286 – Metrobüs


28 Mart 2014

Toplu Taşıma
Geçen hafta Beylikdüzü Tüyap sergi alanında gerçekleşen ve firmam Esit’in de iştirakçi olarak katıldığı 2014 yılının Otomasyon Fuarı vardı. Eskiden daha şirket pek büyük olmadığından ilk kurulum aşamasından sonraki standa duruş kısımları da olmak üzere tüm fuarlarda aktif yer alırken son zamanlarda bu işleri tamamen satış grubu üstlendiğinden bu fuarlara ziyaretçi sıfatımla katılmaya başladım. Bu sene de hafta içi pek uygun olmadığımdan hafta sonu katılmak üzere planımı yaptım. Yalnız trafikten gözüm pek bir yıldığı için gidişi toplu taşıma vasıtalarıyla yapmaya karar verdim.

HollandalıYüzyılın projesi olarak lanse edilen ancak hesaplarken küçük bir hatanın yapıldığı Metrobüslerle gidecektim fuar alanına. Metrobüsün hatalı planlaması hatta günlük 400 bin kişi olarak hesap edilen yolcu sayısı ne yazık ki 850 bin olarak gerçekleşince özellikle toplu taşımanın praym taym zamanları olan sabah ve akşam iş saatlerinde ortam bir hayli samimi oluyormuş metrobüsler içerisinde. Üstelik vakti zamanında milyon avrolara Hollanda’dan alınan ve sosyal medyada “Hollandalı” olarak bahsedilen otobüsler çok sık su koyverdikleri için klasik körüklü otobüslerin

ÇakmaMetrobüs ÇAKMA METROBÜS olarak çalıştığı Metrobüslerde durak orta tarafta olduğundan trafik mecburen sol taraftan akmak zorunda kalmış. Üstüne bir de oyuncu Vatan Şaşmaz’a oynattıkları Metrobüs reklamlarında insanlarla adeta dalga geçer gibi çektikleri reklam filmin de vardı (http://www.youtube.com/watch?v=4BtJYlWQR5U) özel şoförlü arabasından vazgeçip gayet medeni şekilde bindiği adeta boş Metrobüs ile gazetesini okuyup gayet medeni şekilde seyahat ettiği.

Daha önce bir defa Mecidiyeköy’e gitmek üzere ailecek bindiğimiz Metrobüs ile bu ikinci randevum için olabildiğince heyecanlıydım. Akşam annemlerde klasik Cumartesi gecesi toplantısı yapacağımız için arabayı Kadıköy’e bırakıp geldiğim Söğütlüçeşme istasyonunda bir şok yaşamadım değil. Çünkü saat iki gibi geldiğim istasyonda önümde durup kapısını açan otobüse ilk binenlerden olduğum için Belediyenin reklam filmine haksızlık etmiş gibi hissettim bir an için. Çünkü önümde boş bir otobüs ve oturulabilecek çok seçenekli oturma yerleri vardı. Güneşin durumuna göre kendimce uygun bir yere oturup şirin bir müzik sesi ile “kalk” denilen otobüs içinde gayet ferah ve mutlu idik.

Taa ki Uzunçayır durağında Kartal-Kadıköy metrosu ile aktarma yapan insanlar akın edene kadar. Otobüsün içi her ne kadar mesai saatlerindeki kadar olmasa da bir hayli doldu. Ama ben ilk duraktan binenlerden olmanın avantajı ile koltuğumda gayet mutlu bir şekilde seyahat etmekteydim. Tabi ilk binerken güneş ters tarafta olduğundan yapmış olduğum küçük bir hesaplama hatasını göz ardı edersek. Çünkü ilk durak olan Fikirtepe’den sonra inene kadar güneş kucağımda seyahat ettim. Uzunçayır durağının yanında başlayan Birinci Köprü araç trafiğine bakarak hızlı bir şekilde köprüye ulaşıp Zincirlikuyu’ya vardığımızda ne yazık ki yedi durak süren balayımız bitmişti ve aktarma yaptığım yeni otobüste ne yazık ki ayakta yolculuk etmek durumunda idim.

Araba sahibi olana kadar Mavi kart sahibi olup İstanbul’un otobüslerinde yolculuk etmeyi bildiğim ve yaşım gereği yerimi ihtiyaç sahiplerine vermiş olduğumdan alışkanlık gereği ayakta seyahat etmeyi hiç de yadırgamadım. Otobüs Zincirlikuyu’dan kalkıp Avcılar’a doğru gittikçe, kat ettiğimiz yirmi yedi durak boyunca yolda değişen yolcuların boşalttıkları yerlere daha atik davrananlar otursa da ben ayakta seyahat etmeyi tercih ederek Avcılar durağına kadar geldim. Burada bir aktarma daha yaparak on bir durak daha gidip Tüyap Fuar alanının bulunduğu Beylikdüzü son durak’a ulaştım. İkiyi beş geçe başlayan yolculuğum tam bir buçuk saat sürmüştü ve ben saat üç buçuğu beş geçe Fuar alanına girmiştim.

