429 – Meşhur


Gene bir uyuklama dönemine girdikten sonra gelen bir yazı. Neredeyse üç ay olmuş üzerinden geçen 

7 Temmuz 2022

 

Bir yerden başlamak. Başlayamamanın verdiği huzursuzluk. Kıyaslama. Bir şeylere başlamak için motivasyon gerektiğini sanıyordum halbuki tam tersiymiş; insan bir şeylere başladıktan sonra motive oluyormuş.”

Bu yazıyı okuduğumda, tamam dedim, benimle aynı düşünen biri. Malum 15 seneyi buldu benim bu deneme yazılarım. Kimisinde gündem ve gezilerim yazıların doğal konusu oluyorsa da, kimi zaman, aynı Annemin bizler henüz evlenip de evden uçmadığımız zamanlarda “Bugün ne pişirsem” sorusunu sıklıkla sorduğu gibi, bu hafta ne yazsam diye az debelenmedim. Hatta bir defasında büyük kızım Başak’a “Sen bir şeyler yazmaya başla, ben devamını getireyim” diye klavyeyi teslim ettiğimde

Derken kadim dostumla çetleşirken ünlülerle karşılaşmamız konusu geçti ki “Hadi, ünlülerle karşılaşmayı konu edeyim” dedim.

Bu ünlü olma olayı çok enteresan bir durumdur. Sesiniz veya yüzünüz güzelse veya spora yatkın olup biraz da çalışırsanız ve tabi en önemlisi şansınız da yardım ettiyse, pek çok kişinin tanıdığı biri oluyorsunuz. İlk başlarda herhalde hoş bir şeydir bu tanınır olmak. Ama zaman geçtikçe zor geliyordur. Mesela Tarkan’ın benim gibi, Migros senin, Şok Market benim gezip evin ihtiyacını daha ucuza karşılamak için gezindiğini. Ya da tuttuğun takımın maçını, maçı seyretmenin bir protököle bağlı olmadığı kale arkası tribünde yanındakilerle sıkış tepiş oturup seyrettiğini. Hadi olmadı, herhangi bir karşı cins arkadaşınla, sadece sohbet etmek üzere bir yerde olduğunda seni görenlerin hemen “sevgili” yaftasını yapıştırmaya meraklı olduğu bir ortamda yaşamak. Tabi, her nimetin bir külfeti olduğuna göre meşhur olmanın getirdiği kadar götürdüğü de olabiliyor.

Yeğenim Irmak’ın okul öncesi çağlarında annesiyle gittiği bir markette karşılaştığı Erol Evgin’i görünceki ErolEvginanısı aklıma geldi bu meşhurlarla karşılaşmaları yazmayı düşündüğüm yazıda. Özel televizyonların daha yeni başladığı zamanlarda, başta TRT olmak üzere televizyonlarda daha sık görünürdü Erol Evgin. Markette karşılaştıklarında, ablam da bir meşhur görmenin coşkusu ile Irmak’a coşkuyla “Tanıdın mı Erol Evgin’i” dediğinde, Erol Evgin’in de heyecan ile pozitif bir cevap beklediği anlarda, o küçük yaşın getirdiği sonsuz utanma duygusu ile Irmak, olanca bir inatçılıkla “Hayır tanımadım” dediğinde, az önceki coşkusu ile soruyu soran ablamın utançtan yüzünü yere eğdiğinde hatırladığı Erol Evgin’in o parlak makosen ayakkabıları hala hatırından çıkaramaması da ilginçtir.

Aynı şekilde, küçük kızım Burçak’ın o esnalar pek de severek izlediği “Sihirli Annem” dizisindeki Çilek (Zeynep Özkaya) ile Optimum Alışveriş merkezinde karşılaştığımızda Annesinin Çilek’e “Kızım sizi çok seviyor” dediğinde Burçak’ın olay mahallinden bir kelime bile etmeden uzaklaşması aynı özelliktedir.

