307 – Meteoroloji


  30 Ocak 2015

Geçtiğimiz haftalarda sıkı soğuk yedik. Allahtan Sayın Valimiz eskiden Erzurum valiliği yapmadığından İstanbul’daki ana, ilk ve orta öğretimde okuyanlar 3 gün boyunca evde oturup o soğukta yollarda sefil olmadılar. Yalnız Valiliğin gerektirdiği ve hemen tatil kararı vermenin hafiflik sayılacağını düşünmüş olmalılar ki, bir türlü “Yarın İstanbul’da okullar tatil” diye duyuramadılar. Çocukların “Vali Vasip Amcalarının” Twitter’da 11 bin olan takipçi sayısı, tatil ilan edilen ilk günün gecesi “Ertesi gün de tatil olacak mı?” diye bekleyen lise öğrencilerinin takip etmeleri ile 50 binleri görmüştü. Ardından “Perşembe günü de tatil olacak mı?” diye tatil beklenirken de 200 bin seviyesini tartmıştı (borsa haberlerine öykünülmüş bir tabir). Şu anda da 285 bin takipçide ama hava da artık ertesi gün tatil olacak mı diye beklenecek kıvamda değil.

Aynı günlerde internette en sevdiğim sitelerden olan www.zaytung.com sitesinde yer alan “Meteoroloji Geri Adım Atmıyor: ”Allah belamızı versin çok pis kar yağacak”” şeklindeki haberde de “master piece” diyebileceğim bir yazıya yer vermişler. Yazının içinde geçen “Liselilerden Meteorolojiye tam destek…” kısmı ise müthiş. (yazının tamamı http://www.zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=270138 adresinden okunabilir).

Hani hep yaşanan olaylardan fazlası daha öncelerde yaşanılmış da “bu da bir şey miymiş” durumu vardır ya, şimdi 3 gün kar tatili oldu ama daha soğuklarını eskiden yaşamıştık. 1987 kışıydı. Askerlik görevimi İstanbul Çubuklu’da o zamana kadar her TRT 23.00 haberleri sonrası adını duyduğum Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesinde yapıyordum. Şubat sonu gibi bir soğuk geldi ki o zamandan beri Balkanlardan gelen soğuk hava dalgalarına saygım sonsuzdur. İkişer saat olan asker nöbetleri yarımşar saate inmişti. Tabi bu işten en çok nöbetçi çavuşları etkileniyordu. Bir grup yeni nöbetçiyi görev yerlerine götürüp eskilerini alıp da yerine döndüğünde yeni grubu hazırlayıp bir sonraki nöbete çıkarması gerekiyordu.

Ben de diğer askerlik görevini asteğmen olarak yapan üniversite mezunları gibi Nöbetçi Subayı görevini 24 saatlik olarak tutuyordum. Bu nöbetlerden biri Pazar gününe denk gelmişti ama dışarıda fena bir kar yağışı vardı ve ana arterler hariç yollar bile kapalıydı. Pazar sabah 9’da Çubuklu’da olmam gerektiğinden 7.30 gibi evden çıkmıştım ama her zaman kullandığım “15F Kadıköy – Beykoz Ortaçeşme” otobüsü kar sebebiyle iptal edilmişti. O zaman yapmam gereken Üsküdar üzerinden aktarma yaparak gitmek oldu. Nasıl oldu bilmiyorum ama Üsküdar otobüsü bir şekilde Kadıköy’den hareket etti. Her zaman tercih ettiğim 12 numaralı hat Karacaahmet’i geçtikten sonra Çiçekçi ve peşinden Doğancılar yokuşundan inerek Üsküdar’a, benzer hattı olan 12A otobüslerine göre daha hızlı giderdi. Ve şansıma 12A değil de 12 hattı beklemekteydi durakta. Kapıağası’na gelene kadar çok bir sorun yoktu ama Çiçekçi durağını geçtikten sonra durum biraz tedirgin edici hal almaya başladı. Hem dışarıda tipi artmış hem de yol artık iyice kar tutmaya başlamıştı. Doğancılar Yokuşuna varamadan da otobüs artık gidemez duruma geldi. Otobüsten inip yürüyerek, buna yürüyerek mi denir yoksa kayarak daha doğru bir tabir olur mu bilemem, ama önce yokuşu neyse ki bir sorun yaşamadan indim. Üzerimde siyah denizci üniforması ve paltosu ile soğuk vız geliyordu ama esen şiddetli rüzgardan tepemde şapkayı tutmak ve tipi sebebiyle gözlüğüme gelen karlardan önümü görmekte zorlanıyordum. Elimde vazgeçilmez aksesuarım olan Bond çantam da işe tuz biber ekmiyor değildi. Yokuş bitiminde Üsküdar düzlüğüne vardıktan sonra İskele Meydanına inmek çok da zor olmadı ama etrafın ıssızlığı beni biraz ürkütüyordu. Meydana vardığımda etrafta hiç otobüs olmayışı sebebiyle Hat Amirliğine gidip durumun ne olacağını sordum. Adam bana Üsküdar Meydanının Beykoz yönüne göre daha iyi durumda olduğunu dolayısıyla yakında herhangi bir otobüsün yola çıkma ihtimalinin olmadığını belirtti. Zaten ortada otobüs yoktu ki sefer olabilsin. Aklıma birliği arayıp yolda olduğumu ama ulaşımımı sağlayabilecek araç bulamadığımı bildirmek geldi. Sağ olsun hat amiri benim de devlet görevlisi olduğumu görüp amirlikteki telefonu kullanmamı sağladı. Gelemeyeceğimi bildirdiğimde Cumartesi sabahı nöbeti devralmış ve Pazar sabahı devredecek olan grubun 1 gün daha devam etmek durumunda olduklarını çünkü onların da Çubuklu’dan ayrılma imkânlarının olmadığını öğrendim. Bu durumda eve dönmem gerekiyordu ama nasıl dönecektim ki. Geldiğim yoldan, Doğancılar Yokuşunu tırmanarak Selimiye orduevinin önüne kadar geldim. Ama burada fark ettim ki Belediye Altunizade’den Kadıköy’e ulaşan yolu tuzlayıp açmış ve asfalt üzerinde kar yoktu. Köprüden gelen otobüslerden birine atlayıp eve vardım ama yaklaşık 2 saat karda cebelleşmiş olmaktan ısınmam biraz zaman aldı.

