439 – Deprem


Pazartesi sabahından beri hepimizi derinden sarsan deprem ile ilgili bir şeyler yazdım. 

10 Şubat 2023

Doğa: Türk Dil Kurumunun tarifiyle:

“Kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi, tabiat, natür”.

Hatta bir de kurduğu cümleyi ekleyelim: “En çok yurdumdan söz ettim / Doğayla, insanla içli dışlı” – Cahit Külebi

Dört buçuk milyar yıldır, güneşin etrafında dönüp duran dünyamızın sahibi olduğunu sanan ve en uzun yaşayanın yaşı da taş çatlasa 150 olabilecek insanoğluna arada sırada bir tokat gibi çarpan doğa olayları, haddimizi çok kolayca ve bazen çok da acımasızca bildiriyor.

Ben Doğa’nın insanı acze sürükleyen bu gücünü daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum, Bodrum’da katıldığım Yelken Yarışlarında fazlasıyla hissetmiştim (https://cumayazilari.wordpress.com/hakkinda/66-tekne-gezintisi/). Altımızdaki tekneyi götürsün diye gerdiğimiz yelkenlerle şen şakrak giderken köşeyi döner dönmez bizi savuran ters rüzgâr canımıza okumuş, tekneyi neredeyse 45 derece yan yatırıp bizi denize düşüreyazmıştı. Aynı esnada, yanımızdaki bir diğer yarışan teknede de daha hızlı gitsin diye açtıkları balon yelkenin aşırı şişmesi ve üstten rüzgârın baskısı ile burnu suya gömülmeye başlamış, ipleri de karışıp salınamayınca koca teknenin neredeyse üçte biri suya dalıvermişti. Neyse ki ipleri keserek yelkeni boşlamışlardı da, Arşimet’in kemiklerini sızlatmadan, tekne tekrar yüzer vaziyete gelmiş ve suya girdiği hızla adeta tükürülüyor gibi geri çıkmıştı. Bizim bakış açımızdan teknenin o andaki hareketi ilginç gelmiş olsa da teknedekilerin korkudan bir taraflarına kaçırdıklarına ve o anın onlara adeta yıllar gibi geldiğinden eminim.

Soğuğun ve sıcağın bizi nasıl rahatsız ettiğini, biraz fazla yağsa yağmurun ve karın hayatı nasıl zorlaştırdığını bilmiyormuş gibi bir de doğaya karşı direneceğimizi zannediyoruz. Gerçi yediğimiz her tokatta afallıyoruz ama balık hafızamız bunları hemen unutuveriyor. Belediye imar planlarından fay hattını bile çıkartmaya kadar bile gidildi bu ülkede. Ama her depremde bir iki göstermelik suçlu seçilip devam edildi. 1999 depreminde bile en büyük suçlu olarak gösterilen Veli Göçer’in tekrar müteahhitliğe soyunduğunu söylüyorlardı geçenlerde radyoda.

Ama her ne olursa olsun, deprem yaşandıktan hemen sonra durumdan vazife çıkartılıp insanüstü bir kurtarma olayına girişiliyor. Binlerce kayıp olsa da, en azından bir kişinin bile sıkıştığı enkaz altından çıkarılması insanların yeniden ümitlenmesine, yaşama sevincini geri kazanmasına sebep oluyor. Hele ki, artık ümitler tamamen kesildikten sonra rastlanılan bir canın enkazdan çıkarılması mucizesinde, hepimizin gözleri yaşarmıyor mu?

Ama bunlar olurken, bir de aynanın diğer yüzü var. Birkaç gün önce duyduğumda not etmiştim:

Ya battaniyeye zam yapan, yağmalayan, deprem günü çimento hissesi alan kişilerden olursun, ya da yardım için kendini parçalayan insanlardan; hayat sana iyiyi ve kötüyü gösterir ve sen seçersin.
Yeşilçam da iyiyi ve kötüyü keskin çizgilerle gösterir bize; Ya Hulusi Baba olursun, ya da sattıklarından çalan Hacı Bakkal.

Deprem

Gerçi Hacı Bakkal’ı oynayan Ali Şen, her ne kadar hep böyle üçkağıtçı rollere soyunmuş olsa da, mahremine soyunduğunda çıkan sonuç olan Şener Şen’in babası olması sebebiyle kendisini pek bir severim.

Sonraki yazı – 440 – Şimdiki Aklım Olsaydı

440

Önceki yazı – 438 – Basketbol

438

blog, deneme, haftalık, yazı, 

Yorum bırakın