Bana gelince, yolda rastladığım ünlülerden en aklımda kalanı Cüneyt Arkın’dır. Daha kendisini kaybedeli birkaç gün olan sinemanın bu dev aktörü ile servis için gittiğim İzmir’in bir otel lobisinde karşılaşmıştım. CüneytArkinBen şirkete fazla yük olmasın diye öyle 4-5 yıldızlı otelde kalmazken kendisinin de aynı tarzda bir otelde kalışına hem biraz şaşırmış hem de daha önceki bir sohbetini okumuş olduğumdan şaşkınlığım sadece kendisiyle aynı ortamda kalmaktan dolayı olmaktan öteye geçmemişti. Karşılıklı olarak yürürken birbirimizle göz göze gelmiş ve ben o ünlü görmenin coşkusunu çabuk yenip onu tanıdığımı anlatan göz bebeklerimin büyümesinin ardından, küçük bir baş hareketi ile onu selamlamış, O da aynı şekilde gayet mütevazı bir şekilde aynı baş eğmesiyle cevap vermişti. Yukarıda bahsettiğim röportaja gelirsek, kendisinin şöyle bir demeci vardı. “İnsanlar biz aktörleri inanılmaz, ulaşılmaz, üstün varlıklar olarak görüyorlar. Ama bizler de onlar gibi insanlarız. Bizlerde acıkırız, uykumuz gelir, hatta tuvalete bile gideriz” şeklindeki açıklamasından sonra, kendisini tuvalette (üstelik, alaturka bir tuvalette) def-i hacet eylerken düşünmüş ve bir an için keşke düşünmez olsaydım diye düşünmemiş değildim.

Bana bu yazıyı yazmak için ilham veren can dostumun anısı da ilginçtir. Kendisi, Yavru Vatan Kıbrıs’ta eğitmenlik görevinde iken, hem de bir değil iki kere, efsanevi Başkan Rauf Denktaş ile karşılaştığını, hatta bir keresinde neredeyse kollar çarpacak kadar yakın olarak karşılıklı geçtiklerini söylemişti. Benim “Karşılaşınca ne yaptın? Hazır koruması yokken, bir yumruk atıp geçtin mi?” soruma, aynı benim Fahrettin Cüreklibatur ile olan karşılaşmamdaki gibi karşılıklı birer baş selamı ile geçiştiklerini söylemişti.

Bu ünlülerle karşılaşmayı, tesadüfen karşılaşma olarak gördüğümden, bir imza gününde ya da bir gösteri AydınBoysan_UzayKitabıöncesi ve sonrasında karşılaşma olarak değerlendirmiyorum bu yazımı. Yoksa, kendileriyle karşılaşıp tokalaştığım efsane isimlerden Aydın Boysan ile bir kitap imza gününde kendisiyle yaklaşık bir dakikalık konuşma fırsatı elde edip, kendisine anı yazılarının haricindeki tek bilim kurgu romanı olan okuduğum onlarca kitabının arasında en farklısı ve kendi değimiyle en uzun süren hazırlık dönemi sonrası yazmış olduğu ve yeni baskılarını “YILDIZLARDAN BİLE UZAKLARDA” ismiyle yapan ama orijinal ismi “Yıl 2046 – Uzay anıları” adlı, Akşamcı 7 arkadaşın bir vakt-i kerahat sofrasından uzaylılar tarafından kaçırılmasını anlatan kitabını imzalatmıştım.

Eşimin protököl durumlarından ben de yararlandığım için, 18 Mart gösterisi sebebiyle geldiği Ataşehir Cemal Süreya gösteri merkezinde Sunay Akın‘a “Eşim sizin hayranınızdır, tüm kitaplarınızı okumuştur” söylemiyle benim yeğenim Irmak’ın Erol Evgin karşılaşmasındaki durumuna ramak kala, kendisi ile tokalaşmamız da benim için önemli sayılabilecek anılarım içine girmiştir.

