlerdi.

Çocuklarıma, ilkokuldayken bir türlü saat ondan önce televizyonu bırakıp, odalarına gidip kitap okutmayı başaramadıysam da benim çocukluğumda evimizde daha ilk günden, yazılı olmayan ama hiçbir zaman ihlal edilmeyen kurallar benim adıma sadece bazı pazartesi akşamları hafta sonu maçlarının özet görüntülerinin verildiği “Spor Stüdyosu” programı ve bazı çarşamba akşamları Avrupa’dan naklen yayınlanan maçları seyredebilmem için özel izinle yumuşatılırdı. Üniversiteye hazırlandığım sene bile akşam haberlerinden sonraki programlardan sadece ertesi gün okula gidilmeyecekse yararlanırdım ki pazar akşamları bana hitap edebilecek “Fettan Lucy’nin” seyredilebileceği Dallas dizisini hiç seyredememiştim ki içimde muhtemelen hala ukde olarak dursa da fazla bir şey kaybettiğimi zannetmiyorum.

Şimdilerde eski deyince mutlaka hatırlanan bir şey de “Necefli Maşrapa” idi. Bir şekilde yayın ya elektrik kesilmesinden, ya da film kopmasında dolayı dumura uğradığında ekranda karıncalanma olmasın diye hemen bir şehir veya manzara konsa da bu şehir görüntüleri TRT televizyonunun tarafsızlığını göstermek için fazlaca hemşehricilik yapılıyor denmesin diye uzunca bir süre bir ibrik televizyonlarda boy göstermiş, ancak bu tuvalet ibriği niye gösteriliyor denmesin diye de altına açıklayıcı “Necefli Maşrapa” yazısı eklenerek televizyon tarihine geçilmiştir.

Daha sonraları teknoloji geliştikçe artık bu kesintilerin olması durumunda ekranda sessiz bir şekilde durağan görüntüler yerine “Paul Mauriat” ve “James Last” orkestralarının genellikle enstrümantal olarak çaldıkları ve çalarken de çok zevk aldıklarını göstermek üzere dans edip kahkahalar atarak müziğe eşlik ettikleri parçalar ekrana gelirdi.

1984 yılındaki Los Angeles Olimpiyatları sırasında yayın uzak yerden geldiğinden tabi fazlasıyla kesintiye uğruyordu. Ancak nedense bir işgüzar görevli, kesinti esnasında ekrana getirilmek üzere kenarda hazır tutulan bandı her kesinti bittiğinde geri sardırıp bir iki saat içerisinde en az on beş kere tekrarlanan yayın kesilmesi esnasında, her ne kadar kendisini çok sevsem de, Bonnie Tyler’ın “Total Eclipse Of The Heart”, peşinden görme engelli şarkıcı Jose Feliciano’nun “Rain adlı şarkısı yayına girdiğinde bana gınalardan bir demet gelmişti. Bu arada da kesintiyi fırsat bilen Amerikalı güreşçi, 2020 yılında rahmetli olan Reşit Karabacak’ın kolunu kırmış ve kendisi diskalifiye olsa da bizim altın umutlarını bitirmişti.

Cumartesi akşamları yayınlanan İtalya’dan müzik programlarında Mina ve Rafaella Carrá dönüşümlü olarak yer alırlardı ve arka planda dans eden dansçıları hayranlıkla izlerdik. O zamanların Türk şarkıcıların arkasında veya şarkı aralarında gösteri yapan “Oya Bale Grubu” kızlarının aşırı balık etli hallerinin yanı sıra, fazla çalışılmadığı her halinden belli olan özensiz, uyumsuz ve fazlaca ritmik ama estetik olmayan danslarını gördükçe İtalyan hatunlara daha bir alıcı gözüyle bakardık.

İlk özel televizyon olan ve babasının torpili ile bu işe girişen Ahmet Özal’ın “Mecik baks Star 1” televizyonunun yayın yasağını delmek için yurtdışından uydu yayın yapıyor olması ve yayınlarının arasında cumartesi akşamları Tutti Frutti adlı arada çıplak Çin – Çin kızı göğsü gösteren programı dolayısıyla uydu anteni satışları patlamıştı. İlk televizyon yayını esnasında her evde televizyon olmadığından Halit Kıvanç ustanın tabiriyle başlayan “Telesafirlik”, Tutti Frutti olan akşamlarda uydu anteni olan evlere yeniden başlamıştı.

Renkli yayına ilk geçildiğinde bizim evde renkli televizyon olmadığından maç yayını esnasında ziyaretimi sıklaştırdığım teyzemlerin yazlıktaki uydu anteni yüzünden cumartesi akşamları gene ziyaret sayımın artması vaki olmaya başlamıştı. Allahtan Ahmet’in babası Turgut Bey o sıralar fazlaca yetkili olduğundan gerekli izinler alınıp özel yayıncılığın önü açılmıştı da benim gibi bu tip yayınları seyretmek isteyenler kendi evlerinde izleyebilir hale gelmişlerdi.

Hafta içi ve hafta sonu okul durumuna geri dönersek yarım olan çarşamba ve cumartesi günleri öğleden sonraları oyun oynamak için iyi fırsatlardı. Daha sonra cumartesi tatil olup çarşamba tam güne geçse de okullarda alışkanlıktan olsa gerek çarşamba öğleden sonraları Rehberlik diye adlandırılan derslerde rehberlik yapılmayıp genellikle dalga geçilirdi.

Sonraki yazı 450 –  Felsefe

450

Önceki yazı 448 –  Tribünlerden

448

blog, denemehaftalıkyazı,

Yorum bırakın