399  – Seyir


Eskiden bir Futbol Balesi vardı. Hatırlayanlar parmak kaldırsın.

25 Eylül 2020

Radyoda program yapmakta olan ve benim tekrar etmekten bıkmadığım Cem Arslan’ın bir repliğini pek bir sever ve kendime benzetirim:

Günlerden bir gün, programında Cem Arslan konudan konuya atlarken, birden konu yumurtaya geldi ve benim de o an aklıma gelen seneler öncesinin YUMAGETTİ reklamını söylemeye başladı. Derken bir sessizlik oldu ve konuya şöyle girdi: “Kafamın içi çöplük gibi, ne ararsan var“. Muhtemelen her ne kadar böyle söylüyorsa da, bir radyo programcısı olarak bu kadar çok şey kafasında iken hem konu sıkıntısı çekmeyeceği için hem de bir konuşmada karşısındakini bu bilgileri satarak alt edeceği için üzülmüyor, aksine seviniyordur.

Ben de 399’uncusunu yazdığım bu Cuma Yazılarında aynı şekilde dağarcığımdakileri güncel konulara bezeyerek devam ettirebiliyorum.

Cuma yazılarımı okuyanlar futbola özel bir önem verdiğimi bilirler. Kendimi bildiğim ve sokağa attığımdan beri topa vurmayı, her ne kadar artık tevellüdün gereği yapamasam da, sevmişimdir. Topa sadece vurmayı değil, vuranları seyretmeyi de çok severim. Gerçi bu seyircilik işini sadece futbolda değil, yeryüzünde oynanmakta olan, vurdulu kırdılı olanlar hariç tüm spor dalları için keyifle yapmaktayım. Bunların farklı olanlarını ya TRT’de veya EuroSport kanallarında seyrettiğimden anlatıcıların açıklayıcı bilgilerini de can kulağı ile dinlediğimden hala daha bilinçli bir seyirci olarak yetişmekteyim. Kuralları bildikçe oyunları seyretmek hem zevkli oluyor, hem de işini iyi yapanları seyretmek daha keyifli oluyor. Mesela son 2 yılın Klopp önderliğindeki Liverpool’un maçlarını seyrederken keyfim daha bir artıyor. İleri üçlüsündeki Mohammed Salah, Firminio ve Mane hem güzel oynayıp bize (en azından bana verdiklerini biliyorum) keyif vermekle kalmıyorlar, hem de kazanarak şampiyonlukları alıyorlar. Oynarken gözlerinin içindeki keyif tanecikleri artık gözle görülür oluyor. Tabi bunda gelişen yayın kalitesi ve televizyon ekranlarının büyüyüp detayları daha bir ayrıntılı vermesinin de payı büyük.

İlk televizyon yayınları başlayıp siyah beyaz ekrana kilitlenme olayları arttıkça programcılar, değişiklik olsun diye farklı şeyleri deniyorlardı ve denemeye de devam etmekteler. Spor programlarında da ilk eğlence, Futbol Balesi olarak adlandırdıkları, maç esnası görüntülerini yavaş çekimde ileri geri oynatarak görüntüye çeşni katmaktı. Yalnız çekimler herhalde 8mm bantlara çekiliyordu ki, saniyede 25 karelik görüntü yavaş olarak oynatılınca, o zamana göre hayli ilginç olan ama günümüz teknolojisiyle karşılaştırılamayacak kalitedeki ileri geri oynatmalar, arkaya bir de müzik koyunca sanki dans ediyorlar gibi oluyordu. Pazar öğleden sonralarının Cenk Koray ve Güneş Tecelli’nin birlikte hazırlayıp sundukları Telespor programının içinde BAY MERAKLI çizgi filmi ile FUTBOL BALESİ en beklediğim bölümlerdi.

Bu arada bu yazıyı yazarken fark ettim ki, Güneş Tecelli, pandeminin dünyada hızla yayılmaya başladığı Şubat ayında hayatını kaybetmiş. Allah rahmet eylesin. Kendisinin “Vay anasını sayın seyirciler” sözündeki içtenliği, belki de kravat ve ceket içerisindeki bir TRT spikerine yakışmayacak düzeydeydi. Ama işine, bizi işini sevdirecek kadar bağlı olduğunun içtenliğinin de bir göstergesiydi. Bir programında, popçu Jale’nin soyadının “Bekar” olduğunu öğrenip, Jale’yi konuk ettiği bir programda “Merhaba Jale. Jale Bekar, hala bekar mı?” diye sorup popçuyu kızdırmıştı, ama canlı yayının bir güzelliği, popçu sinirini dizginleyebilmişti. Acaba popçu Jale şu sıralar ne yapıyordur? (eski popoçular da ileride irdelenip bir Cuma yazısı olmaya aday bir konu gibi geldi bana).

Maçlarda, tabi hem teknoloji hem de ekipman bu kadar gelişmemişti ki, bir uzak kamera ile taşınabilir bir kamera ile çekimler yapılıyordu. Şimdilerde ise teknoloji o kadar ilerledi ki, VAR sistemi ile maç oynanırken, hakemin göremediği kusurlar belirlenip hemen aksiyon alınabilmesi mümkün oluyor. Bu, her ne kadar işin ruhunu iyice mekanikleştiriyorsa da, globalleşen dünyada artık işin duygusallığının yerini ekonomikleşmeye bıraktığından haksızlığı en aza indirmeye çalışılıyor. Ancak işin yokunu öyle çıkarıyorlar ki, bir gol olduğunda, atağın başlamasından itibaren kontrol edildiğinden, ola ki 3 dakikadır topla oynayan bir takımın golü, atağın başlangıcı olan 3 dakika evvelki bir pozisyonda hakemin sezemediği bir faul veya elle oynama yüzünden iptal edilebiliyor. Bu da, işini daha bir kurallara uygun halde oynayan takımların lehine bir durum olarak görünüyor. Yalnız, gene bu mekanikleşme öyle bir duruma geliyor ki, gol atılınca eskisi kadar sevinme olamıyor. Çünkü gol olunca verilen tepki “Acaba gol iptal edilebilir mi?” sorusu sebebiyle eskiye göre daha az oluyor. Kontrolden geçen gol iptal edilmeyip verilince, bu kez o eksik olan sevinç tamamlanamıyor ancak futbolcular, sanki gol yeni atılmış da hakem de hemen vermiş gibi sevinince, ortalıkta bekleşmekteyken aniden bir coşku seline kapılmış gibi olup üst üste çıkınca zoraki bir sevinç yumağı oluşuyor ki bunu pek sevmiyorum.

Yani işin içinden seyir zevkini azaltıp, mekanikleşmeye geçtikçe, geçen senenin Liverpool’u gibi bir örnek, Cuma yazısı içinde konuk olabiliyor, yoksa “nerede eski meyvelerin tatları” gibi nerede eski oyunların seyir zevki denebiliyor.

400

398