322 – Metro


15 Temmuz 2016

1980’li yılların sonlarında ağırlık ölçme konusunda yaptığımız cihazlara bir de kontrol işlevi ekleyerek dolumu otomatik olarak yapılır hale getirmiştik. Yani kullanıcı bilgisayar ekranına kantar üzerine almak istediği miktarı yazıp “BAŞLAT” dediği anda reçetelerde yazılan miktarlara göre gerekli kapaklar açılıp tam da istenen miktarlarda dolum yapılıyordu. Bu sistemi ilk kurduğumuz yerlerden biri de o zamanlar henüz elektrik mühendis olarak Fadıl Akgündüz’ün çalıştığı İstanbul Yem Fabrikası oldu.

Daha sonra mühendis olarak çalıştığı yerde artık nasıl bir uyanıklık gösterdiyse, yürü ya kulum Fadıl, ya da namı diğer Jet Fadıl önce fabrikayı arazisiyle aldı – veya üzerine geçirdi. Ardından da önce Jet konutlar, Jet-Pa, İmza otomobili ve sonunda da haremlik-selamlık Maldiv adaları derken şimdilerde dört duvar arasında, üstelik mağdur ettiği bir savcı tarafından hapishane kantinine yatırmış olduğu paralara haciz konduğu için el elde baş başta kalıvermiş.

Konumuza yani İstanbul Yem Fabrikasına geri dönersek, mekanik ibreli bir göstergeye bakarak çalışan görevliler reçetenin isteği değerlerde ellerindeki butonlara basıp bırakarak sıradaki malzemeyi kantar kefesine indiriyorlardı. İbreli göstergeler bakmak kolaydır, aynı mekanik saatlere bakmak gibi. Okun olduğu yer kafada bir imaj oluşturmuş olduğu için siz değeri yaklaşık olarak bir bakışta anlayabilirsiniz. Ancak yeni sayısal yani dijital göstergelerde sayıları yorumlamak gerekir.

Biz önce kantarı değiştirip ibreli kısmı atıp cihazı yerleştirince artık emeklilik yaşları yaklaşmış olan elemanlar önce biraz direnç gösterdiler ancak emir yani alım yukarıdan geldiği için yapacak bir şey yoktu razı oldular. Yalnız işi manuel yaptıkları için ellerindeki reçeteleri toplamları alarak yeniden oluşturup ek kefede üst üste alınan malzemenin toplamını bilmeleri gerekiyordu. Yeni dijital kantara alıştırdıktan sonraki iş panoya bir bilgisayar yerleştirmek oldu. Bilgisayarda koşan program reçeteleri kaydediyor ve adamların elle açtıkları kontaklara çıkış vererek dolumu otomatik olarak yapıyordu. İşte bu bardağı taşıran damla oldu. Bu sistemin gelmesi ile işlerinden olacaklarını zanneden olgun yaştaki personel bu sistemin burada çalışmayacağını, gene manuel olarak kontrolü kendilerinin yapmalarının gerekeceğini iddia ettiler. Adamların direncini kırmak biraz zor oldu çünkü daha evvel bilgisayar ismini bile duymamış adamlara bilgisayarı açıp programı çalıştırtmak ve reçeteyi seçip işlemi başlatmak deveye hendek atlatmakla eş değerdeydi ama azimli farenin deldiği taş misali adamları eğittik. Burada sıçan yerine fare kullanılarak def-i hacetti yapanın değil de hayvanın azmetmesi ile taş deldiğini belirtmek istedim.

Yaklaşık bir hafta sonra bir arıza ihbarı ile fabrikaya gittiğimizde sistemin bir sigorta atması sonucu çalışamadığını gördük ama daha fabrikadan içeri girer girmez daha bir hafta önce “bu sistem burada çalışmaz” diyen adamların “yandık, bittik. Çalışmazsa ne yaparız?” sorularıyla karşılaştık. Yani kolayı görüp daha önce yapılmaz denen şeylerin insanı nasıl da kendisine bağımlı hale getiriyordu.

Mesela kim 15 sen önce insanların cep telefonları ile internete girebileceğini, cep telefonu bozulan bir ergenin nasıl bunalıma girebileceğini, evinde Wi-Fi olmamasının veya adil kullanım kotası aşıldığı için yavaşlayan internetin sıkıntısını yaşayacağını düşünebilirdi ki?

