044 – Banliyö Trenleri


30 Kasım 2007

Tren olayı kendimi bildim bileli hoşuma gitmiştir. Daha henüz küçükken, sokakta oynamakta olduğumuz sırada, komşumuzun oğlunu ayartıp Pazar yerine tren seyretmeye gitmemle başlayan bu sevgi hala daha devam etmektedir. İlk zamanlarda İzmir-İstanbul yolculuğunu Bandırma üzerinden yapmaktaydık. Annemin iki çocukla beraber önce trenle Bandırma’ya, oradan da ellerimizde bavullarla aktarma yaparak gemiyle o zamanlar 4 ila 4 buçuk saat süren bir yolculukla İstanbul’a vardığımız yolculuklarımızdaki cesareti her babayiğidin yiyeceği bir iş değildir diye düşünmekteyim.

Yolculuğun ilk kısmını oluşturan moto-tren kısmı değişik anılarla doludur. İstasyonlarda durulduğu zaman pencereden “Gaste-gaste” diye bağırarak okunmuş gazete isteyen çocuklar, istasyona varmadan önce kondüktörlerin tuvalet kapılarını kilitleyerek def-i hacette bulunmayı engellemeleri hala daha hatırımdadır. Tren hareket halinde iken tuvalete gitmek ise ayrı bir zevkti. Tuvalet kuburu doğrudan raylara baktığından hedefi tutturduğunuzda malzeme aniden gözden yitiyordu ve sifonla gönderilmeye gerek kalmıyordu. Yalnız bir seferinde ben tuvalette iken tren durmuştu ve rayları tutan traverslerin tarafımdan kirletildiğini çok net olarak hatırlıyorum.

Motorlu trendeki yolculuğumuz sabah yanlış hatırlamıyorsam 8 gibi başlıyor ve saat 4 gibi hareket eden Bandırma’daki Yeşilada feribotu ile tamamlanıyordu. Tren yolculuğu uzun sürdüğü için yolculukta annemin daha önceden hazırlamış olduğu sigara börekleri, ekmek arasında kızarmış kuru köfte ve patates ile termostan su kendimize azık ettiğimiz yiyeceklerdi. Sıkıntıdan kurtulmak üzere trenin bir başından bir başına tavaf edilirken arada geçilen yemekli vagon hiç kullanmadığımız bir özellik olduğundan biraz da gıpta ile geçilen bir mekan olurdu.

Banliyö

BanliyöTreni_Sirkeci BanliyöTreni_Haydarpaşa

İstanbul’a geldiğimizde kullandığımız banliyö trenlerin ise Avrupa yakasındakiler bana daha sıcak görünümlü gelirlerdi. Vagonun ön tarafı farları ve tamponları ile sanki gülerek bakıyor gibi geldiğinden bilhassa peronda tren bekliyorken hareket halindekilerine raya doğru kafayı uzatarak bakmak bana ayrı bir zevk verirdi.

BanliyöTreni_Sirkeci2Sirkeci istasyonundan binerken girişe en yakın olan vagon hep son dakikada gelenlerce doldurulduğundan her zaman en kalabalık olanı idi. Eğer vakit varsa biraz daha ileriye gitmek her zaman daha uygun oluyordu. Yalnız vagonların en ön kısmı aynı zamanda yük taşımak için de kullanıldığından oturma yeri olmadığından kalabalık seferlerde insanların daha bir sıkışarak yolculuk ettiklerinden dolayı çok zorda kalmadıkça kullanmadığım mekanlardandı. Peron başındaki tabelada ışıklı olarak sıradaki seferin hangi hattan yapılacağı aydınlatılırdı.

Avrupa yakasında istasyonlar ve raylar beraberce kurulmuş olmalılar ki hep istasyon ortada, her iki tarafa giden trenler dışarıda olacak şekilde yerleştirilmişler. Anadolu yakasında ise istasyonlar hep rayların iki tarafına karşılıklı olarak yerleştirilmişler. Dolayısıyla Avrupa yakasında eğer yanlışlıkla ineceğiniz durağı atlarsanız bir sonrakinde inip hemen peronun diğer tarafına geçip aksi istikamete gitmek kolaylıkla yapılabiliyordu.

Dilenciler ve satıcılar için de olay aynen yukarıda anlattığım gibi gayet kolaydı.
Trenle yolculuk ederken Bakırköy’e gelene kadar on istasyon olduğundan giriş çıkışlardan etkilenmemenin en güzel yolu gidiş istikametine göre sağ tarafta (gemilerdeki sancak tarafı) gitmekti. Genellikle serde gençlik olduğundan ayakta seyahat etme durumunda olduğumdan kapı ağzı idealdi. Hem görüş açısının geniş olması hem de havalandırma olmadığından istasyon duruşlarında kapıyı hafiften aralayarak içeri hava girmesini sağlayıp temiz hava solumak için çok uygundu.

