422 – Latince


Dört aydan fazla süredir ara vermiş olduğum yazılarıma geri döndüm. İnşallah bir daha bu kadar uzun ara vermem. 

31 Ocak 2022

Roma rakamlarını ilkokulda öğrendiğimizin üzerinden ne kadar da zaman geçti. Bunlara bazen bulmacalarda rastlasam da pek kullanılmıyorlar. Sadece bazı kol saatlerinde, biraz daha asortik olma adına kullanıldığını gördüm. Bir de Hollywood yapımı filmlerin (mesela MGM tarafından piyasaya sürülen) fragman ve afişlerinde karşımıza çıkıyor. I – V – X – L – C – D – M ilkokuldan beri bildiğim ve eğer kullanılmışsa okuyabildiğim sayılar (1-5-10-50-100-500-1000). Tabi bu yazıyı yazarken ola ki hata yaparım diye baş vurduğum kutsal bilgi kaynağı Google hazretlerinden öğrendim ki bir de S varmış bu rakamlarda. Yazının sonunu okuyamaya kadar sabredenler bu S’nin ne olduğunu öğrenebilirler.

Bunları kullanarak yazıldığı zaman yan yana 3 tane gelebiliyor diye biliyordum ancak en büyük sayı olan 1000 yerine kullanılan M için kısıtlama yok sanırsam çünkü 4 tanesinin yan yana geldiği sayıyı gördüm. Muhtemelen de daha büyük (yani 5000 ya da 10000 karşılığı) rakam olmadığı için Romalıların hayal güçleri bu kadarmış diyorum. Eğer şimdiki enflasyon ve devalüasyonları görselerdi daha büyük sayılar da yaratırlardı diye düşünmeden de edemiyor insan.

Bu arada bir bilgilendirme bizim kullanmakta olduğumuz 0’dan 9’a kadar olan rakamlar da Arap kökenli.

0 ٠        1 ١        2 ٢        3 ٣        4 ٤        5 ٥        6 ٦        7 ٧        8 ٨        9 ٩

Bu Roma rakamları kullanan insanların tabi havalı olma adına ve okumuş olup diğer insanların anlamasını ve kullanmasını kolaylaştırmayacak bir dil olduğu kesin. Ama teoloji, bilim, tıp ve hukuk alanlarında kullanılan pek çok terim de Latinceden gelmekte. Latincenin öğrenimi ve öğrenim amacı öteki Batı dillerininkinden farklı. Çünkü başka bir Batı dilini öğrenen insan sadece bu dili konuşur ya da dil bilgisini derinleştirerek ilgili kültür hakkında bilgi edinebilir. Oysa Latince öğrenmekle Batı’nın tüm edebiyatlarının ve edebî türlerinin temel anlamına vakıf olur ve sonradan herhangi bir batı dilini öğrenmede hiç Latince bilmeyen birine göre daha hızlı yol alırmış. Bu yaştan sonra Latince öğrenmeyeceğimize göre bazı Latince kalıpları öğrenerek etrafımıza biraz hava atabiliriz.

Sevdiğim, daha doğrusu bildiğim ve ara sıra kullandığım bazı Latince kalıplar var.

Mesela “Quo Vadis (okunuşu: Ko vadis) nereye gidiyorsun demek ve Hazreti İsa’ya kullanmasından ötürü yakıştırılır.

Ya da Carpe Diem, anı yaşa veya günü yaşa gibi anlama sahip olup elindekinin değerini vaktinde kullan şeklinde yorumlarım hep.

Arkadaşım Fuad’la beraber rahmetli Dayım Ayberk Çölok’tan duymuş olduğumuz, ama bu yazıyı yazmadan evvel Fuad’ı arayıp doğrulattığım laf da “Asinus asinum fricat” yani eşek eşeği kaşıyor (veya okşuyor) bire bir çevirisi olsa da angutlar birbirini anında tanır ve anlaşırlar, üstelik de birbirilerini tutarlar anlamında bir manaya sahiptir. Birine çaktırmadan hakaret etmek için de gayet kullanışlıdır.

Yazımızın Latinceden giriş sebebine gelirsek de esas kelimemiz “protokol“. Dilimize eski Latinceden geçme bir sözcük. Daha doğrusu “proto” ve “kolos” sözcüklerinin birleşmesinden türeme bir deyim.
Lügat anlamıyla “PROTO” birinci demek. “KOLOS” ise, insan poposunun çoğulu oluyor. Hadi tam karşılığını söylersek “g..tler” demek. Sözcük anlamlarını birleştirdiğimizde ise deyimin tam karşılığı “önde gelen g..tler” olarak karşımıza çıkıyor. “kolos” sözcüğünün zamanla çoğul eki olan (os) deyimden atılmış, geriye “protokol” yani “önde gelen g..t” lafı kalmış.