Bir Kitap Fuarında karşılaştığım Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ hanımefendinin ufacık, tefecik ama sonsuz sempatik haliyle imzaladığı kitap, kütüphanemizin en mutena yerinde yerini almıştır.

Geçtiğimiz ay, bir TRT duayeni olarak gördüğüm piyanist şantör Atilla Yelken ile karşılaşmamızı bir başka yazı konusu ile ele alacağımı belirtip, eğer mümkün olabilirse, kendisinin korosuna katılma isteğimi belirtmedim de değil. İlkokul beşinci sınıfta, sınıfta tek başıma çocuk şarkısı söylemekten utanıp, öğretmenim Halide Eğilmez hanımefendinin Annemi okula çağırmasına sebep olan mahcubiyetimi sanki yavaş yavaş üzerimden atıyorum ki, sahnede şarkı söyleyenlerin arasında olma isteği doğdu içimde.

Kuzenim ile evli olan Bülent Korkmaz sayesinde de, özellikle spor camiasından pek çok ünlü ile karşılaştım ama bu zaten doğal bir şey olduğu için o karşılaşmalar beni fazla etkilemedi. Ama gene kuzenimle gittiğim, eski Ali Sami Yen stadında gördüğüm bir ünlü var ki ismini anmadan geçemeyeceğim. Gerçi, bir konser etkinliği için geldiği Ataşehir Amfili Park’ta Ömür Göksel‘e imzalatmak istediğim CD’sini, “Mehmet ÖmürGöksel kardeşime” diye imzalaması beni pek bir onöre etmiştir ama ilk karşılaşmamızdaki etkisi kadar olmamıştır. Maça giderken ben her ne kadar günlük kıyafetlerimi kullansam da, bir ünlü olarak kendisi maça takım elbisesini giyerek gelmişti. Hem de takım cart mor, içindeki gömlek de çingene pembesi iken uzun bir süre kaldığı Amerika’dan dönüşünde etrafa baktığı “Acaba beni tanıdılar mı?” bakışlarını cevapsız bırakmamış ve küçük bir selamlaşma yaşamıştım. Kendisinin bir röportajında bahsettiği, Amerika dönüşü tribünlerde sıklıkla kullanılan ”Ay lav yu Haci” bestesinin kendisine ait “Sevemem artık” şarkısı olduğunu söylediğinde hem o şarkı olduğunu anlayıp hak vermiş ama aynı zamanda da şaşırmıştım şarkının esasının o olduğunu öğrendiğime.

Bir de Salim Dündar vardır, Ömür Göksel’in yaşıtı olduğunu tahmin ettiğim. Üniversitede okurken, çok nadir de olsa gittiğim kantinde yan masamızda tavla oynarken bir yandan da, eli işte gözü oynaşta lafını adeta doğrularcasına, “Acaba beni tanıyan olur mu?” diye ürkek bakışlar atıyordu etrafa. Deli kaynayan gençliğimizde çok da fazla rağbet etmedik diye hatırlıyorum.

Hepinize, yolda karşınıza ünlü çıkması ümidini yaşatmanız dileğiyle AndyWarholkarşılaştığınızda utanmayıp, Andy Warhol tarafından sarf edilmiş, inanılması eğlenceli ifadenin gereği “herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” sözünün sizler için de geçerli olmasını ve o durumda sizinle karşılaşanların suratlarındaki o heyecan, mahcubiyet ve şaşkınlık ifadelerini görmenizi isterim.

 

Sonraki yazı – 430 – Anılar

430

Önceki yazı – 428 – İsim

428

blog, deneme, haftalık, yazı, 

1 comments

  1. Salim Dündar’ın hemen yanı başımızda tavla oynamasını ben de dünmüş gibi hatırlıyorum. Ama bakışları ben senin dediğin gibi ürkek değil de, “Biri beni tanısa da, onunla sohbete başlasak” gibi algılamıştım.

    Beğen

Yorum bırakın