032 – Cuma yarışları


30 Ağustos 2007

Artık klasikleşen bir olay oldu “Yıldız Gaz Kupası Yat yarışları”. Son zamanlarda artık kurumsallaşmaya çalışan şirketlerin “şirket içi eğitim” olayı çerçevesinde artık kurumsallaşma yolunda bir hayli yol kat eden Esit’in önce Genel Koordinatörümüz kaptanlığında imalat ve satış müdürleri (toplam 4 kişi) ile başlayan ve Eylül ayı başlarında Bodrum’da gerçekleşen yat yarışlarına gitmek artık hem bir alışkanlık hem de bir görev halini aldı.

Patronlarımızın 14 metre uzunluğundaki teknesi, TİGRİS, tüm sene Bodrum Marina’da durmakta. Yarış sezonu başladığında da patronumuz çeşitli arkadaş, akraba ve dost grupları ile bu yarışlara katılmakta. Yıldız Gaz Armatürleri firmasının sponsorluğunda Eylül ayı ilk haftasında gerçekleştirilen yarışlar ise artık bizim birer yarışsever olarak katıldığımız bir organizasyon oldu.

Biz ilk yarışımıza Cuma akşamı Bodrum uçağında son dakikada yer bularak katılmıştık. Yarışa gitmeden evvel bizlere dağıtılan ve ufak tefek yelkencilik, denizcilik ve meteoroloji bilgileri içeren dosyanın ilk birkaç sayfasını okuduktan sonra “Bunlar teorik olarak bana bir şey ifade etmiyor, bunları pratik daha iyi anlarım” diyerek pas geçtiğimden ilk yarıştan bu yana beraber olduğumuz Macit ve Vehbi beylerin o günden bu yana yarış öncesi, esnası ve sonrasında kullanmalarına karşın ben hala öğrenebilmiş değilim. Apaz, Orsa seyri, trim yapmak bana hala çok şey ifade etmiyor. “Yelkeni açar gidersin arkadaş.” Yok “tüyler pırpır edecek”, yok “bizim tekne apaz’da daha iyiymiş” ben anlamıyorum. Kaptan “yelken açılacak” derse yelkeni açarım, “yerler silinecek” derse silerim, “Bumba” alarmını alınca da kafaya yelken direğini yememek için tekne sahanlığına sinerim. Yani kafamı yeni ve muhtemelen ileride işime yaramayacağına bildiğim şeylerle doldurmak yerine, güzel temiz hava almak, Akdeniz’den gelen taze iyot kokusunu ciğerlerime çekmek, (Bodrum’a gidenlere şiddetle tavsiye edeceğim) Sünger Pizza restoranında şahane Balık çorbamı içmek, evden eşimden ve çocuklarımdan uzakta olmayı unutturacak alkol alımı yapıp hafiften kafayı bulmak ve işten uzak olduğum o esnalarda olabildiğince beynimi değil de kaslarımı çalıştırmak benim için daha önemli oluyor.

İlk yarışta 4 kişilik Esit ekibinin yanı sıra Serhat Bey’in kaptan bir arkadaşı ve onun iki yeğeni ile mürettebat tamamlanmıştı. İki kaptan tecrübeli ama tayfalar tecrübesiz olunca iki günlük yarışın son etabına girmek üzere iken ilk ve en önemli dersimi almıştım ama bu dersin sonunda kaptanımız ve tekne sahibimizi suya düşürüp yarıştan çekilmek zorunda kalmıştık. Sonunda kaptanı suya düşüren olayın başında rüzgarsız kalmış ve yelkene daha fazla hava dolabilmesi için harici bir direği yelkenin ucuna bağlamış, ama çözülmemesi için biraz da sağlam olsun diye gemici düğümüyle değil de kör düğümle bağlayınca rüzgar çıkıp da tekrar yerlerimizi almaya çalıştığımızda acele ve telaşla ipi çözmekte geç kalmıştık. Bu gecikmede bize yardımcı olmaya gelen Serhat Bey, son anda çözülen ve elimizde bir bomba halini almış olan direği “Benden uzak, Mısır’a sultan” hesabı savurduğumuzda yanlış zamanda yanlış yerde olmasının bedelini direkle beraber Bodrum’un ıslak, serin, derin ve çırpıntılı sularına girmekle ödemişti.

İkinci yarışımız ne yazıktır ki, rüzgarsızlıktan iptal edilince sadece bir gezi yapmış olarak evlerimize geri dönmüştük.

