419 – Cumartesi


Daha önce diğer günleri yazmıştım, bir Cumartesi eksik kalmıştı.

17 Ağustos 2021

İlkokula ilk başladığım günü gayet iyi hatırlıyorum. Annemin elinden tutup 1709 numaralı Santral Sokaktan çıkıp Karşıyaka Çarşının içindeki Ankara İlkokuluna gitmiştim. O sene üçüncü sınıfı okuyacak ablam okula varınca hemen kendi sınıfına gitmiş, Annem de benimle kalarak önce törenin bitmesini beklemiş ardından da öğretmenim Kayhan Baksı’ya emanet edip eve dönmüştü. Annem beni bırakmıştı ama sınıf arkadaşlarımdan bazılarının anneleri bir türlü sınıftan ayrılamıyorlardı çünkü çocuklar anneleri gitmeye kalktığında ağlamaya başlıyorlardı. Zannedersem bu durum birkaç gün devam ettikten sonra normale dönmüş ve tüm sınıf eğitime yalnız olarak devam etmeye başlamıştı.  Okulun ilk günlerinden itibaren, nasıl olsa ablam var diye de Annem artık ne okula gidişte ne de dönüşte gelmiyordu ve biz ikimiz beraberce gidip dönüyorduk. Okumayı öğrenip de kırmızı kurdele takmaya hak kazandığımda Annem okula gelmiş ve dönüşte birlikte bana ödül olarak, iskele karşısında caddenin köşesinde yerleşik gazete bayiinden, kendime en yakın olarak gördüğüm Tenten’in Aya Seyahat isimli macerasını almıştım. Ben okula başladığımda herhalde öğrenci sayısı çok artmış olmalı ki, daha önceleri tam gün olan eğitim öğretim süresi sabahçı ve öğlenci olarak ikiye ayrılmıştı. Sabahçı olmanın zor tarafı sabah erken kalkmakken öğlen vakti eve döndüğünüz için tüm öğleden sonra sizindi. Sabahçılar okula gittiklerinde öğlenciler daha uyanmamış olurlardı ama öğlenciler okula gittiğinde sabahçılar sokakta arkadaşlarıyla oynayabiliyordu. Bu sebeple ben sabahçı olmayı daha bir seviyordum. Yalnız bu sabah gidip öğlen dönme mesaisi Çarşamba ve cumartesi günleri değişiyor ve yarım tedrisat olan bu 2 günde saat 10.30 gibi devir teslim yapılıyordu. Bu yarım işgünü devlet dairelerinde de geçerliydi ama sadece cumartesi diye zannediyorum.

Bornova Anadolu Lisesi, ki biz girdiğimiz zaman adı İzmir Maarif Koleji idi, İzmir’de hele ki Alsancak gibi Bornova’ya yakın bir yerde oturuyor olsak da, beni yatılı olarak kabul etmişti. Pazartesi sabahı servisle okula gidiyor ve 2 akşam okulda kaldıktan sonra, Çarşamba günü öğle yemeğimizi de yedikten sonra servislerle eve dönüyordum. Ertesi sabah tekrar servisi kullanıp gene iki akşam okulda uyuduktan sonra cumartesi töreni yapıyor ve alelacele öğle yemeğini yiyip servislere doluşup evlerimize dönüyorduk.

Derken Ecevit’in başbakanlığı esnasında bu iki yarım gün birleştirilip çarşamba günleri tam gün okula gidilip cumartesi de çalışılmayan bir güne dönüştü ama her ne kadar işyerleri genellikle kapalı olup çalışılmıyorsa da hala daha tatil günü olarak sayılmıyor. Okullarda da çarşamba öğleden sonranın tatil olma geleneği bir süre, öğleden sonraki derslerin rehberlik adı altında ders işlenmeyen ama okulda geçirilmesi gereken bir zaman olarak kullanıldı.

İşte cumartesi günleri ile ilgili aklıma ilk gelen bu yarı-tatil oluşudur. Ama cumartesi candır, daha doğrusu o zamanlar candı: Televizyon yayınlarının ilk başladığı zamanlarda, evdeki otorite olan Anne ve Babamın koyduğu kurallar gereği evde rahatlıkla televizyon seyredebildiğimiz yegâne gece olma özelliğini taşıyordu. Tam gün yayına geçilmediği o zamanlarda tabiri caizse, “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” mesajını görüp yayın kesilip de ekran karıncalanmaya başlayana kadar televizyon karşısında oturabilme iznimiz vardı. Cumartesi gününün diğer bir güzelliği de ertesi gün de tatil olduğu için ev ödevlerini yapmama özgürlüğü idi. Tabi en güzeli, ödevleri Cuma gününden tamamlayıp 2 tam gün ense yapmaktı ama tabi çocukluğun o sorumsuz rahatlığında yumurta kapıya dayanana kadar erteleyip kazanılan zamanda daha eğlenceli şeylere vakit ayırmak daha keyif veriyordu.

