289 – Direnç


9 Mayıs 2014

Direnç nedir? Direnç bir şeye karşı gösterilen direnme olarak tarif edilse de nesne olarak kısaca “elektrikte akımı sınırlayan eleman” olarak tanımlanabilir. Peki direnç deyince benim aklıma ilk gelen nedir diye sorarsanız Boğaziçi Üniversitesinde okuduğum yıllarda ilk aldığım bölüm dersinin hocası olan Yekta Bey gelir (bundan sonra kendisinden Yekta olarak bahsedilecektir). Peki, niye direnç deyince Yekta gelir derseniz kendisi çok güzel direnç resmi çizerdi. Yatay olarak bir hat çizerken onu zarif bir bilek hareketi ile yukarı doğru savurur, dike yakın bir açı ile yukarı çıkardığı çizgiyi ani bir hareket ile bu kez aşağı doğru indirip aynı boya gelinceye kadar yatay hattın altına iter, derken bu kez tekrar yukarı doğru çıkartıp ortaya ulaştığında sağa doğru çevirip tek hareketlik bir kalp ritmi şeklinde Direnç şeklini tamamlardı. Başka hocalar, özellikle eskiler, direnci birkaç zikzak ile Direnç veya kutu şeklinde gösterirlerken kendisi tek atımlık barut hesabı bu şekli çizerdi. Ben her ne kadar bu direnç çiziminin hastasıysam da kendisinden pek haz etmedim, hala etmiyorum ve ne yalan söyleyeyim ileride de haz edeceğimi zannetmiyorum.

Haz etmemiş olmamın ilk sebebi sınıfa arkasını dönüp, mıymıy ve mırıl mırıl bir şeyler anlatırken uyumamak için kendimi zor tutmamdır. Aynı zamanda ilk bölüm dersi olmasına rağmen üniversite hayatı boyunca kaldığım iki dersten biridir bu ders. Dolayısıyla hocasını da saygıyla anamam.

Üniversite yıllarıma geri dönersem, her ne kadar Anadolu Lisesi mezunu olsam da İngilizce derslerinde hocamız Ayşe Hanım’ın derslerde okuduğumuz kitapların psikolojik çözümünü istemesi, benimse buna pek sevecen bakamama psikolojisine sahip olmam sebebiyle öğrenciliğin baş desteği kopya müessesesinden fazlasıyla yardım almıştım. Bu sebeple Üniversitenin İngilizce Baraj sınavından 21 gibi düşük bir not almıştım. Dolayısıyla 50 altında kalanların Hazırlık okuma mecburiyeti olmasına rağmen bazılarının 45 gibi notlarla biraz baskı ile hazırlık sınıfını atlamış olmalarına rağmen benim böyle bir istekte bulunmam dahi düşünülmediği için seve seve hazırlık sınıfını okudum. Okudum ama, seviye tespit sınavında benim gibi numunelik diğer Anadolu Liselerinden gelenlerle 8 kişilik bir topluluk oluşturup ADVANCED denilen ve tek sömestr süren bir İngilizce eğitimden sonra Lisans öğrenimime geçiş yaptım.

Herkes Ekim döneminde derslere başladığından bizim aldığımız ilk dersler ya bizim gibi IRREGULAR olarak adlandırılan öğrencilerin ya da ilk dönem aldıkları derslerde başarısız olanların aldıklarıydı. Bu arada ilk lisans sömestrimde fizik, kimya, matematik gibi derslerin yanı sıra almamız gereken ve HUMANITY olarak adlandırılan bölüm dışı, ilgi ve bilgi dışı dersleri için de açılıp almamız müsait olan tek ders ne yazık ki Psikoloji idi. Hocası da ne yazık ki benim psikolojiye ilgim gibi yabancıydı. İlk imtihanda yirmili sayılarda bir not alınca “benden bir cacık olmaz” diyerek dersi daha ilk ayı sonrasında boşlamıştım. Bizim mühendislikte notlar çan eğrisi sistemi ile verildiğinden düşük notlarla bile geçilebiliyor olmasına rağmen işletme bölümünde “60 altı kalır” sistemi beni derslere girme zahmetine katlanmamam yönünde zorlamıştı. Hoş, derslere devam etsem, üstüne bir de çan eğrisi ile notlandırma yapılsa ne yazardı ki? Çanın altında ben olacağım için sadece diğerlerinin notlarını yükseltmesine benimse makûs talihimin gerektirdiği şekilde gene kalır “F” almama yol açacaktı.

İlk dönemimde psikoloji dersinden kaldıktan sonra ikinci dönemde aldığım Yekta’nın Elektroniğe giriş dersinden de çakınca katır tepmişe dönmedim değil. Orta öğrenimim sırasında edebiyat, müzik gibi derslerden bir iki kez ikmale kalarak geçtiysem de sıra arkadaşlarımın canına okumuştum. Yanımda oturan, sırasıyla Serdar (nam-ı diğer Japon), Yavuz, Erdinç, Azmi benden sebeple beraberce oturduğumuz seneleri tekrarlamak zorunda kalmışlar, İsmet ise Danıştay kararı ile bizim sınıfa devam edebilmişti. Ben üniversite eğitimimim henüz başında her dönem birer dersten kalınca acaba o arkadaşlarımın hışmına uğruyor muyum diye düşünmedim değil. Gerçi bu iki tokat beni kendime getirdi ve bir daha başka bir dersten kalmadım. Yekta’nın beni sınıfta bırakan performansından sonra ertesi sene Japonya anılarını çokça anlatmayı seven Okyay Hocamın (ki ellerinden saygıyla öperim) dersi ders gibi anlatmasıyla kendime gelmiş, konuları anlamış ve iyi de sayılabilecek bir not ile geçmiştim. Okyay hocam her ne kadar direnci Yekta kadar güzel çizemese de Japonya’yı anlattığı zamanlardan artan zamanında dersi anlatırken gayet başarılı bir performans çizerek benim de başarılı bir performans çizmeme sebep olmuştu.