Üçüncü yarışla beraber hem şansımız döndü hem de ödüllerimize ödül katmaya başladık. Bu yarışta artık tecrübeli ilan edildiğimiz için Destek ve Gezi sınıflarından Yarış sınıfına terfi ettik. Sınıfımızda üç tekne olmasının semeresini de üç sene üçüncülüğü elde ederek kupa ve madalya almakla gördük.

Öncelikle yarışlar hakkında biraz bilgi vermeliyim. Yarışa esasen sınıfına bakılmaksızın tüm tekneler aynı anda başlıyor. Yarış sabahı verilen brifingde söylenen rota izleniyor. Gerekli güzergah yarışı terk etmeyen her tekne tarafından gerçekleştirildiğinde sona eriyor. Bodrum’da yaşayan artık Türkleşmiş bir Hollanda’lının inanılmaz bir sabırla hakem teknesi içerisinde saatler boyu oturup tüm teknelerin geçiş zamanlarını kaydetmesi ise sebat ile kayaların bile parçalanabileceğinin en güzel göstergesi. Tüm teknelerin zamanları saniye bazında oluşturuluyor, daha sonra bunlar teknelerin kalite, özellik, yelken durumu ve boyutu, teknenin kilosu gibi değerleri kullanılarak elde edilen katsayılarla çarpıldıktan sonra sıralama yeni çıkan değerler üzerinden yapılıyor. Bizim yarışlarda her seferinde birinci olan Uzma ve Serena gibi katıldıkları tüm yarışlarda hep ilk finişi gören yatlar, Handikap katsayıları çok yüksek olması dolayısıyla hiçbir zaman birinci olamıyor. Yeni değerler sonrasında da her klasman grubunun ilk üç teknesine ödül ve madalya veriliyor. Genellikle aynı tekneler ve aynı mürettebat yarıştığı halde ödüllenme töreni olabildiğince ve alabildiğince ciddiye alınıyor. İşte son seneye kadar bizim kategoride hep üç tekne olduğundan hep ödül aldık. Soranlara yarışa katılan tüm kategorilerdeki tekne sayısını söyleyip daha sonra da üçüncü olduğumuzu belirterek gururlanıyorduk ama son yarışımızda kategorilere tekneler eşit sayıda ayrılınca kendi grubumuzda 8 tekne arasında yedinci olabildik.

Serhat Bey’e göre amatör olan yarışçı grubumuz, kendisinin başında yer aldığı gruplar içerisinde en aktif ve komutlara en hızlı cevap veren imiş. Tekne yarışlarında rüzgarın geliş yönüne göre zikzaklar çizerek gitmek gerektiğinden bu dönüşler esnasında teknenin hızını en az kesebilmek için yelkenin yönünü çok seri bir şekilde değiştirmek gerekiyor. Tiramola olarak adlandırılan bu işlem “Tiramola atılacak” komutu ile başlayıp mürettebatın hemen yerlerine geçmek ve olabildiğince anında ve uyumlu bir şekilde çalışması ile tamamlanıyor. Serhat Bey, eşi ve komşuları ile katıldığı yarışlarda yarış esnasında kahve içmek, söyleşmek gibi şeyler yapmakla ilgilendiklerinden “Tiramola” komutu üzerine “Gene mi?”, “Daha yeni yapmamış mıydık?” gibi alabildiğine sportmence davranmaları bizi tabiidir ki onlarla kıyaslandığımızda daha yukarılara çıkartıyor. Ne de olsa emir patrondan geliyor. Adamı bu sebepten üzüp daha sonrası için kinlendirmeye hiç gerek yok.

Enteresan anılarımdan ikisi nedense her iki seferinde de Sefa ile yaşadığım anlar olmuştu. Gene bir rüzgarsız durumda yelkeni açmak üzere tekne kenarına gerilmiş çelik halata her iki tarafından tutunarak (yani birimiz sağ diğeri sol eliyle halata tutunarak) tekne dışına doğru eğilip yelkeni daha fazla rüzgar alacak şekilde açmamızın peşinden daha doğrulmaya fırsat bulamadan rüzgarlı bir mevkiye ulaştığımızda ana yelkeni de açarak hız alan tekneden düşmemek için boşta kalan ellerimizle anında birbirimize sarılarak düşmekten kurtulmuş ancak kucak kucağa olan bu durumumuz yüzünden bizi seyreden diğer mürettebat arkadaşlarımızın alaycı bakışlarına maruz kalmıştık.

Bu arada “Balık Çorbasını” tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum. Marina karşısı “Sünger Pizza”da!

Sonraki yazı 043 – Şehir hatları

31

33

Yorum bırakın