Banliyö trenlerinin bir özelliği gündüz bile olsa içindeki aydınlatma ışıkları hep yanar. Muhtemelen bunun sebebi hava karardıktan sonra veya yağışlı günlerde aydınlatmanın makinistin insafına bırakılmayarak hep yanık olmasını sağlamaktır diye düşünüyorum. Yalnız Zeytinburnu istasyonu geçilip Yenimahalle istasyonuna doğru gelirken Veliefendi Hipodromu civarında kısa bir süre için aydınlatmalar bir sebepten ölü gözü gibi yanma konumuna geçerler, belli bir mesafe katettikten sonra da tekrar eski parlak konumlarına geri dönerler. Bunun sebebini nedense o zamanlar hiç sorgulamamıştım ama kanıksadığım için de olmasını hep beklerdim. Başlarda bunun bir hata olduğunu düşünürken sonraları bunun sistematik bir uygulama olduğunu düşünmeye başladım. Sebebi de muhtemelen tepesindeki hattan aldığı elektriğin kaynağının bu iki istasyon arasında değiştirilmesi diye düşünüyorum.

Yenimahalle istasyonuna gelmek içimde hep bir zevk ve heyecan duygusu oluşturuyordu. Bir sonraki durakta inecek olup ninemlere yaklaşmanın dayanılmaz hafifliğinin yanı sıra, iniş ve binişlerin yoğunlukla yaşandığı Bakırköy istasyonunda trene binmeye çalışanları yaramayıp trende kalma korkusu da bunda etkendi diye düşünüyorum.

Bilet kontrolu da benim bu gidişlerim esnasında birkaç kez değiştirildi. Başlarda Sirkeci istasyondan binerken elden alınmadan yırtılarak kontrol edilirken daha sonraları muhtemelen insanların koşturarak trene binme durumunda aradan kaçma durumu göz önüne alındığında çıkışta toplanır olmuştu. Bu da insanların trenden indikten sonra rayların üzerinden aşarak kontroldan kaçmalarını, dolayısıyla hem TCDD bütçesine hem de kendi sağlıklarına sekte vurdurmalarına yol açmıştı. Şunu itiraf etmeliyim ki daha doğrusu belirtmeliyim ki, bunca senedir bindiğim banliyö trenlerinde hiçbir zaman biletsiz kaçak olarak seyahat etmemişimdir.

Trenden inince mevsimin durumuna göre ya karanlıkta veya akşamın son güneşli anlarında Bakırköy’e varmamdan dolayı farklı güzergahlar ve seçenekler beni beklerdi. Eğer aydınlıkta geliyorsam, çarşı bitiminde ilk sağa sapıp önce cami ve okul bahçelerinden geçerek arka yolu kullanırdım ki caminin kapısında bekleyen turşu sucu her zaman kendisine bir miktar kazanç sağladığım bir tezgah olurdu. Turşu suyunu eğer acılı olarak istemişseniz turşular bardağa konduktan sonra önce yarıya kadar normal turşu suyu konur, daha sonra yanda duran kavanozun kapağı açılıp kepçe içerisinde alta çökmüş olan biberleri harekete geçirecek şekilde içeride bir bilek hareketi ile döndürülür, daha sonra çekirdek taneleri kepçeye gelmeyecek şekilde üstten hafif kızarmış su kepçe ile bardağın boş kalan kısmına itina ile doldurulduktan sonra ana kap içerisinden, bardağa alınmış kadar turşu suyu alınıp acı kavanozundaki su takviye edilirdi.

Eğer keyifli bir günümdeysem, istasyondaki büfeden lahmacun da alırdım. Lahmacunun son lokmalarını turşu suyu ile beraber yemek de bir başka güzel olurdu. Sonraları o lahmacuncu için kullandığı kıymaları kedi etinden yapıyor diye duyduğumdan ayağımı dükkandan kesmiştim.

Eğer Bakırköy istasyonuna varışım karanlıkta ise bu kez İncirli caddesi boyunca ilerler ve İhsan Kalmaz sokağa gelene kadar da anayoldan ayrılmazdım. Tabi, caddenin başındaki kuruyemişçiden de KOKO almak bu güzergahın neredeyse olmazsa olmazlarındandı. İhsan Kalmaz sokağın bitiminde eski mahalleli olarak yolumu mutlaka köşedeki, komşumuz Valantin ve oğulları Savaş ve Murat’ın oturdukları evlerinin bahçesinden yapardım. Aksi takdirde bahçenin içerisinden geçmezsem iki binayı dışlarından dolaşarak geçmek gerekecekti ki bu da yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmiş olduğum yolun kalanını neredeyse iki katına çıkarmak demekti.

Aynı güzergahı kullanan dayım, geçiş esnasında mutlaka balkon ve pencerelerde kendisini görüp de “niye bahçemizden geçiyorsun kardeşim” lafına maruz kalmamak için selamlar vererek “merhaba nasılsınız?” sesleri eşliğinde hani “Ben tanıdığım. Buradan geçmek de en tabi hakkım. Sakın ola ki bana taciz edici bakış ve sözlerde bulunmayın” misali geçiş yaparmış.

Sonraki yazı 048 – Yılbaşı

43

45

Yorum bırakın