Fuarda bir süre gezinip ardından kendi standımıza gittikten sonra artık dönüş vakti gelmişti ve ben gene aynı yol ile geri dönecektim. Gene ilk duraktan binmenin avantajını kullanarak otobüste oturarak yolculuğuma başladım. Duraklar arttıkça otobüsün içi kalabalıklaşmaya başlamıştı. Oturmanın keyfine vardığımdan Avcılar’da inip otobüs değiştirecek olup avantajımı kaybetmeyi düşündükçe keyfim kaçıyordu ki birden otobüsün Bayrampaşa’ya kadar gideceğini içerideki monitörden sevinerek görüp yolculuğun keyfini çıkarmaya başladım ve güzergâh beni geçmişe doğru götürdü.

Bu yolculuk vakti zamanında ninemlerle hep beraber Büyükçekmece’deki Kara Kuvvetleri kampına (KKK) gitmek için kullandığımız yoldu. Plaj için gideceğimiz buraya varmak için önce E5 üzerinde İncirli durağına çıkardık. Buradan geçen şehirlerarası otobüslere binip, belki de yolda mola verip, Büyükçekmece’ye kadar gelirdik. Bu kampa geldiğimiz senelerden birinde annemin arkadaşı olan Özen Teyze’min eşinin İETT’de çalışıp Taşıtlar Dairesi başkanı olması sebebiyle yazın konuşlandığı Küçükçekmece’deki İETT kapına günübirlik gelmişliğimiz vardı.

KamuranTesadüfen o gün eşi Vasfi Uçaroğlu ile aynı mekânda bulunduğumuz Kamuran Akkor kamptakilere küçük bir konser vermişti üzerindeki mayo üstüne geçirdiği şal ile. Bir iki şarkı söyledikten sonra içinden muhtemelen “Ben buraya denize girmeye geldim, bana mesai harici iş yaptırıyorlar” diyerek konseri bitirip “Haydi bakalım şimdi hep birlikte denize” demişti. Bu anıyı da Metrobüsün geçtiği duraklardan birinin adının “İBB Sosyal Tesisleri” olmasıyla hatırladım.

mayolu-sohretler-florya-plajinda-77752Sonra otobüs benim daha önce Bakırköy’e yaptığım yolculukların bir kısmını geçirdiğim İncirli-Topkapı arasında gitmeye başladı. Bu güzergâhta da aklımdan hiç gitmeyen anım bir Cuma akşamı Annemin, her ayın üçüncü Cuma günü yaptığı gününe katılan Ninem ile yaptığımız yolculuktur. Normal şartlarda ben Kadıköy’den Bakırköy’e önce vapur ile Karaköy’e geçtikten sonra Galata Köprüsü üzerinden yürüyerek geçer, peşinden de bindiğim banliyö treni ile vardığım Bakırköy merkezden ninemlere yürürdüm.

 

UfiNinem veya Annem ile birlikte yaptığım yolculuklarda ise onlar yürümeyi pek tercih etmediğinden Karaköy’den sonra önce dolmuş ile Aksaray’a, oradan da UFİ binası önünden kalkan minibüse binip İncirli caddesi üzerinde eve yakın bir yerde inerdik. Tabi bu ikincide hem dolmuş hem de minibüs kullanıldığından ekonomik olarak bir öğrenci harçlığında daha fazla gedik açtığından benim tercihim biraz fazla yürüyüp trene binmek olurdu. Her neyse işte aklıma gelen, Ninem ile yaptığımız bu yolculukta sıkı bir yağmur yağıyordu ve yağmur yağarken malum taksi, dolmuş ve minibüsler ıslanınca eriyip kaybolduklarından yağmur altında uzunca bir süre kalmıştık. Benim giydiğim klasik parka’nın şapkası olduğundan ben yağmurdan fazla etkilenmemiş olsam da rahmetli Ninem elinde şemsiyesi de olmadığından bir hayli yağmur yemişti. Kafası üşümesin diye başına taktığı yün beresi kafasını korumakta olduğu yağmurdan önce iyice ıslanmış ve bir süre sonra adeta bir musluk gibi yağmur suyunu yakasından içeri akıtmış ve ninemin sırtını ve ayıptır söylemesi donuna kadar tüm elbiselerini ıslatmıştı. Yalnız Ninem bu durumunu anlatırken o kadar mizahi bir üslup kullanmıştı ki her ikimiz de duruma üzüleceğimize adeta kahkahalarla karşılamıştık bu ıslanma olayını.

Otobüsün son durağına gelince mecburen inip Söğütlüçeşme durağına gidecek otobüse geçerken gene oturma avantajımı kaybetmiştim ve eskiyi anımsatan ayakta yolculuk durumuna, yanından geçip gitmekte olduğumuz duran köprü trafiğine bakarak “bir züğürt tesellisi” olarak, otobüsle değil de kendi kullandığım araba ile gitmiş olsaydım şimdi oturuyor ancak gidemeyen trafikte dur kalk sebebiyle debriyaja basan ayağımın yorgunluğu içerinde olacağım için halime şükrediyordum. “Yaşasın toplu taşıma”.

Önceki yazı 285 GırGır

Sonraki yazı 287 İleri Saat

285

287

Yorum bırakın