304 – Koku


7 Kasım 2014

İlkokulun birinci veya ikinci sınıfındaydım. O zamanlar İzmir’in güzide ilçesi Karşıyaka’da otururduk. Sokağımız sahile dik olarak başlayıp doksan derecelik bir açı çizerek sahile paralel hale geldiğinden sokağın bir başından bakılınca diğer ucu görünmezdi. Hepsi bahçeli evlerin bahçe duvarlarının önü sağlı sollu ağaçlar arasına tek tük park edilen araçlar ile dolmazdı bile. Derken bir akşam koca iş makinaları sokağı doldurdu. Akşam vakti zaten sokağa çıkmak gibi bir lüksümüz olmadığından evin balkonundan seyretmiştim gelen giden kamyonların boşalttıkları asfaltı seren ve formu senelerdir hiç değişmeyen asfalt serme makinasını. Yanına yaklaşamamış olsam da asfaltın dökülürkenki sıcaklığını OsmanKibar.jpghissedebilmiştim bir kat yukarıda olmama rağmen. Ama benim esas hoşuma giden asfaltın o kendine has kokusu olmuştu. Hala daha ne zaman bir yerde asfalt çalışması olsa ya yayaysam yolumu oraya yakın geçiririm ya da arabadaysam pencereyi açarım ki kokuyu içimde duyumsayayım. Bu bahsettiğim zamanlarda İzmir’in efsanevi bir Belediye Başkanı vardı: Osman Kibar. Bu asfalt dökme işini başlattığından kimse ona Kibar soyadıyla hitap etmez, lakabı ile birlikte ASFALT OSMAN diye tanınırdı.

cigdemtalumelihkibarBu arada bu yazıyı yazarken biraz araştırma yaparken kendisinin Çiğdem Talu’nun değişmez efsanevi ortağı Melih Kibar’ın babası olduğunu öğrendim. Babasının İzmir çapında olan ününü Erol Evgin’in o güzel sesiyle neredeyse kırk yıldır söylediği ve benim de dinlemekten bıkmadığım şarkılarının bestelerini yaparak Türkiye çapına yayabilmeyi becermişti Melih Kibar. Hatta Eurovision şarkı yarışması ile yurtdışında pek ünlenemese de en azından büyük orkestrayı yöneterek üç dört dakikalığına da olsa tüm Avrupa televizyonlarında boy göstermeyi bilmişti.

RecaizadeMahmudEkrem.jpgMelih Kibar deyince aklımıza doğrudan gelen isim olan Çiğdem Talu’yu da gene rahmetle anmak gerekir. 44 yaş gibi genç sayılabilecek bir yaşta kanserden dolayı aramızdan ayrılmıştı. Bu arada ilginçtir kendisi de Ercüment Ekrem Talu’nun torunu, Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in de TOCAN’ıymış (Tocan: torunun çocuğu demektir). Armut dibine düştüğü için kızı Zeynep de annesi gibi şarkı sözü fabrikatörü olarak günümüzde hala daha sözünü, gerçek anlamda, dinletenlerdendir. Gerçi Serdar Ortaç da yazdığı müthiş anlamlı sözlerle aynı kategoriye giriyor ama aynı kalibre değil.

sevincpastanesiYazımızın konusuna gelirsek, hakikaten öyle kokular var ki, adamın beyninde bazı kıvrımlarda muhtemelen koku olarak duruyor ki o kokuya benzeri duyulunca kafada şimşekler çakıp insanı o zamanlara götürüyor. Mesela temiz bir denizden gelen iyot kokusu da beni gene İzmir’e götürüyor, ama bu kez Kordon kıyısı olan Alsancak’ı canlandırıyor gözümde. Ve aklıma da kaldırım taşlarındaki beyaz ve gri renklerle oluşturulan dalga şekilleri geliyor. Şimdilerde muhtemelen gelmiyor hatta kirlilik sebebiyle gelemiyor olsa da o iyot İzmirKordonBoyukokusunu alabildiğim zamanlarda henüz doldurulmamış olduğundan daha bir suya yakın caddeye dalgalar azmanlaştığında vuran denizin caddeyi göl haline getirdiğini görünce Birinci Kordon olarak adlandırılan caddeye çıkamaz, kös kös geri dönüp, avuntuyu Sevinç Pastanesinde yediğimiz muzlu rulo pastalarda arardık.

