385 – Cuma ritüelleri


Maça giderken totem haline getirdiğim bir köfte yeme alışkanlığını yazıya döktüm bu kez.

15 Mart 2019

İşe ilk başladığım yıllardaydı. Muhasebede çalışan, zannedersem banka emeklisi bir bayan vardı (ismini hatırlayamadığım için kendisinden özür diliyorum). Sabah 9’da iş başı yaptıktan sonra saat 12’de yemek molası vermeden 10 dakika önce kasadaki paraların önce hesabını yapıp kontrol ettikten sonra tomar yapıp iple bağlar, kasasını kapatır, masasını düzenler, lavaboya gidip ellerini yıkadıktan sonra, kesseniz bir işlem yaptıramazdınız. Bunun için mutlaka saatin 13 olup tekrar işbaşı yapmasını beklemeniz gerekirdi. Bizler, yeni yetmeler, bu duruma hem bozulur hem de esasında dalgamızı geçerdik. Hâlbuki şimdi düşünüyorum da, kadın senelerin getirdiği alışkanlıkla bun ritüelleri yerine getiriyordu ve böylece hata yapma durumunu minimuma indirirmiş.

Bunları niye anlattım, nereye bağlayacağım derseniz, 2 senedir edinmiş olduğum kombine bileti ile Galatasaray’ın maçlarını neredeyse kaçırmadan izlemeye çalışıyorum. Maça gidişimi de, maçın başlama saatine ne kadar kaldığına göre, sadece bir spor müsabakasını seyretmek değil, hem vücudumu biraz daha çalıştırmak adına birkaç durak öncesinden inerek stada doğru yürüyerek giderek biraz havaya girmek hem de maçlara gitmeye başladığım zamanlarda edinmiş olduğum alışkanlıklardan olan maç çevresindeki köftecilerden ekmek arası köfte yemek adımlarını gerçekleştiriyorum. Tabi vaktiyle Saadet Sun’un söylediği “Ol Gözü Kara” şarkısındaki gibi artık olamadığımdan, yenilebilir yerden köfte almayı tercih ediyorum. Bu köfte yeme isteği eskiden beri içimde olsa da, maça ilk gittiğimde seyyar satıcılardan gelen o enfes kokuları içime çeksem de, köftenin menşeini bilemediğimden yeme cesaretini gösterememiştim. Ama etrafta seyyar olmayıp sabit olanları da bir gözden geçirmiştim. Bunlardan en güvenilir olarak, en büyük salona sahip olan Tatlıses Köfte ’ye girdiğimde köfte yapmadıklarını, döner veya çiköfte yiyebileceğim söylenince stada doğru giderken belki de ilk görüşte aşk hesabı içime sinen PALA KÖFTE SALONUNA girdim. Yarım ekmek içerisine kendi spesiyalleri olan eskiden maça geldiğimde yediğim köfteleri andıran PALA KÖFTE’den yiyince hem hoşuma gitti hem de maça girerken içeri sokmanın yasak olduğu bozuk para üretmemek adına ödemeyi kredi kartı ile yapmaya imkân olduğu için avantaj olarak gördüm.

Bir sonraki maçta da Pala’ya uğrayıp köftemi afiyetle mideme indirdim. Şansıma geçtiğimiz sene Galatasaray, müthiş bir iç saha performansı gösteriyordu ve ezeli rakip, ebedi dost Fenerbahçe maçındaki beraberliği saymazsanız kötü deplasman performansına rağmen tüm iç saha maçlarını kazanıp şampiyonluktan kopmamayı başarmıştı. Ben de maç izlerken fanatiklerin totem yapması gibi artık maça gelirken PALA köfteye uğramayı adet haline getirmiştim ve adeta oradan köftemi alarak maça gitmezsem maçın kaybedilebileceği mantığı kafama yerleşmişti. Bu arada önce mekân sahibi ile dost olmuş, kendisinin PALA KÖFTE’nin esas kurucusu olan Pala’nın damadı olduğunu öğrenmiştim. Bunun üzerine eşime bunu anlattığımda, kendisinin benimle evlenmeden önce çalıştığı Seyrantepe Sanayi Mahallesi’nde Pala’dan yemek yediğini hatırladı.

Zamanla Pala Köfte ’de çalışanlarla da dost olmuş, herkes beni kapıda görünce “Oooo, hoş geldiniz” ile başlayan sohbetlere başlamıştık. Bir defasında ise hava bir hayli kötü iken neredeyse maçın başlamasına doğru gittiğimde, birinin yüzü asılır gibi oldu. Bunun sebebinin de kendi aralarında benim maça gelip gelmeyeceğim konusunda iddiaya girdiklerini ve o yüzü asılanın benim gelmeyeceğini söylediğini öğrendim. Artık, dediğim gibi enseye tokat, döte parmak haline gelmiştik ve bana adımla da hitap eder hale gelmişlerdi.

Geçtiğimiz Pazartesi akşamı da maça gitmek üzere evden ayrılıp efsane 500T hattına binip maça giderken her ne kadar maçın başlamasına yarım saatten az kalmış olsa da, yaklaşık 20 dakika süren “Seyrantepe Yolu” durağı ile maç arasını yürümeye karar verdim. Hava kararmaya başlamış ve kaderin ağları örülmeye başlamıştı. Seyrantepe’nin ara sokaklarını tercih ederek trafikten kaçınarak vardığım Pala Köfte ‘de gene hararetle karşılandım. Ama maça da az süre kaldığından köftemi hemen almak üzere kredi kartımı ödemek üzere kasaya uzattığımda Pala’nın damadı eline tereddütle aldığı kredi kartını adeta almak istemez gibi bana baktı ve “Siz bizim iyi bir müşterimizsiniz. Bu köfte bizim size ikramımız olsun” deyince duruma bir mana veremeyip biraz boş olarak bakınca adam bana mekânı kapatmaya karar verdiklerini ve bunun oradan yiyebileceğim son köfte olduğunu üzüntülü gözlerle açıkladı. Şok içerisinde olan ben, soru olarak:

Peki, beni kime emanet edeceksiniz? Bundan sonra nereden yemeliyim?

diye sorunca Ali Sami Yen spor kompleksi  ̶  Türk Telekom Stadyum içerisindeki büfelerden yememi salık verdi. Herhâlde, her ne kadar kapatmaya karar vermiş olsalar da, müşterilerini etraftaki rakiplere kaptırmamayı düşündü diye düşünüyorum. O esnada hazırlanmış olan köfteyi aldığımdan ve maçın başlamasına da bir hayli kısa zaman kalmış olduğundan bu hüzünlü anı da daha fazla uzatmamak adına, kendilerinde yeni hayatlarında başarılar dileyip stadın yolunu tuttum. Elimde yemekte olduğum bu son yarım ekmek Pala Köftenin keyfini çıkartırken aklımda deli sorular belirdi: Bundan sonra maçlara gelirken köftemi nereden yiyecektim? Acaba başka köfteciden alacağım köfteden aynı damak keyfini alabilecek miydim? Ve tabi en önemlisi bir totem haline getirdiğim Pala Köfte ’den yiyerek yarattığım sinerji acaba diğer köftecilerden yediklerimle de tutmaya devam edecek miydi?

Ama son köfte totem işini fazlasıyla yerine getirmişti ve 5-0‘lık bir galibiyetle Pala Köfte’nin kapanmasının şokunu unutmuştum bile.

386

384

Yorum bırakın