406 – Tatmahal


2 günlük bir İzmir kaçamağının mideyi ilgilendiren kısmına ait küçük bir yazı

15 Şubat 2021

Dünyanın yedi harikasını ilkokuldan beri biliriz. Bunlar tamamı insanlar tarafından inşa edilen olağanüstü mühendislik ve mimari becerilerin yansıtıldığı eserler. Bu sadece hafızalarda yaşayan antik eserlerin bulunduğu listede günümüze ulaşabilen tek bir eser var. Geri kalanlar ise ne yazık ki geçen yüzyıllar içinde harap edilmiş ve yıkılmış. Hatırlamak adına bu antik çağın 7 harikasını bir tekrar edeyim:

Keops Piramidi, Mısır

Babil’in Asma Bahçeleri, Irak

Zeus Heykeli, Yunanistan

Rodos Heykeli, Rodos Adası

İskenderiye Feneri, Mısır

Halikarnas Mozolesi, Bodrum

Artemis Tapınağı, Selçuk

Bunlar Mısır piramitleri dışında tamamen yok olduğu için Dünyanın yeni yedi harikası olarak yeni bir liste oluşturulmuş:

Chichen Itza, Yucatán, Meksika

Kurtarıcı İsa Heykeli, Rio de Janeiro, Brezilya

Çin Seddi, Çin

Machu Picchu Antik Kenti, Peru

Petra Antik Kenti, Ürdün

Kolezyum, İtalya

Tac Mahal Anıt Mezarı, Hindistan.

Bunlardan Tac Mahal Aşk uğruna inşa edilmiş en güzel mimari yapılardan birisi. Hindistan’daki anıt mezar, 1631-1654 yıllarında inşa edilmiş. Babür İmparatorluğu’nun 5. hükümdarı Şah Cihan, genç yaşta ölen eşi Ercümend Bânû Begüm için bu etkileyici eseri inşa ettirmiş. Anıt mezar, hükümdarın eşine duyduğu sonsuz sevgiyi temsil etmesinin yanı sıra imparatorluğun ihtişamını da yansıtmaktaymış. İşte bu ihtişamı yaşatan eserin ismine gönderme yaparak yapılan bir yeri ziyaret etme fırsatı buldum. O da: TATMAHAL

İş gezisi için İzmir’e yolum tekrar düştü. Kendimi bilişimden 13 yaşına kadar yaşadığım İzmir’e tekrar gitmek ve aynı havayı teneffüs etmek gayet iyi geldi. Perşembe günü gece geç saatlerde vardığım İzmir’de şirketin rezervasyon yaptırmış olduğu Çift Ağaç Hilton oteline doğru giderken 4 senemi geçirdiğim 1434 sokağın önünden geçtik. Peşinden Kültürpark olarak adlandırılan Fuar’ın Lozan ve Montrö kapılarının önünden geçip otele vardım. Aklımda hep otelden yürüyerek çıkıp önce ilkokulu bitirdiğim, şimdiki adıyla, Gazi Ortaokulunu ve peşinden Sevinç Pastanesi ile evimizin olduğu Emlak Bankası Bloklarının A7 bloğuna gitmek vardı. Ne var ki hafta sonu yasaklarına denk geldiği için ertesi gün saat gece 9’da vardığımdan ve cumartesi günü de toplu olarak erkenden oteli terk ettiğimiz için gerçekleştiremedim. Yürüyemedim, bari arabayla önünden geçelim derken şoförümüzün bir Ankaralı olmasından ve sola ve u dönüş yasaklarından kendimizi şehrin diğer tarafına doğru giderken bulduğumuzdan gündüz gözüyle de, arabanın içinden bile görmek nasip olmadı.

Bornova’daki ofise doğru giderken geçtiğimiz bir tarafındaki ağaçlar kesilmiş olsa da diğer tarafta heybetle duran asırlık ağaçları görünce, aynı yoldan henüz bir ortaokul öğrencisiyken geçtiğim günleri anımsadım. Ancak tek bir fark vardı. O zamanlar geçtiğimiz bu yerler şehir dışı gibi yerleşimlerin olmadığı yerler olmasına rağmen etrafın yapılaşmayla dolu olması beni şaşırttı. En büyük şaşkınlığı ise birden yolun kenarında gözüme çarpan Bornova Anadolu Lisesi levhası ile yaşadım ve bu eski bir dostu görmüş olmaktan içimde bir sevinç yaşattı.

