425 – Spikerler


Futbolsever olunmasa da, özellikle futbol spikerleri ile ilgili bu yazım zannedersem yüzlerde biraz gülücük oluşturabilecek. 

10 Mart 2022

Televizyon yayını öncesi doğan kuşakta olduğumuz için radyonun bizim hayatımızda önemli bir yeri var. Haberler, spor müsabakalarının canlı yayınları, radyo-tiyatrosu ve arkası yarın, her türden müzikler gibi her konuda, her kesime hitap eden yayınlar olurdu. Şimdilerdeki gibi özel radyolar ve özellikle televizyon olmadığından yayınlardaki bu çeşitlilik ve toplumun tüm katmanlarını kapsayıcılık önemli idi.

Benim açımdan bakılınca, bir oğlan çocuğu olarak futbol maçlarının yayını en favori programlarımdandı. Bunun yanı sıra özellikle Klasik Müzik sevgimin de o zamanlarda yeşerdiğini söylemeliyim. Yayınlandığı için illaki kulak misafiri olduğumuz Türk Sanat Müziği ve Halk Müziğini de dinlerken keyif almasını bilirim. Ne var ki Arabesk konusunda aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Malum, zamanın TRT kriterleri sebebiyle yılbaşı Televizyon programında bir veya iki şarkı dışında kulağıma çalınabilen Arabesk’i sadece şehirlerarası otobüslerde ve minibüslerde kötü kaliteli hoparlör ve anfilerden duyma durumunda olduğumdan hala daha sevmem. Arabesk müziğin bir tık üzeri olan ve başını rahmetli Ferdi Özbeğen’in çektiği taverna – fantezi –  alaturka – piyanist şantör müziklerini de tesadüfen evimize bir şekilde ulaşmış kasetleri dinleyerek alışmışımdır.

Televizyon olmadığı için bolca sinema ve tiyatroya gidişlerimiz de bana görsel sanatların bu gösterilerini sevdirmiştir. Dayımın ve Yengemin birer tiyatro sanatçısı olmalarından dolayı yakınlık duyduğum tiyatro hala daha gitmekten zevk aldığım performanslar olsa da, gelişen hatta tabiri caizse hem aşırı teknolojik ve özellikle aksiyon sahnelerinin beni rahatsız edecek derecede hızlı ve harap edici olması sebebiyle sinemayı sinemada seyretmek için içimde fazla istek oluşmuyor. Ancak hala daha tiyatroya gitmek ve ondan zevk almak konusunda ısrarcıyım. Hatta geçenlerde gittiğim ve 83 yaşının olanca gençliği ile Genco Erkal‘ın neredeyse 1.5 saat, üstelik hoplayıp zıplayarak, merdivenin tepesine çıkıp aşağısına inerek, sahnede kaldığı, Nazım Hikmet’in eserlerinden oluşan “Yaşamaya Dair” adlı oyununu da herkeslere şiddetle tavsiye ederim. Zülfü Livaneli ve Fazıl Say’ın bestelenmiş şarkıları seslendiren Tülay Günal da hatırı sayılır bir performans ortaya koyuyor.

Radyo dinleyiciliğinin getirdiği bir de düzen ve intizam vardır. Tabi benim çocukluğumdan bahsediyorum. O zamanlar öyle “Sıcak Haber – Breaking News” gibi şeyler pek yaşanmadığından, saat 06’da istiklal marşı ile başlayan orta dalga TRT-1 yayını, gece 01.00’da yerini uzun ve kısa dalga yayınlarına bırakarak gene istiklal marşı ile sona ererdi. Haberlerin uzun veya kısa olmasına göre de, haber sonrası kuşakta bazen “Şimdi, Hafif müzik” diyerek bir sonraki programın başlangıcına kadar üç – beş dakikalık dolgular yapılırdı. Sabah ve tekrarı öğleden sonra olan “Arkası Yarın”, pazartesi günü başlayıp takip eden cumartesi veya temsilin uzunluğuna göre bir sonraki cumartesi biter ve ardından da pazartesi yeni bir oyun başlardı. Sabah seansı mutlaka saat 10’da başlar ve 10.20’de biterdi. Pazar sabahları yayınlanan Radyo Tiyatrosu ise tek seferde 1 saat sürerdi.