İlk döneme geri dönersek, aldığım derslerden biri de Bilgisayar dersi idi. Cem Kum isimli hocamız o zamanlar henüz pek az bir insanın bilgisi olan bilgisayar dersini veriyordu. Bize Tam sayı (INTEGER), ondalıklı sayı (FLOATING POINT) gibi daha önce bilmediğimiz konuları anlatırken ders geçme sisteminin mühendislik benzeri değil, işletme benzeri olacağını, dolayısıyla not toplamı 60 altında olan yani 59.999999 (abartarak tahtanın sonuna kadar 9 ile doldurduktan sonra) bile alanların kalacağını beyan etti. Ayrıca buna bir de kopya çekme işini ekledi.

Benim dersimde kopya çekerken yakaladıklarım artık bir daha benden geçemez

diyerek bizi epey bir korkuttu. Tesadüfe bakın ki, final imtihanına girmeden önce, girmemiş olduğum son derste olanları anlattırdığım arkadaşımın notları gömleğimin cebinde bulunuyordu ve ilginçtir ki, imtihanda sorulan soruların dörtte üçü o dersten gelmişti. Dolayısıyla bana yapacak başka şey kalmıyordu. Ya cebimde bulunan notlara bakmayarak sonum Psikoloji dersi gibi karneme F alarak yansıyacak, ya da riski göze alıp, notları çıkartıp yakalanmamak şartı ile dersten geçmek.

Aklın yolu birdir hesabı ikinci seçeneği seçtim. İmtihan BTS (Büyük Toplantı Salonu) olarak adlandırılan salonda yapılmaktaydı. Salonda seyircilerin oturduğu sıralarda oturuyorduk. Benim yerim orta bölümde değil de salonun yanlarında yer alan beşerli sıranın iç kısmıydı. Dış kısımda da aramızdaki üç sıra boşluğun yanında bir kızcağız oturuyordu. Kızcağız diyorum sebebine gelince: ben cebimde katlı olan notu çıkartıp kâğıdımın altına koyunca sinirim bozulup bacağım istem dışı sarsılmaya başladı. Tabi ayağım sallanınca, her ne kadar o zamanlar sırım gibi olsam da 80 kilonun üzerindeki ağırlığımın yarattığı güçle tüm vücudum, dolayısıyla oturduğum koltuk ve tabiatıyla beşli koltuk grubu sallanmaya başladı.

Aynı koltuk grubunda olan kızcağız da sallanmaya başladı tabi. Ama yapacağı çok fazla bir şey yoktu. Ben gerekli bilgilenmeyi yapıp, soruları çözdükten sonra kâğıdı tekrar olmaması gereken yer olan sıranın üzerinden olması gereken yer olan cebime alana kadar kızla beraber salındık durduk. Yazılarımız biraz titrek ama benim cevaplarım olabildiğince doğruya yakındı. Ben sallanmamın semeresini dersi geçerek alsam da kız ancak bir masaj koltuğunda oturmanın getirebileceği faydayı sağlayabildi benim aksiyonumdan. Allahtan ne hocamız ne de asistanları durumu fark ettiler. Belki de ettiler ama kıyamadılar Anadolu’nun bağrından kopmuş bendenize (ne de olsa Anadolu Lisesi mezunuydum o güne o gün).

Kopya derken aklıma gelen bir başka konu da ne okurken ne de çalışmaya başladıktan sonra sevebildiğim Yüksek Frekans dersinde oldu. Şimdi diyeceksiniz ki “derslerinden ya kalmışsın ya da kopya ile geçmişsin”. Ama bu doğru değil, sıradan normal şeyler kolay unutuluyor da, aykırı şeyle hiç akıldan çıkmıyor diyeceğim. Yüksek frekans dersine gelirsek, soyadı Şeker ama kendisi hiç de şeker olmayan hocamızın dersinde kitap açmak yasaktı. Sebebi de kitaptan yaptığı fotokopileri ders notları diye bize satmaya çalışmasıydı.

Kâğıttan bilgileri, aynı Yekta gibi mıymıy ve mırıl mırıl okurken göz kapaklarımı açık tutmakta bile zorlanırdım. Bu sebeple dersi dinleyemediğimden anlayamazdım ve imtihanlarım da pek parlak geçmezdi. Dolayısıyla Final imtihanında kopya çekmem farz olmuştu. Gerekli hazırlıkları yapıp ceplerimi cephane misali doldurdum. Hedefim imtihan başlar başlamaz önce ilgili not kâğıtlarını çıkartmak dolayısıyla da imtihandan da yüksek bir not çıkartmaktı. İmtihan başlayınca Şeker Hocam nedense tepemde bitiverdi. Bana ara notlarımın iyi olmadığını ve finalde de iyi bir not alamazsam dersi tekrarlamam gerektiğini belirtti. “Yahu hoca git de notlarımı açayım da en azından finalde iyi not alayım” diyemedim ama nazik bir şekilde geçen imtihanlarda şanssızlıklar yaşadığımı ama bu finale iyi hazırlandığımı dolayısıyla sorun olmayacağını söyleyip uzaklaşması için içimden dualar ettim. Neyse fazla uzatmayıp uzadı da ben de gerekli yardımları alıp dersten başarılı oldum.

Sonraki yazı 290 – Aslan ve Tavşan
Önceki yazı: 288 – Turşu suyu

288

290

Yorum bırakın