043 – Şehir hatları


23 Kasım 2007

Şehir hatları

Geçen hafta, hafta sonları Kadıköy-Bakırköy gidişatımı yazmıştım. Bu arada bir düşündüm ki ben uzun seneler şehir hatları vapurları ile boğazın iki yakası arasında gidip gelmişim. Şehir hatları şimdilerde İDO oldu ama aynı gemilerle bilhassa Kadıköy ve Adalar’a ulaşılıyor.

Geçen haftaki yazımın konusu olan Kadıköy Bakırköy ulaşımında kullandığım yol, genellikle önce deniz daha sonra da kara veya demiryolu ile olsa da çok sık olmamakla beraber köprüyü de kullandığım oluyordu. Ama gemi yolculuğu hem daha konforlu hem de oturarak olduğundan bilhassa yorgun Cuma akşamları kullandığım için tercih sebebim oluyordu.

Bu yolculukların ilk senelerinde gemilerde sınıf ayrımı yapılırdı. İki girişten öne yakın olan ikinci mevkii, arkadaki ise birinci mevkii idi. Birinci mevki de seyahat ederken de alt kat arka kapalı kısım ile üst kat arka açık bölüm lüks mevkii olarak adlandırılır ve yolculuk başladıktan sonra gemi personelinden bir kişi dolaşıp bilet karşılığı lüks farkı toplardı.

Ninemle bindiğim yolculuklarda daha az yoğun olması sebebiyle biz genellikle lüks mevkide seyahat ederdik.Tek başına yolculuk edeceksem, genelde birinci mevkide seyahat ederken, ara sıra cimriliğim tuttuğundan daha ucuz olması sebebiyle ikinci mevkiyi de kullandığım da olurdu. Yalnız bir seferinde 2 lira olan ikinci mevki jetonu için 2½ lira vermeme karşılık bozuk yok diye bana para üstü verilmeyince yüksek ücrete düşük mevkide yolculuk yaptığımdan bir daha bu uyanıklığı yapmadım, zaten bir süre sonra da mevki uygulaması kalktı.

Cuma akşamlarının en keyifli anları GırGır dergimi hatmedercesine okuduğum gemi yolculuğu esnasıydı. Her yirmi dakikada bir kalkan vapurların (ki gemiciler gemilere vapur denmesini pek sevmezler ve ben askerliğini denizci olarak yapmış biri olarak sanki bu kelimeyi kullanarak onlara ihanet ediyormuşum gibi geliyor) Haydarpaşa’ya uğramadan doğrudan Karaköy’e gitmeleri durumunda yolculuk 17-18 dakika kadar sürüyordu. Diğer durumda yaklaşık bir 5 dakika kaybıyla en çok 25 dakika sonra varılacak yere varılıyordu.

Yolculuk biterken inişte uyanıklık yapmak üzere yanaşılacak iskele tarafını tahmin edip o tarafa doğru yanaşmak gerekiyordu ki karaya ilk ayak basanlardan olmanın şerefini yaşamak insana ayrı bir gurur veriyordu. Gerçi bu gururun kazancı ilk inenle son inen arasında herhalde en çok 2 dakika idi ki daha iskele verilmeden atlayanların cambazlığının riski karşısında hiç de göze alınması gerekmeyen bir kazanç olmadığı için ben kesinlikle halatlar tam olarak bağlanmadan iskeleye atlamazdım. Tabi işi çok ağırdan alıp kaptan misali gemiyi son terk edenlerden olunca da bu kez dönüş yolculuğunu yapacakların yer kapma adına sürgülü kapılar açılır açılmaz fırlayarak gelmeleri durumunda çarpışma riski de yaşanmıyor değildi.

Şehir hatlarının en ilginç anlarından biri de gemiyle aynı hızda uçarak yakın takip yapan martılara simit atılmasıdır. Bunları seyretmek her zaman çok zevkli olmuştur ama elimdeki simidi yemeyip martılara atmak midevi olarak çok zevkli olmadığından eğer elimde yiyeceğim simidim varsa önce onu bitirir daha sonra ellerindeki simidi martılarla paylaşanları seyretmeye giderdim. Yani önce can sonra canan misali.

Lise son sınıfta üniversiteye hazırlanma esnasında ben diğer arkadaşlarım gibi hafta içi okul, hafta sonu dershane mantığını gütmedim ancak bir takviye olması adına şubat tatilinde hızlandırılmış bir kursa katıldım. Kursun yeri de Beşiktaş olunca yolculuğu Üsküdar üzerinden gerçekleştirdiğim için Üsküdar-Beşiktaş arası şehir hatları vapurunu kullanırdım. Tesadüf mü yoksa planlamadan mı kaynaklanıyordu bilmiyorum ama benim bindiğim saatte gelen vapur HALAS isimli emektarlardandı.

halasBu gemi daha sonra emekliye ayrılıp özel sektöre geçip lüks düğün ve toplantıların yapıldığı bir mekan haline geldi.