 

SeyyarKöfteciKoku deyince aklıma gelen bir başka güzellik de, artık güzellik miydi bilemiyorum ama, şu anda yıkılıp yerine yenisin yapıldığı İnönü Stadının daha henüz isminin önüne ne Fi-Yapı ne de Vodafone Arena adını almadığı zamanlarda gittiğimde “Tükürük Köftesi” olarak adlandırılan köftelere eklenen kuyruk yağının kömür üzerinde senelerce yanmaktan oluşturduğu o muhteşem köfteler gelir.

Yarım ekmeğin içine önce yedi sekiz köfte yerleştirildikten sonra biraz yeşillik ve doğranmış kuru soğan eklendikten sonra bol tuz basılıp genellikle en az bir hafta öncesine ait gazetelerden bir parça kesilerek arasında sunulurdu ve ben de bunu afiyetle yemeği pek bir severdim.

Yani maça gideceksem ya aç gidip bu lezzet abidesini yerdim ya da Beşiktaş üzerinden stada giderken Durak Sarıyer Börekçisinden üzerine pudra şekeri ekilmiş Kürt böreği paketletir, maça girdikten sonra yemek üzere yanıma alırdım. Ama ne hikmetse, daha İnönü Stadına varamadan, Dolmabahçe Sarayı önüne gelmeden börek bitiverirdi.

kurtboregiKürt böreği sıcakken gayet lezzetli olsa da soğuduğunda biraz sertleştiğinden hem lezzetinden kaybeder hem de yerken sevilen bir şeyi tüketiyor olmaktan büyük lokma olarak ısırıldığından boğazdan geçerken takılma ve boğazı tahriş etme riski vardır.

Köfte kokusuna benzer, benim için dayanılmaz güzellikte olan bir başka koku da kokoreç kokusudur. Gene İzmir yıllarıma geri dönersem, Alsancak’ta oturduğumuz zamanlarda evin karşısında yer alan Tütün Fabrikası çıkışına gelen seyyar kokoreççiden gelen kokuyu uzun süreler sadece koklamıştık. Kokorecin neden mamul olduğunu bildiğimizden almaya ne teşebbüs ettik ne de cesaret ettik. Ancak günün birinde tüm cesaretimizi toplayıp, “bu kadar insan hatalı olamaz” diyerek bir yarım ekmek içine kokoreç aldık ama eve getirdiğimizde cesaretimiz gene kırıldı ve evde o gün bulunan yardımcı kıza afiyet ile yiyeceği bir besin oldu. Kayınpederimi rahmetle anarak onun bir cümlesini ile yazıyı sonlandırıyorum:
Yemedim ama sevmem”.

Sonraki yazı 305 – Seksenler
Önceki yazı 303 – İZAN

303

305

1 comments

  1. Ben de çok uzun zamandır, koku üzerine bir yazı yazmayı düşünüyordum; ama sen benden önce davranmışsın. Beni eski yıllara götüren o kadar çok koku var ki…

    Kokulu silgi kokusu, talaş kokusu, buğday kokusu (un öyle kokmaz), yatılı yemekhane kokusu, ıslak toprak kokusu, eski ev kokusu, rutubet kokusu, eski kitap kokusu, yeni kitap kokusu, eh o zaman kırtasiye dükkanı kokusu, akvaryum dükkanı kokusu, ayakkabıcı kokusu, apartman kokusu, kilise kokusu, metro kokusu (Paris), bebek kokusu, otel kokusu, bekçilerin deri ceket kokusu…

    Neyse, liste uzar gider.

    Ama bir de tanıdık gelen, ama ne kokusu olduğunu çıkaramadığım kokular oluyor zaman zaman. Daha üç-dört gün önce, gece dersini bitirmiş, geç saatte eve dönerken; araba ile ev arasındaki mesafede, burnuma, Erzurum’u müthiş derecede çağrıştıran bir koku geldi Yahyakaptan atmosferinden. Defalarca soludum, hepsinde aynı hissi yaşadım, tüylerim diken diken oldu… Ama heyhat, ne olduğunu çıkaramadım. Ahir ömrümde o kokuyu bir daha duyar mıyım, onu da bilemem.

    Kokuların da ses ve görüntü gibi kaydedebildiği zaman yaşayacak olanları, şimdiden kıskanmıyor değilim.

    Beğen

Yorum bırakın