321 – Biz bitti demeden bitmez


24 Haziran 2016

Futbolda katıldığımız Dünya Kupası ve Avrupa Kupası maçlarında ister elemelerde olsun ister turnuvalarda inanılmaz şeyler yapıyoruz. Bazen en olmadık takımlara acayip maçlar kaybediyoruz bazen de bir bakıyorsunuz olamaz denileni yapıp inanılmaz işler beceriyoruz.

Bunun en müthiş örneğini 2008 Avrupa Kupasında Milli takımımız gerçekleştirmişti. Önce bir son saniye golü ile ev sahibi İsviçre’yi yendik. Ardından Çek’lerle öyle bir maç yaptık ki o zamanların en iyi kalecilerinden biri olan Cech’e 3 gol birden attık hem de son ikisi son beş dakikada.

Petr Cech, futbolu sevmeyenlerin bile dikkatini çekmiştir. Seneler önce bir maçta kafasına gelen bir tekme ile kafatası çatladığı için o zamandan beri kafasında ilginç bir maske ile oynar. Üzerine giydiği genellikle sarı kazağı ve kafa maskı ile ilginç bir görüntü sunarken seyircilerden de aynı kazak ve maskı takanlar maçlar esnasında resim seçiciler tarafından ekrana yansıtılıyor.

Çok iyi bir kaleci olduğundan 9 senedir bu maskı giyerek hala daha da milli takımın da kalesini koruduğundan şüphe olmayan bu adamın Türklerden çektiğini başka hiçbir şeyden çekmemiştir. Ata Demirer’in şovunda Fatih Terim ile göz göze geldiği için eline gelen topu kaçırdığı ve bu sebeple golü yediği anlatılır.

(Ata Demirer Fatih terim Taklidi)

Çekleri yenip çeyrek finale çıkınca bu kez rakibimiz Hırvatlardı. Heyecansız geçen bu maçın normal süresi golsüz bitti. Uzatmalar da golsüz bitecek derken olmayacak bir hata ile son dakikada golü yeyince ne olduğumuz şaşırmıştık. Kendimizi penaltı atışlarına hazırlarken yenen bu gol Hırvatları mutlu ederken o zamanlar 70 olan milyonu üzüntüye boğmuştu. Ama ne olduysa oldu, ibiği ibiğine denk gelip uzatmanın uzatmasında golü bulduk. Tabi bu moralle penaltı atışlarında 4 atışından sadece 1 tanesini atabilen Hırvatları eledik. Peşinden karşılaştığımız Almanya bize şans tanımadı ama İsviçreliler, Çekler ve Hırvatları son dakikalarda bitirmenin keyfi bize yetti.

Bu seneki Avrupa Kupası elemeleri ise tam dokuz ayın çarşambasının bir araya geldiği bir durum oldu. Grubun ilk maçlarında peşpeşe mağlubiyetler alınınca kurtarıcı olarak Galatasaray’dan kopartılarak “Türkiye Futbol Direktörü” gibi şaşaalı bir unvanla başa gelen Fatih Terim’in de ilk başlarda abuk sonuçlar alması üzerine darağaçları kurulmaya başlamıştı ki son 3 maçta, önce Hollanda’yı yenerek başlayan maraton son maçın son saniyesinde gelen golle inanılmaz bir şekilde taçlandı. 3 maç kala hiçbir hedefimiz kalmamışken son maç esnasında olabilecek 7 şartın yedisi birden gerçekleşince, üstelik de doğrudan finallere gitmeye hak kazandık. Tabi 80 milyon sevince boğuldu. Bu arada zaten şişkin olan egolar bendine sığmayıp taşınca her ne kadar insanlar sevindilerse de bir fırsat olsa da şunların burnu sürtse demeye başladılar.

Bu durumdan en mutlu olanlar pek tabii ki sponsorlar oldu. Hemen popüler şarkılara yeni sözler yazılarak reklamlarda çalınmaya başladı. En önemli özlü söz de “Biz bitti demeden bitmez” oldu. Reklamlarda başta Arda Turan ve Fatih Terim olmak üzere milliler boy göstermeye başlayınca insanlarda bir bıkkınlık oluştu.

Bu arada belki de turnuvanın en sıkı rakipleriyle oynayacak olmamız göz ardı ediliyordu. İspanya eski şampiyon, Hırvatlar bağımsızlıktan sonra tüm turnuvalara katılıp hepsinde (bize karşı hariç) başarılı olmuş bir takımdı. Çekler ise bize her zaman üstünlük kuran (2008 hariç) bir takımdı. İlk 2 maçta hem rakiplerin çok iyi olması ve oynaması ve bizimkilerin “nasıl olsa allem eder, kallem eder hallederiz” diyerek ruhsuzca, mücadele etmeden oynamamız insanları galeyana getirdi. Ama bir üçüncü maç vardı ki, poposuna neft yağı sürülmüş gibi oynadık ve Çekleri gene ihtiyacımız olan 2 farklı bir şekilde yenip eski havamıza ulaştık. Tabi hemen ağızlara “Biz bitti demeden bitmez” lafı yerleşti. Ama gene mutlu sona ulaşmak için el şeyine ihtiyacımız vardı. Biz maçlarımızı tamamlamıştık ama diğer grup maçlarının tamamlanmasından sonra durum netleşecekti. Bizi umuda götüren şey rakiplerimizden iki tanesinin, İtalya gibi eski şampiyon ve Belçika gibi nereden çıktığı belli olmayan ama gizli favori takımlarla oynayacağı idi. Belçika gerekeni yapıp İsveç’i yendi ama İtalya tam bir Akdenizli rahatlığı ile çıktığı maçı son 5 dakikada yediği golle kaybedince bizimkilere de bavullarını toplamak kaldı. Bu arada bizim lafı “İrlanda bitti demeden bitmez” şeklinde çevirdiler.