Aman demeye fırsat kalmadan arabayla devam edip yaklaşık 2.2 kilometre ötedeki Öztim iş merkezindeki ofise varmıştık bile. Eski okuluma bu kadar yakın olmanın verdiği tarifsiz bir iç huzuru ile çalışmaya başladım. Ama aklımda acaba gene aynı yoldan geçer miyiz, tekrar görebilir miyim, fırsatım olursa içeriyi ziyaret edebilir miyim diye sorular da geçmiyor değildi. Sabah geldiğimiz ofiste çalışırken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamış ve 3’ü bulmuştuk. Ardından kulakları artık sağır etme derecesindeki karnımızdaki zillerin sesini dinleyip arabalara doluşup bizi götürecekleri yemek yeme mekanına doğru yola çıktık. Sabahki sabah mahmurluğu ve ani gelişme sebebiyle bir anı fotoğrafı çekememiş olmakla beraber bu kez gafil avlanmamak amacıyla telefonumu elime aldım ki fırsatını bulursam fotoğrafını çekebileyim. Ancak trafiği atlatmak adına ara sokaklar seçilmiş olduğundan fotoğraf çekme işi ne yazık ki gerçekleşmedi. Malum pandemi zamanı ve kafe – restoran işletmeler sadece gel-al ve paket servisle çalıştıklarından Forum Bornova’ya yakın geldiğimiz bu mekânda yemeklerimizi alıp geri dönmeyi beklerken, her ne kadar işletmelerde yemek serbest değilse de dışarıda ayak üstü yendiği için de vaktimizi orada geçirdiğimizden okulumu ziyaret etme fikri bir başka bahara kaldı.

Ancak yazının başında sevgi ve hükümdarlığın ihtişamını gösteren Tac Mahal’le isim benzerliği yapılan TATMAHAL yeme merkezi midevi olarak beni bir hayli tatmin etti. İzmirli arkadaşlar kendilerinin SÖĞÜŞ ve kokoreç yiyeceklerini söylemişlerdi. Ben her ne kadar soğuk et konusunda çok istekli olmasam da, sabah akşam radyolarda (sırasıyla Best, Alem, Show ve Kafa) dinlediğim Nihat Sırdar’ın İzmir ziyaretlerinde anlattığı SÖĞÜŞ ismini duyunca o tarafa doğru meylettim. Ne var ki, söğüş’ü daha önce duymamış olan arkadaşımın “O da ne ola ki?” sorusuna verilen cevap beni de öğle yemeği olarak söğüş yememe fikrine itti. İçeriğinde bulunan kelle, paça, beyin ve bilumum sakatat SÖĞÜŞ’ü benim için “Asla yenmeyecekler” kategorisine bir daha çıkmamak üzere yerleştirdi. Peki insanlar söğüş yerken biz ne yiyecektik? Adı üstünde TatMahal olan yerde güzel bir PİŞİRİCİ de vardı ve etin envai çeşidini gidip kilo ile tarttırdıktan sonra yiyebildiğiniz CİHAN PİŞİRİCİ’sinin yolunu tutuk. Seçmece olarak tabir edebileceğimiz buzdolabı koşullarındaki sergiden seçim yapmak çok da kolay olmadığından, ben en kolay yol olan KÖFTE’yi tercih ettim. Biraz sonra pişmiş olarak yarım ekmekten biraz hallice ekmeğin arasından fazlasıyla taşan köfteleri hemen mekânın dışındaki masalar önünde ayakta yiyerek açlığımızı keyifle giderdik. Mekân da adına layık olduğunu ispat etmiş oldu.

Ağzımızın tadının bozulmadığı keyifle yiyebildiğimiz yerlerin de olduğu ve artık bu pandemi belasının bitip yemeği kaçarken yiyeceğimiz değil, keyifle, sakin ortamlarda yiyeceğimiz zamanların gelmesi dileğim.

Sonraki yazı 407 – Uluğ Bey

407

Önceki yazı 405 – Cacabey Astronot

405