Hâlbuki daha yirminci yüzyılın son 15-20 senesinde evlerimizde planlı kesinti sebebiyle mum veya gazlı lamba etrafında birbirimizle, kesintiden dolayı çok da şikâyet etmeden, tevekkülle bekleşirdik. Aynı tevekkülü büyük şehirlerde toplu taşıma sistemlerinde de gösterirdik. Daha yüz sene önce gelişmiş ülkelerin, her ne kadar insanları toprak altına itip köstebekleştirdiği, ama büyük metropolün olmazsa olmazı metro sistemini yürürlüğe sokarken bizde hala daha otobüs ve onların girdiği trafik kuyruklarında sefil olurduk. Her işte olduğu gibi “Türk gibi başlayıp Türk gibi bitirmek” işini bu metro ulaşımında da gösteriyoruz. Tarihin ilk metrosu olarak kabul edilen Karaköy-Tünel metrosundan sonra yer altına hiç inmeyen İstanbul’da son yıllardaki atılımlarla arayı kapatmaya çalışıyoruz.

İşime gelip giderken kullandığım metroda gördüklerim ise beni çokça şaşırtıyor. Açıldığı günden itibaren, halkımız yürüyen merdivenlerde sağ tarafı beklemek, sol tarafı ise yürüyerek gitmek isteyenlere bırakıyor. Arada sol tarafta bekleyenler oluyor ancak onlar da ya yanlarındaki yakınları tarafından uyarılıyor, ya da “bu işte bir iş var” hesabı diğerlerinden görüp kenara çekiliyorlar. Herşeye rağmen çekilmeyenlere ise yapacak veya söyleyecek bir şey yok. Sol kenarda bekleyerek yukarı çıkanlar ise iki yürüyen merdiven arasında hizalarını ve sıralarını hiç bozmadan aynı sıralarını kullanarak tek sıra halinde yürümeye devam ediyorlar ki ben bunu yurtdışında bile göremedim.

Bir de geçenlerde rastladığım bir durum vardı ki şaşkınlık içinde kaldım. İş giriş – çıkış saatleri haricinde metroya bisiklet ile binmek serbest. İşte böyle saatlerde, nedense kalabalık henüz azalmamışken bisikleti ile, üstelik de boyuna göre bir hayli büyük bir bisiklet ile şortlu bir kız metroya sığmayı başardı. Tam benim ayakta dikildiğim (henüz bana amca denilip yer verilmediği sıralarda (bakınız [https://cumayazilari.wordpress.com/hakkinda/314-bana-amca-dediler/ ]) önlerinde durduğum ve kıyafetlerinden sanki köyden henüz gelmiş halleri ile iki amca önce kızı şöyle bir süzdüler. Ardından kızın elinde duran bisiklete, biraz da kızarmış gibi baktılar. Derken aralarında konuşmaya başladılar. İçimden “Tamam” dedim. “Şimdi kıza söylenip duracaklar”. Ama daha yaşlıca olan diğerine yurtdışında insanların hep bisiklet kullandıklarını, bizim de hava kirliliğine önlem olarak araba kullanmak yerine bisiklet kullanımını arttırmamız gerektiğini belirtti. Diğeri de hem bunları hiç itiraz etmeden kabul etti, hem de “karbon ayak izimizi azaltmamız” konusunda görüş belirtti.

Bir de nedense araçlara binişte sıra oluşturmakta ve esas önemlisi inenlere öncelik vermede hala daha sıkıntı yaşamaktayız. Ara duraklarda içeride oturacak yer olmadığından binecek olanlar inenlerin inmesine müsaade edip ondan sonra araçlara biniyor olsalar da Kadıköy’de araç boşalıp oturma yerleri de binenlere göre kısıtlı olduğunda daha inecekler inmeden dışarıdan bir bastırıyorlar ki inanılmaz. Eğer ineceksem ve kapının önünde duruyorsam, ortada tüm görkemimle bir duruş duruyorum ki onlar binemedikleri gibi araçtakiler de inemiyorlar. Ancak o sıradaki bakışım ve duruşum sebebiyle binmeye çalışanlar geri çekilmek zorunda kalıyorlar. Böylece vagon da rahatça boşalıyor.

Eskiden cep telefonları olmadığından ve walkman kullanımı da fazla gelişmediğinden sokakta müzik dinleyen pek olmazdı ancak şimdi cep telefonuna taktıkları kulaklıklar sebebiyle bir de oturmuşlarsa uyuma durumlarını alanlar eskiden olduğu gibi yaşlılara ve kadınlara pek yer vermez oldular. Bir tek bana yer veren o dümbük dışında.

321

323