306 – Basiret


 26 Aralık 2014

Bazen bir şeye bakıp “ben bunu yaparım” veya “ben bunu denerim” dediğimiz ama işe başlayınca pabucun pahalı olduğunu görüp biraz pişmanlık duyduğumuz durumlar çoktur. Bununla ilgili “Darwin Ödülleri” (Darwin awards) diye bir ödül mekanizması da var ama burada ödül alanlar artık masum deneme hayallerini aşmış, denemelerini ya canlarıyla ödemişler ya da artık nesillerini devam ettirmeye yani nesiller doğurmaya ve doğurtmaya imkânları kalmamış. Yani insanın bir kez basireti bağlanmaya görsün sonunda bedelini canıyla bile ödeyebiliyor ama benim bahsedeceklerim fazla ileri gitmeyen, hani eskiden TRT radyolarında 23 haberlerinden sonra, Moğollar grubunun Sihirli Ay adlı enstrümantal müziği eşliğinde yayınlanan ve çeşitli pişmanlıkları anlatan, sonucunda insanı biraz hüzne iten ama giden zamanı geri getiremeyen “Şimdiki aklım olsaydı” formundaki anılar. Bu anıların bir kısmını pişmanlık dolu üzülerek hatırlasak da benim bahsedeceklerim, Cuma yazılarına yaraşır gülümsetici olanları.

Toplu ulaşım vasıtalarını daha çok kullandığım zamanlarda seyahat ederken üç hanelere ramak kalan kilomu sahip olmayı hak eden pisboğazlığımın aşermiş hamile misali gördüğümü yediğim sıralarda özellikle Karaköy – Kadıköy vapuruna bindiğimde yemekten sonsuz haz aldığım, mesela, iç içe yerleştirilmiş çift lahmacunun yarıya kadar açılıp içine soğan ve domatesten oluşan ekstra tadlandırıcı eklenerek lahmacunun içine konması gereken kıyma harcının eser miktarda olduğunu hissedilmemesini sağlayanlar eklendiğinde damakta oluşan o hazzı hissedip vapuru kaçırma pahasına durup lahmacunu elime alıp rahat edemediğim senelerden bir hikâye.

Hava soğuk mu soğuk (ayaz değil ama ellerim ceplerimde). Muhtemelen Bakırköy’den ninemlerden döndüğüm bir yolculuk ama dışarısı niye karanlık hatırlayamıyorum. Karaköy – Kadıköy vapuruna binmişim ve “çay, çay, çay” diyerek tükürüğünü hafiften çayların üzerine savurduğunun farkında olmayan büfe elemanının hava soğuk olduğu için satmakta olduğu salep’e “Ben bunu içerim” diye talip oluşum. Parasını ödeyip, üzerine tarçını da bolca ektirttikten sonra elime aldığım salep bardağı, muhtemeldir ki dışarının ayazına da maruz kalmış olmalı ki elimde tuttuğum tabak da dahil olmak üzere soğumuş. Ancak izolasyonun sonsuz kudretine bakın ki, her ne kadar tabak soğuk olsa da, üstü bol tarçın kaplı kaymak tabakası tarafından içeriye hapsolmuş salep sıcaklığını hatta kaynarlığını koruyor olduğunu ancak ilk yudumu, üstelik kaymak tabakasının direncini yenmek için biraz fazlaca emmek durumunda kaldığımdan ağzıma gelen büyük yudumun yakıcılığını dişlerimden başlayıp önce dilim, peşinden damağım ve yutağımı geçtikten sonra yemek borum boyunca fazlasıyla hissettikten sonra mideme indiğinde hala daha sıcaklığını koruyor olmasından midemin karın boşluğum içerisindeki yerini gayet iyi hissedebildim.

Bu arada bir parantez açıp insanın imrenme denen mekanizmasının başına neler açacağını da hesaba katmak gerektiğini vapurda karşı sıramda oturan adama bir sormak gerekiyor. Ben garsonu çağırıp salep isteyince adamın da iştahını kabartmış olmalıyım ki o da benimle aynı yollardan geçip aynı noktaya vardığını anlamam çok zor olmadı. Sonuçta ellerimizde salep bardakları, ilk yudumda ağzımız yandığından bir sonraki yudumu almaya cesareti kırılmış, ama serde erkeklik olduğundan başladığımız işi bitirme azmi yanında, dilimi hissetme konusunda sıkıntı yaşamanın yeni bir yudum almayı engellediği sırada, çaktırmadan bardağı biraz dalgalandırarak soğutmaya çalışan iki kişi karşılıklı olarak otururken birbirinin yüzüne bakmadan ama aklından geçenleri, kendisi birebir yaşadığından hissettiği adeta saatler sürdüğünü zannettiğim birkaç dakika sonra cesaretimi toplayıp, biraz daha az yanarak aldığım ikinci yudumda kaymak kısmını iyice sıyırdığımdan artık salebin kalan kısmı kendinden soğuma yoluna girdi ki, daha Haydarpaşa iskelesine yanaşmadan salebimi bitirebilmiştim.

Basiret konusunda, geçenlerde internette gezinirken rastladığım, bana ait olmayan, bir kek anısı var ki okurken kahkahamı tutamadım. Elif Korkmazel isimli bir yemek tarifçisi kek tarifi verirken her ne hikmetse “1 paket” kabartma tozu yazacağı yerde “1 çay bardağı” yazıyor tarifinde. Konumuz olan basiretinin bağlandığı konusunda şüphe götürmeyen Sabriye Hanım isimli bir kek yapmaya hevesli kişinin de gördüğüne inanan kişiliğinin eserini anlatırken Elif Hanım’ın yorumu ilginç: “Sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kabara, kabara coşan kek tüm mahalleye yetecek kadar oluyor tabii.”

Basiret bağlanması tabi sadece yurdumuzda oluyor değil. Mesela Zimbabwe’de akıl hastalarını bir hastaneden bir başkasına naklederken şoförün basireti bağlanmış olmalı ki hastalar otobüsten kaçmış. Hastaları kaçırırken saf ama çözüm bulurken uyanık olan ve artık basiretini çözmüş olan şoför, kalabalık bir insan grubunun beklemekte olduğu bir durağa gidip onları bedava taşıyacağını söyleyerek otobüse bindirip, sanki hastalar onlarmış gibi teslim etmiş hastaneye. Gariban bedavacı yolcuların da basiretleri bağlanmış olmalı ki, bedava taşınacakları umuduyla bindikleri otobüsten hastanede indirilirken durumu anlayıp itiraz edene kadar biraz zaman geçmiş. Yetkililerin de basiretleri bağlanmış olsa gerek, durumun sağlıklı olarak anlaşılıp olayının çözülmesi 3 gün sürmüş. Artık o 3 günde garibanlar neler yaşayıp durumu nasıl anlatmaya çalıştılarsa. (konu ile ilgili gazete yazısı)

Basiretinizin bağlanmadığı, tasasız dertsiz günlerle dolu yeni bir yıl dilerim.

Sonraki yazı 307 – Meteoroloji
Önceki Yazı 305 – Seksenler

305

307

Yorum bırakın