Yazının konusu niye buraya geldi diye soracak olursanız, son zamanlarda kendimi pek bir protokol içine girmiş ve tüm nimetlerinden yararlanır buldum. Önce, biraderimin kısmen ev sahipliği yaptığı Formula1 İstanbul yarışı sırasında adıma tanımlanan davetiye ve araba kartı ile kendimi bir başka dünyada bulmadım değil. Kurtköy çıkışından sonra İstanbul Park yolunda o fena trafikte sinir olup içeri girene kadar yarışın başlamış hatta bitmiş olduğu düşünülürse, bizlere, yani önde gelenlere tahsis edilen dönüş tarafındaki şeritten diğer tarafta yolun açılıp da otoparklarına varmak için bekleyen araçtakilerin içinde bize çifter – çifter nazar atanların bakışları arasında otoparkımıza ulaşıp, otoparktan tribünlere olan 150 metrelik yolu yürümeden VİP araçlarla taşınmanın keyfi de bir başka oldu. Tabi içeri girdikten sonra, içerideki ikramların kalitesi ve bitmezliği de bir başka yazıya konu olacak zenginlikte. Protokol tribününün tek dezavantajlı yanı, bazılarının daha protokol olup onlara bazı katlar ve balkonlar rezerve ediliyor. Arada benim gibi hasbelkader protokole dahil olmuşlar için özellikle yarış başlangıcının yapıldığı START düzlüğünü gören kısımlar kısıtlı olduğundan yarışın pek çok evresini içerideki televizyon ekranlarından elimde çayım ve yanındaki atıştırmalıklarımla seyredebildim. Her ne kadar daha önce V12 olan motörler (protoköl olunca dil böyle dönebiliyor) V8 motoru ile değiştirilmiş olup daha az ses çıkartıyor olsa da, yaklaşık 340 kilometre hıza çıkmak için gaz pedalı köklenirken çıkan patırtılara kulak dayanacak gibi değil. Hatta piste bakarken yaşanılanlar, bir Grand Şilem tenis müsabakasını en önden ve file yanından yaklaşık 250 kilometre ile kullanılan servisteki topu izlemeye benziyor, yani nafile bir gayret.

Tabi benden daha meraklılar, terasta ön sıralarda yer kapıp canlı gözlerle seyrederlerken, ben içeride monitörlerden izlerken aklıma rahmetli Babam ile olan maça gitme-gitmeme konusundaki konuşmalarımız geldi:

Gene Galatasaray’ın bir maçının, muhtemelen Zonguldakspor veya Boluspor gibi Anadolu kulüplerinden biriyle ama hiçbir önemi olmayan, gidilmesi için insanın içinde bir dürtü oluşturmayan, aynı zamanda havanın yağışsız olmasıyla beraber kapalı, kasvetli ve iç sıkıcı bir gün. Evde pinekleyip ne yapsam dediğim anlarda babamla aramızda şu konuşma geçti:

-Mehmet, ne yapıyorsun?
-Hiiç öyle zaman geçiriyorum.
-Maça gitmeyeceksin değil mi?
-…. (Ben henüz cevap veremeden)
-Gitme canım ne gereği var. Zaten hava da çok kötü.
-… (Bende hala cevap yok)
-Şimdi çayını içip, ayaklarını uzatıp maçı da radyodan dinlersin.

Bu son laf üzerine tabi hemen giyinip maça doğru yola koyuldum. Hava zaten hoş değil, maçta da gol olmadan 0-0 bitti. Ama ah serde şu delikanlılık ve inatçılık yok mu…

Ekimin o soğuk ve yağışlı gününde ve pandemi koşullarında, ama hijyen ve maskemizi ihmal etmeden, sadece mesafe konusunda taviz vererek 2 günlüğüne de olsa protokol keyfini yaşatan biraderime sonsuz şükranlarımı sunarım.

Yazının başındaki sorunun cevabı da burada: S, yarım sayısının karşılığı imiş.

Sonraki yazı – 423 – C19 

423

Önceki yazı – 421 – Ferhan Şensoy, Belmondo 

421

blog, deneme, haftalık, yazı, 

Yorum bırakın