Benim dinlemekten en çok zevk aldığım Türkiye Birinci Ligi maçlarının yayını da tüm maçların başlama saati olan 14.00’de başlar ve tanıtım yapılıp maçlara geçene kadar birkaç dakika geçmiş olurdu. Maçları anlatan spikerlerden de Halit Kıvanç ve Ali Kocatepe en favorim olanlardı. Aynı zamanda şarkıcı da olan Ali Kocatepe’yi, sanki Alsancak Stadında maç izlemeye gittiğimde görmüşlüğüm vardı diye hayal meyal hatırlıyorum. Ama Halit Kıvanç deyince benim için akan sular durur. Son senelerde yaşlılık ve hastalık sebebiyle artık ekranlara çıkamaz olan bu büyük Usta, benim için Spiker deyince aklıma gelen ilk isimdir. Pele ile, meşhur olmadan önce ilk uluslararası röportajını yapmakla övünen Halit Kıvanç’ın röportajından sonra Brezilya televizyonları haftalarca Halit Kıvanç’ı “Pele’yi keşfeden Türk” diye servis etmiş. Aktif kariyeri boyunca 10 farklı Dünya Kupası’nı yerinde izleyen/anlatan Halit Kıvanç, bir spor gazetecisi olarak adeta bir sporcu gibi rekorlara sahip. Okuma – yazmayı çok erken sökmesine rağmen sırf yaşı yetmiyor diye ilkokula başlayamamasından, Papa ile konuşan ilk Müslüman gazeteci olmasına kadar birçok anısı var. Üniversitede okurken, kendisinin “Gol diye diye” adlı anılarını yazmış olduğu kitabını okumuş ve hayran kalmıştım. Geçenlerde kendisi hakkında “Artık kimseyi tanıyamıyor, sadece yatıyor” diye haber duyduğumda çok da üzüldüğümü söylemeliyim.

Dinlerken keyif aldığım spikerlerden biri de rahmetli Abidin Aydoğdu, İstanbul’da İngilizlerden 8 gol yediğimiz meşhur maçın da anlatıcısıymış. 8-0’lık ilk maçta 6. golden sonra “Bir atağı daha gol yiyerek savuşturuyoruz” ve 86. dakikada Anderson’ın attığı 8. golden sonra “Maç bitti ama biz halen gol yiyoruz, sayın seyirciler” demesi de efsanedir. Bu maçta oynayan Kaleci Yaşar Duran ve defans oyuncusu Abdülkerim Durmaz’ın maçla ilgili çok güzel anıları var. (Bu arada her iki oyuncunun soyadlarının uyumu da şimdi dikkatimi çekti.) Maçta Abdülkerim ceza sahasında ‘Lineker’i gördünüz mü beyler?‘ diye sormuş, Raşit de, ‘az önce buralardaydı‘ diye yanıtlamış. Maçın kalecisi Yaşar Duran’ın da maç sonrası verdiği röportaj komiktir: “Maça kadar inanın 1 ay sürekli yan top çalıştık. Ancak o gün yediğimiz 8 golden 3’ü yan toptandı. Adamların nasıl gol atacağını biliyor ama çaresini bulamıyorduk. Hayatımda oynadığım en tuhaf maçtı. Düşünün sahada 22 kişi var ve 20 tanesi bana bakıyordu. Çünkü maç hep benim kalemin önünde oynandı.”

Türkiye-bir Hayrettin, iki Kemalettin, üç Ogün, dört……., Hayrettin yapma, yapma Hayrettin, yapma be Hayrettin daha kadroları saymadım…” İlker Yasin’den müthiş bir replik.

Tabi bu arada duayen olmuş yorumcuları da unutmamak lazım. Yorumcu üstat Ömer Üründül’ün yorumlarından “Kazanmaları için gol lazım” ve “Eğer kaçırmasaydı, goldü” yorumlarına da pek bir gülerim.

Günümüz spikerlerine gelirsek, ilk olarak duayenlere göre çok daha şanslı olduklarını söylemeliyim. Çünkü ellerinin altında, internet gibi müthiş bir bilgi kaynağı var. Ama o bilgileri yeri geldiğinde kullanmak ve oyun durduğunda onlardan faydalanarak zamanı geçirmek konusunda iyiler. Ses tonları birbirinden farklı da olsa, tarzları aynı olduğu için eskiden çekirdekten yetişen spikerlere göre sanki tornadan çıkmış gibiler. Nerede o eski “Çengelköy Bademleri” diyerek yazımızı sonlandıralım.

Sonraki yazı – 426 – İsim

426

Önceki yazı – 424 – Karantina

424

 

blog, deneme, haftalık, yazı, 

Yorum bırakın