383 – Tenis III


25 Ocak 2019

Yine bir Avustralya Açık Tenis turnuvası zamanı geldi ve bana da tenis ile ilgili birkaç kelam etme fırsatı geldi.

Bir tenissever olarak yılda dört kez oynanan ve Eurosport’un da yayıncısı olduğu Grand Şilem turnuvalarının takvim yılı içindeki ilki, normal olarak da sezonun son turnuvası olan Avustralya Açık Tenis turnuvası başladı. Her ne kadar zaman farkından maçlar bizim için sabah saatlerinde oynansa da, televizyondan canlı yayınlanmalarının yanı sıra akşamın geç saatlerinde önemli olanların tekrarı ve özetleri seyretmek sebebiyle uykusuz geceler de başlamış oldu.

Eurosport yorumcuları da ilginç adamlar. Ya anlattıkları konuda çok uzmanlar, ya da yabancı dilleri çok iyi ve kulaklıktan dinledikleri yabancı yorumcuların yorumlarını anlık çevirip konu ile ilgili gayet tatminkâr bilgiler veriyorlar. Ayrıca ortak bir jargonları da yok değil. Özellikle EPİK kelimesini çok kullanıyorlar. Türkçesi EFSANEVİ olan kelimenin nedense epik olan halini kullanmayı çok seviyorlar. Anlatımını yaptıkları mücadelenin olabildiğine ve alabildiğine çekişmeli geçmesi, müthiş hareketlerin yapılması, kazananın son ana kadar belli olmaması en büyük keyifleri. Aldıkları bu keyfi hissettiriyorlar ama hiçbir zaman aşırıya kaçmıyorlar. Bir de, ne kadar garanti gözükürse gözüksün mutlaka açık kapı bırakıyorlar yorumlarında.

Geçen akşam seyrettiğim maç da bunlardan bir tanesiydi. Kadınlar tenisinin en efsane oyuncusu olduğunu zannettiğim, ama seyrederken ne zevk aldığım ne de kazanmasını istediğim Williams kardeşlerin küçüğü Serena (38) ile kendisinden 11 yaş küçük Çekya’dan Karolina Plishkova arasında güzel bir maç vardı. Serena’nın diğer kadın tenisçiler tarafından da sevildiği pek söylenemez. Hem onların karşısındaki müthiş ezici başarısı, 23 kere Grand Şilem kazanması, hem de davranışlarıyla pek sevilmiyor. Benim gözdelerimden olan ama doping yaptığı için ceza aldığından beri takibini bıraktığım Şarapova hanım kitabında kendisinden pek de iyi bahsetmiyormuş. Tabi bunda karşılaştıkları 21 maçın 19’unu kaybetmesinin de rolü büyüktür.

Maça dönersek, ilk seti Plishkova 1 kere servis kırarak aldı. İkinci sette ise karşılıklı birer servis kırdıktan sonra Serena seti alıp durumu eşitledi. Final setinde ise durum iyice değişti. Williams 1-1’den sonra 2 defa servis kırıp 5-1 öne geçti ve 40-30 önde girdiği oyunda MAÇ için attığı servis esnasında ya ayağını burktu ya da bir sorun oldu anlayamadım. Maç servisini kaçırınca dengesi epey bozuldu ve oyunu kaybetti. Ama Serena o kadar güçlü ki, sakatlığına rağmen oynamaya devam etti ve hatta bir Plishkova servis oyununda 3 defa maç için servis karşılamasına karşın onlardan bir tanesini bile çeviremeyince peşpeşe 6 oyun kaybedip final setini 7-5 vererek yarı finale çıkamadı. Eurosport yorumcusu ise önce onca methiyeler düzdüğü Serena’yı bırakıp Plishkova’yı göklere çıkarttı. Tabi 5-1 iken aralık bıraktığı kapıları kullanarak.

Avustralya Açık’tan önceki Grand Şilem turnuvasında Amerika Açık’ta, Osaka isimli genç Japon tenisçi Serena’nın olay çıkartıp hakeme hakaret edince cezalar alıp konsantrasyonunu kaybettiği olaylı maçta şampiyon olmuştu. Bu sene de gene Serena’nın yardımıyla finale çıktı. Çünkü Serena, Plishkova’yı öyle bir yormuş ki, Plishkova’yı yenip finale çıkması çok da zor olmadı.

Geçen seneki Avustralya açık benim için rüya gibiydi. Maçlar başlarken tuttuğum iki isim erkeklerde ve kadınlarda şampiyon oldular. Bay mükemmel olarak adlandırılan İsviçreli Roger Federer, 36 yaşına rağmen, üstelik şansının pek tutmadığı Nadal’ı yenerek şampiyon olmuştu (https://cumayazilari.wordpress.com/ahkam/340-tenis-ii/).

Kadınlarda kazanan Wozniacki’yi de THY için çektiği reklam filmiyle hatırlayacaksınız. (https://www.youtube.com/watch?v=ELEv5idFBEA) Daha önce senelerce küçük turnuvalarda başarılı olup oralardan devşirdiği puanlarla kadın tenisinin 1 numarası olmasına rağmen hiç kazanamadığı Grand Şilem turnuvası şampiyonluğu sebebiyle diğer tenisçilerin hedefi halinde iken ilk kez bir şampiyonluk yaşamıştı. Her iki tenisçi de kazandıktan sonra gözyaşlarını tutamamışlardı.

gameschettmatsBu Grand Şilem turnuvalarında Eurosport’un eski tenis şampiyonu Mats Wilander’e yaptırdığı bir program var. Programın ismi gayet vurucu. Malum maçı kazanırken alınan son puanda hakem “Oyun-Set-Maç şunun” diyerek maçı bitiriyor. THY reklamında da hakem “Game- set and match Wojniyaki” diyerek bitiriyordu reklamı. Mats Wilander’in programının adı da “Game – Set and Mats” idi. Programda yardımcısı gene eski bir tenis oyuncusu: Barbara Schett. Hep onunla program yaptığından programın adında bu sene küçük bir değişiklik yaparak Barbara’yı da onöre edecek şekilde “Game – Schett and Mats” olarak değiştirmiş. İyi de yapmış. Malum Hz. Muhammed’in “İşçinin ücretini alın teri kurumadan önce ödeyiniz.” sözünü yerine getirir gibi ücretin sadece para ile ödenmediği, arada çalışanların gururunu da okşayıcı bir hareket yapmak gerektiğinin en güzel göstergesi. Sonuçta Mats bu isim değişikliğinden bir şey kaybetmedi ama en azından benim gözümde değerini arttırdı. Ben de bu satırlarda ondan bahsedip, naçizane bu satırları okuyan kişilerden bilenlere onu hatırlatıp, bilmeyenlere de tanıtıp insan kazanmasını sağladığımı zannediyorum.

Game_SchettAndMats

384

382

Yorum bırakın