Ah şu İrlandalı Brady şu golü atmayaydı da acaba şişen egolarımız La Fontaine’in ineğe öykünen kurbağanın patlaması gibi olur muydu acaba diye sorgulamıyor değilim. Bu konu ile ilgili http://www.siirvehikaye.com/okuz-olmak-isteyen-kurbaga_215.html adresi

ya da farklı bir son ile biten

http://blog.milliyet.com.tr/kurbaga-ile-inegin-hikayesi/Blog/?BlogNo=172491 adresi ziyaret edilebilir.

(aşağıya da metinleri kopyaladım.)

Önceki yazı 320 – Cuma boksörleri

320

322

La Fontaine Masalları ve Hikâyeleri – Öküz Olmak İsteyen Kurbağa

Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde öküz olmak isteyen bir kurbağa çıkmış karşımıza:
Kurbağa bir öküz görmüş çayırda, o kadar hoşlanmış ki, bayılmış boyuna posuna. Kendisine baksanız, boyu yumurta kadar ama kurbağa bu anlamaz ki, ille de öküze benzeyecek. Öküze bakmış kabarmış, kabardıkça şişmiş. Ikınmış, sıkınmış, gerilmiş. Bir görseniz gerginlikten nefes alamayacak hale gelmiş. Eşine sormuş:
– Nasıl hanim öküz kadar oldum mu?
Hanimi şöyle bir sağdan bakmış, bir de soldan:
– Nerdeee? demiş.
Kurbağa daha bir hırslanmış
– Al öyleyse demiş. Simdi nasılım. Bunu söylemiş ya, iyice şişmiş.

Hanım gülmüş:
– Vazgeç bu sevdadan demiş.
Bizimki iyice hiddetlenmiş.
-Sen dur hele bakalım demiş. Şişmiş, bir daha, biraz daha. Biraz daha sismiş. Derken çat diye çatlamış.

İşte böyle çocuklar, dünya böyle sersemlerle dolu: Her bakkal illa han hamam yaptıracak, her küçük çobanın uşakları olacak, herkes kendinde olmayana böyle hayran hayran bakacak. Ondan sonrada çat diye çatlayacak.

ALTERNATİF                        Kurbağa ile ineğin hikâyesi (Bilge bir kurbağa bu!)

Bu masalda kurbağa su içmeye dereye gelir, bir de ne görsün! İnek salına salına yürüyor, eğilerek su içiyor. Kurbağa bir kendine bakmış, bir de ineğe. Demiş ki -” Ne kadar alımlı ve güçlü görünüyor, ben de onun gibi olmak istiyorum” . Kararını vermiş, “evet tıpkı onun gibi olmalı.”..

Başlamış kendini şişirmeye, şişirmiş, şişirmiş, şişirmiş…

Kurbağa o kadar şişmiş ki, artık gözleri bile görmez olmuş, ama yetinmemiş, o alımlı inek gibi olmaya karar vermiş bir kere. Olmadığı bir forma girme çabası ne yazık ki kurbağanın sonu olmuş!

Bu hikâye aslında kurbağanın iyice bilinçlenip, düşünüp şöyle bir karar almasıyla tamamen değişiyor. Kurbağa öğrenmeye, düşünmeye, sorgulamaya, gözlemlemeye, sürekli farklı deneyler yapmaya başlamış…

Gel zaman git zaman kurbağa öyle bir gelişim içine girmiş ki, bilge bir kurbağa haline dönüşmüş.

Arkadaşlarına, dostlarına, çevresine öyle yararlı işler yapmaya, onlara gelişim ve dönüşümün nasıl mucizeler yarattığını aktaran konuşmalar yapmaya başlamış Tüm çevre artık kurbağanın seminerlerine gitmeye, onun sözlerini örnek almaya başlamışlar. İnekler kurbağa ile görüşmek, ona danışmak, ondan feyz alabilmek için ne yapacaklarını bilemez hale gelmişler.

Kurbağa aslında imrendiği, özendiği, olmak istediği her şeyi özünde bulma özgürlüğüne kavuşmuş.

Hayran olduğu inekler, karşısında titreyerek, bilge kurbağanın sözleriyle kendilerinden geçer olmuşlar.

Öyle bir bilge haline gelelim ki başkalarına özenmek yerine, kendimizi öldürene kadar hırpalamak yerine, kişisel gelişimimize, özümüze dönelim.

Öyle bir kurbağa ol ki, inekler danışmaya gelsin.

Kendimize değer verip, aslında kimseye özenmememiz gerektiğini, asıl cevherin dışarıda değil, içimizde olduğunu bilelim.

Yorum bırakın