Beni nöbet yerime bile ulaştırmayan o kar yağışı her nasılsa durdu ve ben eve vardıktan sonra açan güneşle beraber yerini gene Balkanlardan gelen ılık ve yağışlı havaya bıraktı (bu kısım mecburen biraz meteorolojik bir terimle bitirilmeliydi) ve peşinden de kar eriyip gitti.

Askerlik ve kar deyince aklıma kısa dönem olarak askerliğini Burdur’da yapan arkadaşım Fuad’ı ziyarete gidişimiz geldi. Bir Cuma akşamı İstanbul’dan yola çıkarken İstanbul’da hiç olmayan kar bizi Bozüyük civarlarında yakaladı. Yeni yağmış olan kar öyle bir tozuyordu ki, karayolu üzerinde sanki bir bulut varmış gibiydi. Şehirlerarası yollarda kamyon ve Tır trafiğini sevmesem de orada ardına takıldığım bir Tır’ın peşinden Kütahya’ya varmış, orada akşam bir otelde kaldıktan sonra cumartesi sabahı erkenden yola çıkıp Burdur’a varmıştık. Nihan Yengemin eşi olması vasfıyla sorumluluğu üzerine alıp Birliğinden izin aldığımız Fuad ile kenarları buz tutmuş Burdur Gölü etrafında gezerken bile Üsküdar’da nöbete giderken hissettiğim soğuğu hissetmemiştim.

Önceki yazı 306 – Basiret

sonraki yazı 308 – Tezahürat
BFF_2Burdur Hatırası

306

308

1 comments

  1. Üstadın bahsettiği 1987 Mart’ı, hayatımda yaşadığım en yoğun ve şiddetli kıştır. Çocukluk ve gençlik çağlarını Erzurum’da geçirmiş biri olarak, onbeş gün boyunca kesintisiz kar yağışına ilk defa şahit oluyordum. Etiler civarında, park halindeki bazı otomobillerin tamamen kar altında kalıp görünmez hale gelmeleri, yol kenarına kürenmiş karların üzerinden yürürken yoldan geçmekte olan belediye otobüslerinin tavanlarını görebilmemiz, aşırı kar yükünü taşıyamayan ağaçların köklerinden sökülerek devrilmeleri, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’ndeki futbol sahasında (şimdiki yeşillik alan) insanların yürüyerek oluşturduğu bel hizası derinliğindeki labirent misali dehlizlerde yürürken, nereye gideceğinizi kestiremediğinizden yurdu hedef alıp kantine vasıl olmanız, hep o günlere ait enteresan hatıralarımızdı.

    Daha enteresan bir hatıram ise, yurttaki oda arkadaşlarımdan birinin, o yoğun kış günlerinden birinde, hafta sonunu İstanbul’da yaşayan ablasında geçirme isteğiydi. Kendisini, yurtta hayatın çok rahat olduğunu, üstadın yukarıda anlattığı trafik sıkıntılarını yaşamaması için bu işe kalkışmaması yönünde uyardım. Fakat beni dinlemedi ve bir Cuma günü öğleden sonra yola çıktı. İki saat sonra kös kös geri döndü. Hisarüstü’nden bindiği otobüs, bu iki saatlik süre içinde sadece bugünkü Dünya Göz Hastanesi civarlarına gidebilmiş, arkadaşım orada artık otobüsü terk edip yürüyerek geri dönmüştü. Ben zafer kazanmış bir komutan edasıyla, kendisine uyarımı hatırlattığımda, mahcub bir şekilde hak vermişti.

    Ertesi sabah (Cumartesi) uyandığımda bir de baktım bizimki harıl harıl giyiniyor. “Hayrola?” dedim, “Ablama.” dedi. “Dünden ders almadın galiba.” deyince, “Bugün trafik yoğunlaşmadan çıkacağım, elbette giderim.” cevabını verdi. Ben gidemeyeceğini ön görsem de fazla müdahale etmeyip, kendi tecrübe etmesine imkân tanıdım. Tam da tahmin ettiğim gibi, yaklaşık üç saat sonra bizimki gene kös kös geri döndü. Üstelik otobüste geçirdiği süre bir saat de artmasına rağmen, bu sefer sadece Uçaksavar kavşağına kadar gidebilmişti. Yalnız şu anlattığı şeye hâlâ gülerim:

    -“Bugün bindiğim halk otobüsü şoförü çok enteresan bir şekilde para kazandı. İnsanlar önden biniyor; sıkılanlar, yaklaşık yarım saat sonra arkadan iniyorlar. Ve bu süre içinde otobüs hep aynı yerde duruyor. Düşünün: Duran bir otobüs var, insanlar biniyor, yarım saat oturuyor ve iniyorlar. Bu iş için bir de bilet parası ödüyorlar.”

    Beğen

Yorum bırakın