Şehir hatları ile hatırladığım en eski ve en hazin öykü bir dedemin elinden tutup da vapura binerken yer kapma hırsı ile koşuşan kalabalıkta dedemin elini kaçırıp kendimi birden sonsuz kalabalık içerisinde yapayalnız bulmamdır. Gemicilerin beni kenara almaları sonrasında ağlayarak beni bulmalarını beklediğim büyüklerimden annemin, benim dedemin yanında olduğumdan emin olarak “Ulan ne sorumsuz insanlar var. Çocuklarını nasıl da yitirebiliyorlar” diye düşünürken karşısında ağlayan beni bulunca biraz mahcup biraz da şaşkın hali beni daha sonraki yaşantımda hep koruyucu ve kollayıcı konumuna itmiştir. Bir yolculukta özellikle kalabalık grup olarak yapılan seyahatlerde mutlaka hep arkada kalıp “süpürücü” hüviyetini takınmak gibi bir misyonum vardır. Yani maksat çocuklar ve dalgınlar kaybolmasın, benim güvenli koruyuculuğum altına girsinler.

Kadıköy’e dönüş için Karaköy’den binerken iskeledeki satıcıdan da “ne idüğü belirsiz etten yapılmış lahmacun” yemek de ayrı bir zevkti. Eğer vaktim varsa aynı lahmacunu iskele karşısındaki MURAT muhallebicisinden alırdım. Ama acele ile oraya

uğrayamamışsam eğer, önce lahmacun alanlara gıpta ile bakarken nefsimle mücadele eder, bu arada giren adam ve satın alan adam kıyaslamaları gibi çeşitli uğurlar kullanır, sonunda da nefsime yenilip birbirine yüz yüze yapışmış olan lahmacunlar açılıp içine bol ekstra harç koydurup afiyetle yerdim. Eğer uğur denemelerim esnasında vapur kalkma vakti geldiği için almaya vakit bulamazsam, Kadıköy’de iner inmez ilk büfeye uğrayıp lahmacun talebimi yerine getirirdim. Şimdilerde özellikle lahmacun konusunda biraz seçici olduğum için her yerin lahmacununu yiyemiyorum. Ama bu yazıdan sonra muhtemelen karşılaştığım ilk lahmacuncuda biraz para bırakacağımı zannediyorum.

Şehir hatları vapurları, hele ki son sefer çok kişinin kurtarıcısı olur. Aksi takdirde köprü trafiğine girmek ve uzunca bir yolculuk yapmak yerine yirmi dakikalık zevki hoş bir yolculuk yapmak çok hoştur. Bu arada benim son seferlerinde kullandığım bu vapurlarla ilgili, daha doğrusu son seferlerle ilgili hatıratım çok da hoş değil. İlki daha önce “Cuma muhabbetleri-26” yazımda da değinmiş olduğum köprü altında demlendikten sonra son seferin vapurunun geç geldiği için küçük aptesti biraz geciktirip çektiğim çile ki sonunda ben hidayete erip sefa sürerken benim arkamda kuyruk olmuş olanlara da çile sürdürmüştüm.

Bir diğer hoş olmayan anım ise soğuk bir kış günü dışarıda da gezdirilip tepside kalmış olan sahlepin aldığım ilk yudumun üstteki donmuş kaymağının altında dışarı çıkmayı adeta canavarca bekleyen sıcaklığı damaklarımda hissettiğim andır. Benim sahlep ısmarlamamdan imrenmiş olan karşı kanepedeki tanımadığım yolculuk arkadaşımın da aynı hislere bürünmesi sonrasında ikimizden önce hangi cengaverin ikinci yudumu almak için cesaret edip de bu işi kotaracağı stres konusu olmuştu.

İzmir’de otururken körfezde çalışan şehir hatları vapurları da ilgimi çekerdi. Daha televizyon yayını başlamamış olduğundan okuduğum ansiklopedi ve atlaslarda görmüş olduğum ve adı çok hoşuma gitmiş olan Fildişi Sahilleri ile bayrağında o zamanlar çizgi adam bulunan Mali savaş gemileri ile şehir hatları vapurlarımızı savaşırken resmetmişliğim de vardır.

Haftaya (inşallah) Banliyö trenlerimiz

42

44

Yorum bırakın