Cumartesi her ne kadar çalışılan haftaya ait dinlenme günü olsa ve çalışıyorken izne çıkıldığında pazartesi tatilin ilk günü olsa da tatil cumartesi gününden başlar. O yüzden bir haftalık tatil içindeki ikişer adet cumartesi ve pazar sebebiyle 9 gün olarak kullanılır. Tatil biterken de, en azından ertesi gün gene tatil diyerek çalışmaya kademeli olarak, alıştıra – alıştıra geçilir. Yani, hep cebinde Pazar taşır.

Cumartesi deyince aklıma hep üniversite ve sonrasında oynadığımız “Sessiz Film” oyunu gelir. Kendisine anlatması için verilen yönetmenliğini Tunç Okan’ın yaptığı “Cumartesi – Cumartesi” filmini anlatması esnasında bir arkadaşımız kafayı gözü yara yara ilk kelime olan “Cumartesi”yi anlatmış ama ikinci kelimenin kendini tekrar edişini anlatamayıp zaman tuşu olmuştu.

Tabi sessiz film deyince Fuad ve Cüneyd biraderlerle oynadığımız ve Sessiz olarak her şeyi anlatabildiğimiz zamanlar gelir. Anlatılanlar arasında “Vaka-yı vakvakiye”, “müteşebbis”, “keza”, “mamafih”, “binaenaleyh” aklıma ilk gelen ve anlatılması en zor olanlar. Tabi bir de işi iyice ileri götürüp çeşitli fanteziler kurduğumuz kelimeler de var. Şöyle bir diyalog geçer diye düşünmüştük:

Anlatacağın kelime “PODA”

O da neymiş be?

Silahlı olunca kabul ediyorsun da, silahsız olunca mı itiraz ediyorsun?

(Şimdilerde, 75 yaşının baharında emeklilik günlerini geçiren Rıza Silahlıpoda’yı buradan saygıyla anmak isterim. Herhalde, TRT televizyonunun bir şekilde kendisini hatırlayıp ekrana çıkartmasını bekliyordur.)

Biz anlatımlarda bu kadar ileri gitmişken, çocukluk zamanımdan kalan bir anım var ki, adeta bir travma. Günübirlik gittiğimiz bir askeri kampta, yaşıtlarımızın oynadığı sessiz filmde, anlatıcılar anlatacakları filmlerin ismini harflere bölüp her harfin karşılığı olan kelimeleri buldurup harf – harf anlatıyorlardı. Diyelim ki “YOL” filmini anlatacaklar. Önce kenardaki çiçeğin yaprağını gösterip Y harfini, sonra kenarda duran otobüsü gösterip O harfini diyerek tüm harfleri ardı ardına bir araya getirtip anlatıyorlardı. Hatırladıkça bile hala ürperirim. Çocukların yaşlarının da, ilkokul 1 veya 2. sınıf değil de, 13-15 civarı olması lazım.

Pazartesi gibi kendi adı olmayıp, kendisinden önce gelen günün devamıymış gibi adlandırılan cumartesi ile tüm günlere ait bende yarattıkları etkileri anlattığım bir yazı oldu bu. Ama çalışılmadığı zaman tembelliğe en yakın gün olan cumartesi aynı atalet etkisini göstermektedir. Sürtünme kuvveti denen olgu yüzünden her hareket halinde olan yavaşlamakta, hareket halinde olmayanlar ise durmaya devam etmektedir. Rahmetli Aydın Boysan’ın da dediği gibi:

Ne güzeldir hiçbir şey yapmamak…. Ve ondan sonra da istirahat etmek.

Benim bu Cuma yazısını, Salı gününden yazdım ama konu cumartesi. Aynı aşağıdaki uyarı yazısında olduğu gibi:

Cumartesi

Sonraki yazı – 420 Kıtalararası Yüzme Yarışları

420

Önceki yazı – 418 Olimpiyat

418

Diğer günler:

Pazar

Pazartesi

Salı

Çarşamba

Perşembe

Cuma

blog deneme haftalık yazı 

Yorum bırakın